Sünnet ve hadislere olan bu arızalı bakışının neticesi olsa gerektir ki, Görmez’in fıkhî hükümler hususunda da vahim görüşleri mevcuttur. Mesela, Müslüman hanımların, ehl-i kitap (Yahudi ve Hıristiyan) erkeklerle evlenebileceklerini[10], özel hallerinde namaz kılabileceklerini, Kâbe’yi tavaf edebileceklerini [11] söylemektedir.

Bu yazımızda M. Görmez'in fıkhî görüşlerinden bir kısmını ve mezheplere bakışını gündem ederek bu seri içinde kendisine açtığımız dosyayı kapatacağız.

I- İSLAM'DA DOGMA YOKTUR

Mehmet Görmez, İslam'ın inanç esaslarına 'dogma' diyenlere karşı çıkmakta, ama bunu 'kaynakların yoruma açık olduğu' görüşünü kabul ettirmek için yapmaktadır.

O, Diyanet İşleri Başkan Vekili iken, 16.03.2003 tarihinde Ankara'da yapılan bir basın toplantısında şunları söylemişti:

'Dinde dogma olduğu, değişmez kurallar olduğu, dinin 14 asırdır değişmediği iddiaları vardır. Bunlar yanlıştır. Evet, dinin kaynakları sabittir. Ama kaynakların değerlendirilmesi ve yorumlanması zamana göre, uygulamalara göre değişebilir. Bu da içtihattır.' [1]

Görmez'in bu sözlerinde doğru ile yanlış birbirine karışmıştır. Tespitlerimizi üç madde halinde şöyle sıralayabiliriz:

Dogma, bir şeyin sebep ve hikmeti bilinmeden körü körüne sabitlenmesidir. Hıristiyanlığa ait dinî bir terim olarak, dinî otorite tarafından tanımlanan ve sorgulanmadan benimsenen temel inanç anlamına gelir. Kelime zamanla genel bir sosyal bilim kavramı olarak da kullanılmaya başlanmıştır. Buna göre vahiy ve kutsal kitaplar birer dogmadır. (M. Ali Kirman, Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü s. 66 – 67.)

Ne var ki dogmanın İslam için kullanılması, vahiy ve kutsal kitaplar adı altında Kuran'ın dogma olarak nitelenmesi asla kabul edilemez.

Çünkü İslam açısından değişmeyen şey; geçmişi, geleceği, hali, zerreyi, kürreyi, olmuşu, olacağı kısacası her şeyi bilen Allah'ın hükmüdür. Allah zaaftan, cehaletten ve her türlü noksanlıktan münezzehtir. Onun bilgisi kesin, hükmü tam isabettir. Tevile ve yoruma açık olmayan bu hükümlere sadece inanılır ve uyulur.

- Görmez bu ifadelerinde ayrıca, 'kaynakların yoruma açık olduğu' iddiasıyla da dinin bütün esas ve ahkamının keyfî olarak yorumlanabileceği gibi sakat bir görüş ortaya atmaktadır.

Bundan maksadın ne olduğunun anlaşılması için, okuyucularımızın, 'kaynakların yoruma açık olması' iddiasıyla, önceki yazılarımızda defaatle dikkat çektiğimiz, yine Görmez'e ait, 'hadisler ne kadar sağlam olursa olsun, toplumun kabul etmediği ve toplum uygulamasına uymayan hadislerin dinde kesinlikle delil olmayacağı' iddiasını birlikte değerlendirmelerini tavsiye ederiz.

Öte yandan dinin zahir, nass, müfesser ve muhkem hükümleri de zamana göre yorumlanamaz. Yorumlanacak olan sadece müfesser ve muhkem hükümler dışındaki manaya delalet cihetidir. Onu da sahabe, tabiun ve tebeüttabiin yapmıştır. Geriye kalan ve içtihad ehliyetini taşıyan alimin yeni içtihad yapabileceği alan, sadece örfe dayalı yapılan içtihadlardır.

