Bu köşede haftalardır “İkinci Ayasofya Vakıası” benzetmesiyle Kariye Camiine verilmek istenen “cami - müze – kilise” karması statüye dikkat çekiyor; bunun dinimiz İslam’ın tevhid akidesiyle bağdaşmadığını, teslis / şirk sembollerinin camideki tevhid ve ihlas atmosferini bulandırıp, hak - batıl karması bir manzarayla şirke sebep olacağını anlatmaya çalışıyoruz.
Biz, yaptığımız Kuran - Sünnet eksenli bunca ikazın karşılığı olarak müspet haberler bekler iken, geçtiğimiz günlerde ne yazık ki endişelerimizi haklı çıkaran bir gelişme daha yaşandı. Kariye Camiine giriş de, tıpkı Ayasofya’nın üst katı gibi ücretli hale getirildi. Konuya dair basına yansıyan bir haber metni şöyle:
“Uzun yıllar müze olarak kullanıldıktan sonra 6 Mayıs'ta bir kısmı tekrar ibadete açılan Kariye Camii'nde 19 Ağustos itibarıyla ziyaretçi yönetim planına geçiliyor. “İbadet” ve “ziyaret” yerlerinin daha evvel ayrıldığı mabet, cuma günlerinde sadece ibadet için yerli ve yabancı ziyaretçilere açık olacak.
Tarihi cami, cuma dışındaki günlerde ise hem ziyaret hem de ibadet maksatlı ziyaret edilebilecek. Ancak söz konusu altı günde Kariye Camii'ne yapılacak turistik ziyaretler için kişi başı 20 avro bilet ücreti ödenmesi gerekecek.
Cuma günleri dışında Kariye Cami'nde ibadet etmek isteyen Türk vatandaşları ile yabancı ülkede yaşayan Müslümanların bilet ücreti ödeyip ödemeyecekleri ve camiye ne zaman girebilecekleri Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerinin yapacağı açıklama sonrasında belli olacak.” [1]
Evet, bu haber ne yazık ki bizim “İkinci Ayasofya” benzetmemizi haklı çıkarmıştır.
1- Kariye’deki Bu Uygulamanın Dinî ve Hukukî Manası
Her şeyden evvel, bir cami içinde “ibadet” ve “ziyaret” yeri ayrımı olması, yüce dinimizdeki mescid hukukuna tamamen aykırıdır. Üstelik “ziyaret yeri” denen bölüm, “ücretli giriş” ile müze statüsüne tâbi kılınmaktadır. Esasen bu “müze statüsü” bile başlı başına cami hukukunu ihlaldir. Ama asıl tehlike bunun bir adım sonrasıdır.
O tehlike de, camiyi ziyaret eden gayrimüslimlerin, restorasyon sırasında açıkta bırakılan Hıristiyanlığın teslis / şirk sembollerini görünce, kendi batıl dinlerine göre birtakım ritüeller gerçekleştirmeleri, böylece bu mekanın “müze görünümlü bir kiliseye” dönüşmesidir.
Evet, bunun olacağı muhakkaktır. Bir Hıristiyan’ın, Tanrı İsa (!), Tanrı Anası Meryem (!), rahip, papaz, melek vs. resimler karşısında istavroz çıkarmaması neredeyse imkânsızdır. Nitekim bunun örneklerini Ayasofya’da görmüştük. Turistlerin müze statüsündeki üst katta yaptıkları ayinlerin görüntüleri sosyal medya mecralarında paylaşılmıştı ve halen de mevcuttur.
Benzeri görüntülerin Kariye’den de paylaşılmayacağını hiç kimse iddia edemez. O halde Kariye’deki bu ibadet - ziyaret yeri ayrımı ve paralı giriş uygulamasıyla kilise ayinlerine zemin hazırlandığı açıktır.
Kültür Bakanlığının camilerimiz üzerinde ibadet yeri - ziyaret yeri, paralı gün - parasız gün gibi tasarruflarda bulunma yetkisi yoktur. Böyle bir tasarruf, din, inanç ve ibadet hürriyetine, mescidlerin hukukuna aykırıdır.
Yukarıdaki haber metnine göre Cuma dışındaki günlerde Müslümanların ücret ödeyip ödemeyeceklerinde de belirsizlik vardır. Bakanlığın bununla ilgili yeni bir açıklama yapması beklenmektedir. Sadece bu husus bile, bu uygulamanın ne kadar keyfilik arz ettiğini göstermektedir.
Kariye’de başlayacak olan bu ücretli giriş uygulaması için, basında ilginç bir yorum yapılmaktadır.
Buna göre ücretli uygulamanın başlatılmasının sebebi, ziyaretçilerin yoğunluğu ile fresklerin, yani teslis / şirk sembollerinin zarar görmemesi için UNESCO’dan gelen tavsiye imiş![2]
UNESCO’nun, teslis yani şirk sembolü fresklerin korunmasına gösterdiği hassasiyeti, bu milletin içinden çıkarak yine bu milletin işlerine vekâlet edenlerin kendi inanç esaslarına göstermemeleri ne kadar kahredici ve ne kadar ibretlik bir durumdur. Kuran-ı Kerim’de açık ve net “Şüphesiz mescidler Allah’ındır. O hâlde buralarda Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk / dua / ibadet etmeyin.” (Cin: 18) diye emredilmişken, bu emri bir tarafa bırakıp “UNESCO tavsiyelerini” tercih etmek, bu milletin manevi ve milli değerlerine bağlılık hususunda tabii yoldan gelişen ve son derece şeffaf neticeler veren bir samimiyet testi olmuştur.
