Zikir konusunda önceki yazımızda ortaya konan malumat, bu mübarek ibadetin İslam’da ne kadar köklü bir mana teşkil ettiğini anlatmaya kâfidir. Bununla birlikte mahiyetinin zenginliğini teyit sadedinde zikrullahın diğer ibadetlerle ve bazı İslami kavramlarla münasebetine bir miktar daha değinelim.

Kuran-ı Kerim’de Allah’ı zikirle ilgili 256 ayet vardır. Mahlûkatın tesbihiyle ilgili ayetleri de ilave edersek, bu sayı 280’in üzerine çıkar. Esasen sadece bu durum bile zikrullahın dindeki önemine delil teşkil etmektedir.

Zikrin diğer ibadetlerle münasebetini bir cümleyle şöyle ifade edebiliriz:

“Bütün ibadetlerin özü zikirdir.”

Evet, her ibadetin özü, esası Allah’ı zikirdir. Zaten böyle olmasaydı o ibadet, ibadet olmaktan çıkardı.

Şimdi zikrin bazı kavramlarla olan ilişkisine bir bakalım:

1- Zikir - Kuran-ı Kerim İlişkisi

Bilindiği üzere Kuran-ı Kerim’in bir adı da “Zikir”dir. Bu mana son derece anlamlı ve keyfiyetlidir. Zikir Allah’ı anmak olduğuna göre, Allah’ı “Allah’ın Kelamı” ile anmak elbette ki en etkili zikir olacaktır.

İlgili ayetler mealen şöyledir:

“Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) Biz indirdik Biz! Onun koruyucusu da elbette Biziz.” (Hicr: 9)

“İşte bu (Kur'ân) da, mübârek bir Zikir’dir ki onu (Biz) indirdik. Şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz?” (Enbiya: 50)

“(O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Zikri (Kur’an’ı) indirdik.” (Nahl: 44)

Bazı âlimler bu ayetlerde geçen “Zikir” kelimesinin vahy-i metlüv olan Kuran’ın yanı sıra, vahy-i gayr-i metlüv olan Sünnet’i de ihtiva ettiğini söylemişlerdir. Doğrusu bu mana son derece isabetlidir. Zira Sünnet de Kuran gibi bize Allah’ı tanıtmakta, Allah’ı hatırlatmakta, Allah’a nasıl kul olunacağını tarif etmektedir.

2- Zikir – Hz. Peygamber (s.a.v.) İlişkisi

Zikrin bir manası da Hz. Peygamber’dir (s.a.v.). Bu mana da çok isabetli ve anlamlıdır. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) Allah’ı hatırlatmak için gelmiştir.

Sâd Suresi 87. Ayet mealen şöyledir:

“O, âlemler için bir zikirdir.”

Bu ayette yer alan “O” zamiri, hem Kuran hem de Hz. Peygamber (s.a.v.) manasına gelmektedir. Ayetteki zikir kavramını, Hz. Peygamber (s.a.v.) olarak anlayanlara göre, onun şahsiyeti baştanbaşa zikir, nasihattir.

Talak Suresi 10 -11. Ayetler ise mealen şöyledir:

“Allah’tan korkun ey gönül erbabı! Allah size gerçek bir Zikir indirmiştir. O Zikir, iman edip de güzel ve temiz amellerde bulunanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Allah’ın her şeyi açık açık bildiren ayetlerini size okuyup duran bir Resuldür.”

Denilir ki bu ayette zikir olarak kast edilen, Hz. Peygamber’in (s.a.v) vasfıdır. Nasıl “Kelime” Hz. İsa’nın (a.s.) vasfı ise (İsa Kelimetullah), zikir de Hz. Muhammed’in (s.a.v.) vasfıdır.[1]

Yine Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“Habibim! Sen onlara hiç durmadan zikir yoluyla öğüt ver. Sen sadece bir müzekkirsin (zikir yoluyla eğitensin).” (Ğaşiye: 21.)

Peygamberler zikri yaşar, zikri anlatırlar; zikir yoluyla insanları Hakka çağırır ve yine zikir yoluyla onları eğitirler. O halde “zikir” kelimesiyle “rasul” kelimesi arasında da tam bir mutabakat vardır.  

3- Zikir – Namaz İlişkisi

Zikrin bir manası da namazdır. Dinin direği olan ve içinde pek çok tesbihat barındıran namaz da, elbette ki zikir anlamına çok uygundur. Cuma namazını anlatan ayet-i kerimede “fes’ev ilâ zikrillah / Allah’ın zikrine koşun” buyrulmuştur. Bu ayette zikirden maksat, Cuma namazıdır.