O halde, 'Değişebilir' mantığıyla dinin kaynaklarını yoruma tabi tutmak, vahyi mücerret aklın denetimine sunmak demektir. Bu da dinde tahrife kapı açar. Bundan şiddetle sakınılmalıdır.

Dikkat edilirse biz bu seride tahrife ve tarihselciliğe karşı çıkarken buna sebep olarak hep 'dini tenkitçilik' ve 'İslami esasları tartışmaya açmak' şeklindeki yaklaşımların yanlışlığına dikkat çektik. İslam vahiyle sabit olan yegane hak dindir. Bu sebeple dinde tartışılacak bir şey yoktur, öğrenilecek ve mütalaa edilecek şeyler vardır.

- Dikkat çekeceğimiz üçüncü husus ise Görmez'in İslami kaynaklara farklı zaman ve zeminlerde farklı yorumlar getirilmesine 'içtihat' demesidir. Bu da çok ciddi bir yanlıştır. İçtihada açık olan alanı yukarıda belirttik. Kaldı ki günümüzde, bu ehliyetli müçtehitlerin varlığından bahsetmek mümkün değildir. Her şeyden önce günümüzde müçtehit seviyesindeki alimleri yetiştirecek şartlar ortada yoktur. Bu sebeple, naklî delilleri 'değişebilir' mantığıyla yoruma tabi tutanların kendilerini müçtehit yerine koymaları son derece gülünç ve fakat İslam ümmeti için de ciddi bir vahamettir.

II- GÖRMEZ'İN DİNDE CEDİDCİLİK VE RÖNESANS İSTEĞİ

1997 yılı Kutlu Doğum Sempozyumu tebliğlerinin toplandığı 'Türk Dünyasının Dinî Meseleleri' adlı kitapta Görmez'in şu ifadeleri de yer almaktadır:

'Cedidcilik hareketini son derece önemsiyorum.' [2]

'Bölgede çıkan İslami Rönesans denecek hareketin yeniden inşa edilmesi gerekiyor' [3]

Cedidcilik, en genel anlamıyla 'dinde yenilenme' demektir.

Peki, din / İslam (haşa) eskimiş midir ki yenilensin?

İslam'ı zamanın şartlarına göre tarihselci bir mantıkla yorumlamak isteyenler, bu niyetlerini cedidcilik kavramıyla kamufle etmek isterler. Çünkü konuyla ilgili hadis-i şerif vardır. Ama 'müceddidler aracılığıyla her yüzyılda dinin yenileneceğini' haber veren bu hadis-i şerif [4], dinin değiştirilmesini değil, tam tersi indirildiği şekliyle korunmasını ve güçlendirilmesini ifade etmektedir.

Mesela İmam Gazali hicri 5. asrın müceddidi sayılır. Ama İmam Gazali, Asr-ı Saadet ve Selef-i Salihîn dönemlerinde yaşanan ve zamanla uzaklaşılan aslî ve safî İslam'a tekrar dönülmesi şeklinde bir misyon üstlenmiştir. Bu misyon, yenilenme değil, aksine asla dönüştür. Günümüzdeki reformist zihniyet, ise bu ihya ve tecdid kavramlarını bir kamuflaj malzemesi olarak kullanmaktadır.

Görmez'in ifadelerinde geçen İslami Rönesans hareketi de dinde ihya değil, şahsî ve indî yorumlarla dini zamanın şartlarına göre dizayn etmeye kalkışmak demektir. 'Rönesans', 15. yüzyılda ilk olarak İtalya'da ortaya çıkmış ve 'ilimde ve sanatta yenilenme' anlamında kullanılmıştır.

Ama bu terimi din merkezli kullanmak, dinde reform anlamına gelir ki o da Almanya'da Martin Luther'le başlamıştır. Luther, Hıristiyanlıkta reform yaparak Protestanlığı ortaya koymuştur.

