Yazıma başlarken sistem derken önce kastımızı izhar edelim. “Sistem Devlet değildir.” Devlet, bizim fikrimize ve Ecdadımızdan bize intikal eden anlayışımıza göre “ebed müddet bir nizamı” temsil ederken, sistem gelip geçici bir durumdur. “Bugün bu sistem olur, yarın başka bir sistem olur, ancak Devlet hep asıldır, Devlet hep asildir.”

Evet, yazımızın başlığında da yer alan sorum var şimdi.

Bu sistem Narin’lerin mi yanında, Azman’ların mı yanında?

Narin’ler güçsüzler ve zayıflar, Azman’lar güçlüler ve suçlular.

Benim anlayışıma göre “sistemin en birincil görevi, kız ya da erkek olsun tüm güçsüzleri ve güçsüzler içinde de en çok çocukları korumaktır.” Çünkü çocuklar narindir, naziktir. Çünkü çocuklar zayıftır, güçsüzdür.

“Güçlü zaten kendisini korur.”

Ey sistemin yetkilileri senin görevin güçsüzleri zayıfları korumaktır.

Biz bunu böyle söylüyoruz da gel gör ki uygulamada durum nasıl?

Uygulamada sistem güçlüleri koruyor. Durum bu kadar açık ve nettir. Uygulamada sistem güçlüleri nasıl koruyor? İmar affı, vergi affı, sigorta affı, şu affı, bu affı diye çıkartılan her yasa suçluyu, yani güçlüyü korumaktır. Birinci koruma şekli budur.

Başka nasıl koruyor sistem güçlüleri. Zayıf ve mazlum kişinin elinden bir şey gelmiyor, hiçbir şey elde edemiyor. Güçlü, azgın ve gözü açık kişiler, Devletin malına el koyuyor. Sonra allem-gullem diyerek ödeme yapıyor biraz. “Sonra bir Kanun çıkartılıyor ve o el koyduğu malı, mülkü satın alıyor.” Peki Devletin malına, mülküne saygı duyup da el koymayan zavallı ve zayıf kimseler ne oluyor? Onlara hiçbir hak ve imkan yok.

Başka nasıl koruyor sistem güçlüleri. Adam vergi kaçırıyor. Sonra “uzlaşma muzlaşma diyerek, uzlaşıyor ve kaçırdığı vergi yanına kâr kalıyor.” Vergisini veren dürüst vatandaşa ne oluyor? Onlara hiçbir hak ve imkan yok.

Bu tür kötü uygulamaları ve güçlülerin ve haksızların bu sistemde korunduğu onlarca misali burada anlatabilirim. Şimdilik bu kadar anlattıklarım yeter.

Bunun dışında zaten güçlüleri, suçluları koruyan onlarca devlet görevlisi de var. Onlar kim mi?

Bu Ülkede parayı bastıran, avukatıyla, hukukçusuyla saldırışa geçip de suçluları hapisten çıkartan onlarca suiistimal mekanizmaları mevcuttur. Parası olan avukat tuttuktan sonra, hakimi mi tavlıyorlar, savcıyı mı tavlıyorlar, hapisten nasıl çıkartılıyor? Ben bilmem büyüklerim bilir. “Büyüklerim bilir” dedim de bir şair ve şiir aklıma geldi. Allah rahmet eylesin Şair/ozan Abdürrahim Karakoç, “ben bilmem büyüklerim bilir diye sesleniyor.” (Şiirde” Böyükler” diye geçiyor)

Bu şiirin birinci ve ikinci dörtlüğü ile son dörtlüğünü aşağıda takdim ediyorum

Yalan-dolan ile devran sürmeyi
Biz ne bilek beğim, böyükler bilir.
Milletin başına çorap örmeyi
Biz ne bilek beğim, böyükler bilir.

Rüşvet vermek, rüşvet almak nasıl şey
Hazineden para çalmak nasıl şey
Terlemeden zengin olmak nasıl şey
Biz ne bilek beğim, böyükler bilir.