Tâhâ Suresi 14. Ayette ise namazın gayesinin Allah’ı zikir olduğu haber verilmektedir:

“Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve zikrim için (beni anmak için) namaz kıl.”

4- Belli Lafızlarla Allah’ı Zikretmek

Zikrin bir manası da belli lafızlarla Allah’ı zikretmektir. Bu zikir lafızlarından büyük bir kısmı Kuran’da ve hadislerde geçmektedir.

Zikrin mana ve mahiyetini anlamayan bazı kimseler, belli lafızlarla zikir konusunu reddetmekte veya buna önem vermemektedirler.

Zikrin müstakil bir ibadet olduğuna şu ayet-i kerimeler delildir:

“Namazı bitirince de ayakta iken, otururken ve yatarken Allah’ı anın…” (Nisâ: 103.)

“… Namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak/ zikir elbette ibadetlerin en büyüğüdür.” (Ankebut: 45)

Bu ayet-i kerimede namaz anlatıldıktan sonra “ve” bağlacıyla zikir ayrılmış ve zikrin “en büyük” olduğuna vurgu yapmıştır.

İbn Abbas (r.a.) bu ayete mana verirken “Zikir, zikri ihtiva etmeyen her ibadetten büyüktür” demiştir.

Cuma namazını emreden ve namazdan “zikir” olarak bahseden ayetten bir sonraki ayet, mealen şöyledir:

“Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” (Cuma: 11)

Görüldüğü gibi bu ayette namazdan sonra da Allah’ı çok zikretmek emredilmiştir.

Zikrin belli başlı lafızlarla müstakil bir ibadet olduğuna dair hadislerde de çok deliller mevcuttur. Birkaç örnek verelim:

Hz. Câbir’in (r.a.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Zikrin en faziletlisi lâ ilâhe illallah’tır.” [2]

Ebû Hüreyre’den (r.a.):

“Dile hafif, mîzana konduğunda ağır gelen ve Rahmân olan Allah’ı hoşnut eden iki cümle vardır: Sübhânallahi ve bi–hamdihî sübhânallahi’l-azîm (Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamd ederim. Yüce Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tekrar tenzih ederim). ” [3]

Yine Ebû Hüreyre’den (r.a.):

“Sübhânallâhi velhamdülillâhi velâ ilâhe illallahü vallâhü ekber demek, benim için, üzerine güneş doğan her şeyden daha kıymetlidir.” [4]

Ebû Zer’den (r.a.):

Resûlullah (s.a.v.) bana şöyle buyurdu:

“Allah’ın en çok hoşlandığı sözü sana bildireyim mi? Allah’ın en çok hoşlandığı söz, ‘Sübhânallahi ve bi–hamdihî’ demektir.” [5]

Ebû Mâlik el–Eş’arî’den (r.a.):

“Temizlik imanın yarısıdır. Elhamdülillâh duası mizanı, sübhânallahi ve’l–hamdülillâhi zikri ise yer ile göklerin arasını sevap ile doldurur.” [6]

Bu konuda deliller çoktur. Bu kadarıyla iktifa ediyoruz.

5- Zikir – İman İlişkisi

Allah’ı zikreden kişinin imanı güçlenir.

Bir defasında Allah Rasülü (s.a.v), ashabına “İmanınızı sık sık yenileyiniz” buyurdu. Ashab “İmanımızı nasıl yenileyelim Ya Rasulelllah?” diye sordular, Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v) şöyle cevap verdi:

“Çokça ‘la ilahe illallah’ kelime-i tevhidini söyleyiniz” [7]

Ashabdan Abdullah b. Revâha (r.a.) rastladığı arkadaşlarına “Gel de bir saat Allah’a iman edelim” dermiş. Kendisine “Biz mü’min değil miyiz?” diye sorulduğunda da “Evet, biz mü’miniz. Fakat Allah’ı zikredersek imanımız daha da artar” diye cevap verirmiş.

İmanın dereceleri, zikrin çokluğu ve kemaliyle son derece ilgilidir. Mesela ilme’l yakîn derecesindeki bir iman, Allah’ı çok zikretmek suretiyle ayne’l yakîn ve hakke’l yakîn derecelerine ulaşabilir.

6- Zikir – Nefis Terbiyesi ve Mutmainlik İlişkisi

Zikir, nefis terbiyesinde en etkili unsurdur. Kişi zikretmek suretiyle nefsin mertebelerini aşarak Allah’a kurbiyette ilerleyebilir. Bu meyanda Ra’d 28. Ayet mealen şöyledir:

“Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla / zikirle yatışıp huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla / zikirle yatışır, huzur bulur, tatmin olur.”