Adına ister rönesans ister reform densin, böyle bir girişim İslam'ın yüceliğine, asliyetine, safiyetine kesinlikle aykırıdır. Çünkü İslam; ne Hıristiyanlık gibi muharref bir din ne de reforma ihtiyacı olan bir dindir. İslam'da reformla yapılmak istenen, bu yegane hak dinin vahiy kaynaklı karakterini değiştirerek, yerine yeni bir 'akılcılık dini' kurmaktır ki bunun, Allah'ın 'razı oldum' (Maide: 3) buyurduğu İslam olmayacağı açıktır.

III- GÖRMEZ'İN FIKHÎ GÖRÜŞLERİ

Bilindiği üzere yüce dinimizin temelde iki kaynağı mevcuttur. Bunlardan biri vahy-i metlüv olan Kuran-ı Kerim, diğeri de vahy-i gayrimetlüv olarak bilinen hadislerdir.

Hadis ilminde hadisle sünnet aşağı yukarı aynı anlamı ifade ederken, Görmez ve tarihselciler, Fazlurrahman'ın ağzından, sünneti, toplumun yaşadığı din (yaşayan sünnet) olarak tanımlarlar. Bu son derece sakat sünnet tanımı, onlara göre 'hadis'in yerine konan, dinde asıl belirleyici unsurdur. Böyle bir yaklaşımı İslam'ın ruhuyla bağdaştırmak mümkün değildir. Bunları daha önceki yazılarımızda mükerreren ifade etmiştik.

Görmez, hadislerin vahy-i gayri metlüv olduğu gerçeğini kabul etmemekte ve bu konuda şöyle demektedir:

'Artık Hz. Peygamberin her türlü söz ve davranışının, her türlü tasarrufunun doğrudan Kuran gibi vahiy olduğu konuşulmaya başlamıştır. Sağlam bir temele dayanmayan vahy-i metlüv ve vahy-i gayrimetlüv ayrımı her çevrede hüsnükabul görmüştür.' [5]

Bu konuda o, hadislerin 'bir beşere dayandığını' iddia etmekle[6] Allah Rasûlünün (s.a.v.) sözünü sıradan bir beşerin sözüne benzetmiş olmaktadır.

Öte yandan Görmez, kendi özel sitesinde yer alan 'Sünnetin Kaynak Değerini Temellendirme Sorunu' adlı makalesinde[7] İslam alimleri tarafından ittifakla sünnetin delilleri olarak gösterilen ayet ve hadislerin, sünnetin hücciyetine delil olamayacağını iddia etmektedir. Dipnotta da bu makalesinin 2006 tarihinde İSAM tarafından yayınlanan bir kitapta bölüm olarak yer aldığını bildirmektedir. Görmez'in bu asılsız iddiası, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sünnetinin dinde asli kaynak olduğunu açıkça ortaya koyan onca ayeti hiçe saymak anlamına gelir (Bkz. Necm: 3-4, Haşr: 7. Bakara: 151, Nisa: 64 -65, Cuma: 2, Araf: 157, Tevbe: 29 vb.).

Aynı bağlamda Görmez, bütün ulema tarafından sünnetin hücciyetine delil getirilen ve manevi mütevatir derecesine ulaşan 'Dikkat edin, bana Kuran ve onunla birlikte bir misli verildi' buyrulan Erike Hadisinin[8], en az uydurma kabul edilen hadis kadar zayıf olduğunu söylemektedir.[9]

İşte sünnet ve hadislere olan bu arızalı bakışının neticesi olsa gerektir ki, Görmez'in fıkhî hükümler hususunda da vahim görüşleri mevcuttur. Mesela, Müslüman hanımların, ehl-i kitap (Yahudi ve Hıristiyan) erkeklerle evlenebileceklerini[10], özel hallerinde namaz kılabileceklerini, Kabe'yi tavaf edebileceklerini [11] söylemektedir.