….

Âdettir gerekmez mâluma ilâm
Taklide günaydın, asıla selâm
Ne ki hınzırlık var hâsılıkelâm
Biz ne bilek beğim, böyükler bilir.

Evet, bu şiir her şeyi çok güzel özetliyor da biz şiirden tekrar gündeme gelelim.

Gündemde iki kızımız var. Birisinin ismi Narin, diğerinin ismi Sıla. Bu iki kızımızı sistem koruyamadı.

Şimdi sistem mi koruyamadı, sistemin yetkilileri ve görevlileri mi koruyamadı tartışmasına girmeyeyim. Bazen de sistem dört dörtlük olsa da uygulamada yetkililer ve görevliler savsaklama yapabilir mi? Ya da kanunlar delinip de geçilebiliniyor mu? Güçlüler, kanunları delip de geçebilirler mi?

Kanunları delip geçme dedim de yine aklıma bir şey geldi. "Kanunlar örümcek ağı gibidir. Büyük sinekler deler geçer, küçükler ise takılır kalır.”

Güçlüler büyük sinek durumunda, zayıflar küçük sinek durumunda.

Güçlüler azman durumundadır ve onlara kanun-manun işlemez.

Ancak zavallılar kanuna takılıp kalırlar. Sistem böyle işliyor maalesef.

Şimdi asıl söylemek istediğimiz hususa gelelim.

Evet, Narin kızımızı ve Sıla isimli, bebeğimizi bu sistem koruyamadı. Bir önceki yazımda da belirtim. Narin ve Sıla olayını. O iki olayı tekrar belirteyim.

“Diyarbakır İli Bağlar İlçesi Tavşantepe kırsal mahallesinde Ağustos ayının ortalarında bir cinayet işenmiş ve o cinayet Ülke gündemini 1 aya yakındır işgal ediyor. Herkes 8 yaşındaki Narin isimi kızımızın nasıl ve kimler tarafından öldürüldüğünü merak ediyor. Küçücük ve masum bu kızımıza kimler, niye kıydı? Devlet bunu bir aydır çözemiyor.   Bir de Tekirdağ ilinde. Tekirdağ’daki mağdur bebeğimiz daha 2 yaşında ve dilimize almaya çekindiğimiz ve utandığımız bir fiile maruz kaldığı söyleniyor o masum bebeğimizin.

Bu iki olayda da cinayet, şiddet, yüz kızartıcı tüm suçlar mevcut. Yalnız bunlar mı? Bu Ülkede halen de buna benzer nice olaylar işleniyordur ya da geçmişte işlenmiştir. Kimi örtbas edildi, kimi gündeme dahi getirilmedi.

Bugün Narin kızımız ve Sıla bebeğimiz bu Ülkedeki sistemin mağdurlarıdır. Bu sistem böyle devam ettiği müddetçe ve güçlü korunduğu sürece daha çok Narin’ler ve Sıla’lar mağdur olacaktır.

İnsanlar da, neredeyse ta gençlik yıllarından beri, güçlü olanın adaletten kaçacağı, parası olana adaletin bir şey yapamayacağı şeklinde kanaat ve algı meydana getirdiler. Bu algı ve kanaat hüküm sürdüğü sürece daha çok Narin’ler ve Sıla’lar zulme uğrayacaktır. Bu durum devam ettiği müddetçe Azman’lar ortalıkta fink atacaktır.

Şunu herkes düşünsün ve dikkat alsın: Devlet adaletle ve zayıflar korundukça ayakta durur. Yoksa yıkılır gider. Benden hatırlatması.

Bu hatırlatmayla birlikte şu hususu da hassaten belirtiyorum.

“Sistemin görevi Narin’leri, yani zayıfları korumak olmalıdır.” Sistem, Narin’lerin yanında olmalı, Azman’ların değil.

Vesselam.