7- Zikir ve Şehidin Hali

Zikrin cihad ve şehitlikle de çok yakın mana irtibatı vardır. Şehit, son anında o hale gelmiştir ki, kalbinde Hakkın zikri ve muhabbetinden başka bir şey kalmamıştır. Zikrullahın insanı getirmek istediği son nokta da zaten budur.

Demek ki zikirle cihad ve şehadet, aslolan gaye ve maksatta birleşiyorlar. Fark ise şuradadır:

Cihadda hedef küffar, zikrullahda hedef nefistir. Nefis, zahiri düşmandan / küffardan daha tehlikelidir. O sebeple onu mağlup etmek daha zordur ve daha büyük bir şereftir. Onun için nefisle olan mücadeleye “mücahede” denmiş ve bu cihad “cihad-ı ekber” yani en büyük cihad olarak vasıflandırılmıştır.

Burada insanı şehadetle aynı noktaya getiren zikir, elbette ki gafil bir kalple, sadece dilden yapılan zikir değildir; devamlı olan, kalp huzuruyla olan zikirdir.

8- Zikir ve Son Nefes

Kişinin ebedî hayatını hüsran yahut saadete çevirecek sır ve nükte, son nefeste belli olur. Son nefeste kelime-yi şehadeti tasdik ve ikrar ederek ölen kimse Allah’ın lütfuyla imanla göçer.

Son nefeste bu zikir kelimesini tasdik edebilmek yahut söyleyebilmek için onu hayat boyu kalpten ve dilden çok çok tekrar etmek gerekir. Çünkü hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz!” [8]

Buna göre kişi Allah’ı zikri diline vird edinirse; kalben, zihnen ve fikren bu zikre iştirak ederse ve de bu vesileyle gelen mutmainliği hayatına hâkim kılarsa, Allah’ın lütfuyla, hayatında olduğu gibi son nefeste de bu zikri tekrar etmeye muvaffak olur. Allah rahmet, merhamet ve hidayetiyle imdadına yetişir; hüsn-i hatime ile, iman şerefi ile Rabbine kavuşur.

Cenâb-ı Hak bütün müminlere bu saadeti nasip eylesin. Gerek kalbimizde, gerek mescidlerimizde, gerekse tüm hayatımızda bizleri masiva ve şirkten uzak eylesin.

Bitirirken, bu yazıların kaleme alınış sebebini bir kere daha hatırlatmak isterim:

Allah’ı tenzih, tesbih ve zikir denince bu hal ve amellerin mahalli olarak manen “kalp” madden de “mescidler / camiler” hatırlanır. Zira kalp “nazargâh-ı ilahi” mescidler / camiler de “Beytullah / Allah’ın evi”dir. 

Allah’ın evi olan mescidlerde Allah’tan başkasının adı anılamaz, Allah’tan başkasına kulluk yapılamaz. Ayasofya ve Kariye Camilerindeki durumu değerlendirdiğimiz yazılarımızda sık sık atıfta bulunduğumuz Cin Suresinin 18. Ayetini mealen tekrar hatırlayalım:

“Şüphesiz mescidler, Allah’ındır. O hâlde, Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk etmeyin.” (Cin: 18)

Evet, Allah’ın evi olan mescidlerde sırf ve sadece Allah’ın adının anılması, sırf ve sadece O’na ibadet ve dua edilmesi, O’ndan başka hiçbir varlığa meyledilmemesi, tevhidin gereğidir.

Mescid / cami adı taşıyan bir çatı altında en küçük bir teslis / şirk sembolüne yer verilemez; bunlara tazim manası taşıyan hiçbir fiile de müsaade edilemez.

İslam akaidini açıktan ihlal eden bu uygulamaların Ayasofya’dan da, Kariye’den de, benzeri bütün dinlerarası diyalog camilerinden de behemehâl kaldırılması gerektiğini bir kere de bu yazı vesilesiyle tekrar ederiz.


[1] Ragıb el- İsfehanî, Mücemü’l Müfredat; tah. Nedim Maraşlı, yy 1973-1981.

[2] Tirmizî, Daavât 9. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 55.

[3] Buhârî, Daavât 65, Eymân 19, Tevhîd 58; Müslim, Zikir 31. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 60; İbni Mâce, Edeb 56.

[4] Müslim, Zikir 32. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 128.

[5] Müslim, Zikir 85.

[6] Müslim, Tahâret 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 86.

[7] Ahmed, Müsned, II, 359.

[8] Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663.