Bilindiği gibi Müslüman kadınların gayrimüslim erkeklerle evliliği ayet ve hadislere dayalı olarak bütün ulema tarafından haram kabul edilmiştir. Bu konuda sahih ve sarih icma vardır. Görmez ise, garip bir cesaretle ulemanın bu hususta yanlış icma ettiğini belirtmektedir. Halbuki hadis-i şerifler dışında ve 'kafirin müslüman üzerinde velayet hakkının bulunmadığı' esası dışında, konuyla ilgili '… Müslüman hanımlar kafirlere helal değillerdir. Kafirler de müslüman hanımlara helal olmazlar…' ayet-i kerimesinin anlamı da son derece açıktır. (Mümtehine, 60/10).

IV- GÖRMEZ'İN MEZHEPLER HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ VE YENİ FIKIH OLUŞTURMA ARAYIŞLARI

Görmez, mezhepleri 'beşerî yapılar' diye vasıflandırarak[12], onları sanki Kur'an ve Sünnet'ten bağımsız, alimlerin kendi indî görüşleri ve hükümleri gibi göstermektedir.

Halbuki hadislerin nasıl senetleri varsa, mezhep imamlarının verdiği fetvaların da ayet ve hadislerden delilleri vardır. Ama fıkıh ve ilmihal kitaplarında insanların pratik olarak istifade edebilmeleri için o bölümler çıkarılıp sadece fetva kısmına yer verilir. Bu arka planı bilmeyenler de adeta 'İmam Azam şöyle demiş', 'Ahmed b. Hanbel böyle demiş' diye, bu fetvaları onların şahsî kararları sanırlar. Daha doğrusu Müslümanlar uzun bir süreçten beri böyle bir yanlışa kasıtlı olarak yönlendirilmektedir.

Halbuki hiçbir alim kendi beşerî gücüyle veya salt aklıyla hüküm vermez. Onların hüküm ve fetvaları edille-yi şeriyye ölçüleri ile kaimdir; yani Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas'a dayanır. Onlara beşerî yapı demek, kaynaklandıkları İslamî temelleri yok saymak anlamına gelmektedir. Mezhepler arasındaki ihtilafın sebepleri ise ayrı bir konudur.

Görmez, İslam'ın medar-ı iftiharı olan büyük müçtehitleri, mezhep imamlarını, fakihleri bu şekilde itibarsızlaştırmaya çalışırken, kendi tarihselci üstadlarını da yüceltebildiği kadar yüceltmektedir. Mesela daha önceki bir yazımızda geçtiği üzere M. Said Hatiboğlu'nu, Nisan 2017'de Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) Kadın Aile ve Gençlik Merkezi (KAGEM) tarafından düzenlenen 'Ustalara Saygı, Bilge Bir Hayat' panelinde 'sadece bir alim değil, aynı zamanda bir mektep' olarak tavsif etmektedir. [13]

Görmez'in bu sözlerle methettiği M. Said Hatiboğlu'nun dini tenkitçilikte Türkiye'de oryantalist düşüncenin ilk ve en önemli temsilcilerinden biri olduğunu önceki yazılarımızda anlatmıştık.

Görmez'in 15 Temmuz darbe girişiminden sadece iki yıl önce, 2014 Nisanında Fethullah Gülen grubu içinde 'İcma Kıyas Kurulu' denen bir oluşumun toplantısına katıldığı da medyaya yansımıştır. Bu konuda Fuat Uğur, 07.08.2018 tarihinde kaleme aldığı, 'Mehmet Görmez'in Vahim Hatası; FETÖ'cü İcma Kıyas Kurulu' başlıklı yazısında şöyle demektedir:

'… Fetullah iblisi, 2016 yılındaki 15 Temmuz hain darbe girişimi başarılı olsaydı Türkiye'ye dönecek, Diyanet'e derhal İcma Kıyas Kurulu'nu toplattıracak, ardından da dandik ve kıytırık 'Müçtehit'lere telkin yoluyla kendini halife ilan ettirecekti…' [14]

Görmez, Mayıs 2017'de 'Avrasya İslam Şûrası Fetva Meclisi' adıyla bir faaliyete de öncülük etmiştir. Kurulan bu fetva meclisinin nasıl bir profil sergileyeceğini Görmez'in Kuruluş Toplantısında yaptığı ve içinde bol bol 'güncelleme' geçen konuşmasından anlamak zor değildir. [15]

Görmez'in, branşı Hadis olmasına rağmen Fıkıh'la ilgilenmesi ve fetva meclisleriyle münasebeti son derece anlamlıdır. Zira, bugün İslam fıkhının müktesebatı mevcut sorunlara fazlasıyla cevap verirken, 'gelenek' diye yaftaladıkları Fıkıh ilmi ve diğer İslami ilimler devre dışı bırakılmaya çalışılmakta, bu ilimlerin yerine de oryantalist menşeli tarihselci fikir akımı yerleştirilmek istenmektedir. Ne yazık ki son çeyrek asırdır doludizgin çalışan ve resmi kurumlarda bile hakim hale gelen bu zihniyet, bugün artık amacına ulaşma noktasına kadar gelmiştir.

Görmez, Fazlurrahman ve tarihselcilik kaynaklı düşünce sistemini 15 yıllık idarecilik devresinde Diyanet'e de hakim kılmaya çalışmıştır. Bu hususla ilgili olarak Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı Dr. Ahmet Gelişgen'in 2008 tarihli 'Fazlurrahman Afeti ve Diyanet' adlı makalesinde şöyle denmektedir:

'Tarihsellik önünde en büyük engel olarak kabul edilen Fıkıh, Tefsir, Hadis ve Akaid gibi temel İslam bilim dalları ve usullerini kıyasıya eleştiri, Fazlurrahman'a gönül verenlerin de bugünkü yazı ve söylemlerinde ağırlık verdikleri öncelikli konular arasında bulunmaktadır. Ankara Okulu Yayınlarının neredeyse tamamına yakını bu fikirleri savunma gayretindedir. Eski İslamiyat Dergisi ve Ankara Okulunun gündeminde de genelde bu konular yer almaktadır. İslamiyat Dergisi ve Ankara Okulu müntesiplerinden Diyanet'in üst yönetimini oluşturan M. Görmez ve ekibi, düşünceleri doğrultusunda yollarına devam etmektedirler. Bu bağlamda Diyanet'in son on beş yıldaki eğitim programları ve yayınlanan eserleri genelde İslamiyat Dergisi yazar ya da yöneticilerine hazırlatılmıştır. Tenkitler üzerine Ankara Okulu dışındaki bazı hocalar göstermelik olarak yer yer devreye konmaktadır. Beş yıl gibi uzun bir süre üzerinde çalışılarak, 2007 sonlarında uygulamaya konan HASEKİ (Dini Yüksek İhtisas Merkezleri) programı ile Türkiye'mizin müftü ve vaiz adaylarına Fazlurrahman'ın fikirlerini sembolize eden dinî modernizm / tarihselcilik düşüncesinin benimsetilmesinin hedeflendiği gözlerden kaçmamaktadır. Bu amaçla Fazlurrahman'ın birçok kitabının yanı sıra, onun yolunu benimseyen modernist / tarihselci ilahiyatçıların kitap ve makaleleri de HASEKİ programına konmuştur. En son yapılan tadilatla da özde bir değişikliğin yapılmadığı haberini aldık.' [16]

Yukarıda görüldüğü üzere Mehmet Görmez, Fıkıh başta olmak üzere bütün İslamî ilimleri 'gelenek' adı altında her türlü tenkitle devre dışı bırakarak, 'dinde rönesans' dediği tarihselci / modernist bir din anlayışını hakim kılma çabası içerisinde yoluna devam etmektedir. Sekiz yıllık Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı ve 7 yıllık Diyanet İşleri Başkanlığı sürecinde bu yolda çalıştığı gibi, Diyanet'ten ayrıldıktan sonra kurduğu 'İslam Düşünce Enstitüsü (İDE)'de de aynı yolda faaliyetlerini sürdürmektedir.

Mehmet Görmez'in tarihselci, modernist görüş ve yaklaşımlarına daha birçok örnek verilebilir. Ama bu kadarını maksadı anlatmak babında kafi görüyor ve Görmez dosyasını bu yazıyla sonlandırıyoruz.

Takdir, basiret ve feraset sahibi değerli okuyucularımızındır.

[1] Mehmet Görmez'in, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu'nun 16.03.2003'te gazete ve televizyonların Ankara temsilcileriyle yaptığı kahvaltılı basın toplantısında sorulan bir soruya 'Başkan Yardımcısı' sıfatıyla verdiği cevap. Bknz: http://www.diyanet.gov.tr/tr/icerik/kahvaltili-basin-toplantisi/6381?getEnglish=

Ayrıca 6 Ekim 2004, Hürriyet, Süleyman Demirkan yazısı

[2] Türk Dünyasının Dinî Meseleleri, TDV Yayınları, 1998, Ankara s. 199.

[3] A.g.e., s. 191.

[4] Ebu Davud, Melahim, 1.

[5] Görmez, a.g.m., s. 5 - 6.

[6] Bak: 'Hz. Peygamberı̇ Örnek Almak ve Sünnete Tabı̇ Olmanın Anlamı Üzerı̇ne' Makaleye şuradan ulaşılabilir:

http://www.mehmetgormez.com/Kur%E2%80%99%C3%A2nvesunnet/hzpeygamberiornekalmakvesunnetetbiolmaninanlamiuzerine

[7] Makale, 22 Mayıs 2015 tarihi itibariyle adı geçen sitede mevcuttur. Görmez 'Sünnetin kaynak Değerini Temellendirme Sorunu' s. 8 – 10.

[8] Ebû Davûd, Sünnet, 6; İbn Mace, Mukaddime, 2; Tirmizî, İlim, 10; Ahmed, IV/131.

[9] Görmez, a.g.m., s. 6, 8.

[10] Güncel Dini Meseleler Birinci İstişare Toplantısı – I (15-18 Mayıs 2002), İstanbul, (DİB baskısı, Ankara, 2004), s. 292. (Ahmet Gelişgen'in 'Görmez'i veya Diyanet'teki İcraatını Tezkiye Eden Hocalara!' adlı makalesinden alınmıştır; https://ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=94#2103 )

[11] Güncel Dini Meseleler Birinci İstişare Toplantısı - I (15-18 Mayıs 2002), İstanbul, (DİB baskısı, Ankara, 2004), s. 366. (Ahmet Gelişgen, aynı makale; https://ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=94#2103 ).

[12] Mehmet Görmez bu fikri pek çok yerde seslendirmiştir. Örnek olarak şu röportajına bakılabilir:

https://www.sabah.com.tr/yazarlar/muderrisoglu/2016/01/09/baris-ve-catismasizlik-ortami-kurmamiz-sart

[13] https://www.haberler.com/diyanet-isleri-baskani-gormez-aciklamasi-9454728-haberi/

[14] Fuat Uğur, 'Mehmet Görmez'in Vahim Hatası; FETÖ'cü İcma Kıyas Kurulu' 07.08.2018, Türkiye Gazetesi. Makaleye şuradan ulaşılabilir:

https://m.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/fuat-ugur/603580.aspx

[15] https://www.diyanet.tv/avrasya-İslam-surasi-fetva-meclisi-kuruldu

[16] Ahmet Gelişgen, 'Fazlurrahman Afeti ve Diyanet' Makaleye şuradan ulaşılabilir:

https://ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=149#2094