Camilerin statüsü, manevi ve zahiri kuralları, İslam tarafından belirlenir. UNECCO denen kuruluşun İslam’ın cami statüsüne müdahale etme, tavsiye şeklinde de olsa karışma hakkı ve yetkisi yoktur. İslam’ın tevhid ve ihlas merkezli hukuku ortada iken, bunu ihlal etmek pahasına UNESCO tavsiyeleriyle amel edilemez.
2- Meselenin Farklı Boyutlarıyla Değerlendirilmesi
Müze, cami kilise karışımı ne idüğü belirsiz bu uygulama Ayasofya’da başladı; Kariye’yle devam ediyor. Kiliseden çevrilenler başta olmak üzere, diğer cami ve mescidlerimizde de bu modelin tatbik edilmesinden endişeliyiz. Bugün yaşananlara ses çıkarılmaması bu kapıyı aralayabilir.
Bir başka endişemiz de, önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi, “ortak mabed” denen bu telakkinin, ilk kıblemiz Mescid-i Aksâ’ya da uygulanmaya kalkışılmasıdır.
Bugün İsrail işgali altında bulunan Mescid-i Aksâ’nın, yarın Filistin meselesinin çözümü gündeme geldiğinde “ortak mabed” şeklinde pazarlık konusu yapılmayacağını kim garanti edebilir?
Nitekim bu endişemizin de ayak seslerini duymaktayız. Dinlerarası diyalogculuğu bir din felsefesi gibi algılayıp Mescid-i Aksâ’yı Hıristiyan, Yahudi ve Müslümanların ortak ibadet mekânı gibi görenler ve güya barış adına bu fikri seslendirenler aramızdadır.
İslam’da mescid hukuku Kuran ve Sünnetle belirlenmiştir.
Ortak mabed denilerek hak ve batıl aynı çatı altında bir araya getirilemez. Bu, İslam’a, Kuran ve Sünnet ölçülerine taban tabana zıttır. İslam akaidini bütünüyle ihlal eder. Vahiy kaynaklı tevhid akidesini şirke bulaştırıp iptal eder. Bu tehlikeyi bütün yazılarımızda ısrarla vurguluyoruz.
Ama ne hazindir ki cami cemaatinin ve özellikle Ayasofya ve Kariye’de namaz kılan insanların bu büyük tehlikeyi algılayamadıkları veya ciddiye almadıkları bir vakıa olarak ortadadır.
Biz sorun çözülsün diye bunun basit bir mesele olmadığını, açık bir akaid ihlali olduğunu gündem ettikçe, bu uygulamanın normal bir şeymiş gibi kalıcı hale getirilmeye çalışıldığını görüyor ve üzülüyoruz.
Bugün dünyada da, Türkiye’de de “kamuoyu tepkisi” denen gücün iktidarlar üzerinde nasıl bir tazyik etkisi yaptığı bilinmektedir. Bu sebeple bu ortak mabed uygulamasından geri dönülmesinde de belirleyici olacak husus Müslümanların haklı tepkisi olacaktır. Bu tepki verilmezse bu itikadi sorun kangrenleşip kalıcı hale gelecektir.
1200 yıldır İslam’ın bayraktarlığını yapmış olan Müslüman Türk milleti, cami içinde müze statüsüyle de olsa, Hıristiyan ayin ve ritüellerine nasıl müsaade edebilir? Bunu nasıl içine sindirebilir? Buradaki itikadi tehlike açık değil mi? Neden bu konuda bir kamuoyu oluşturulamıyor? Haydi “avam” diyebileceğimiz tabaka konunun önemini müdrik değil diyelim; peki ya ehl-i sünnet hocalar, kanaat önderleri neden bu işe öncülük etmiyor? Zaten hangi sahada olursa olsun kamuoyu gücü dediğimiz şey, hep birilerinin öne düşmesiyle oluşmaz mı?
İdare, özelde Kültür Bakanlığı, maşeri vicdanda ciddi rahatsızlık meydana getiren bir uygulamayı uzun süre devam ettiremez. Bunun demokratik şartlarda birtakım sonuçları olacağını düşünür; düşünmelidir.
Öte yandan bu hususta kamuoyu tepkisi dediğimiz duruş, tam istenen düzeyde olmasa da, toplumun küçümsenemeyecek bir kesiminde ciddi bir rahatsızlık olduğu da bilinmektedir.
İktidar, son yerel seçimlerde istediği sonucu alamaması neticesinde, “nerede hata yaptık?” sorusunu sorup telafi yolları aradığı bir sürece girmiştir.
Peki böyle bir ortamda bu kadar ciddi bir konunun da masada olması gerekmez miydi?
Bu sorunun cevabını gerçekten çok merak ediyoruz.
Ayasofya ve Kariye eksenli bütün bu uygulamalar Cumhurbaşkanı tarafından bilinmiyor mu, yoksa biliniyor da göz mü yumuluyor veyahut da tasvip mi ediliyor? Bu sorular İslami hassasiyet taşıyan meclislerde tartışılır hale gelmiştir.
Keza milletin milli ve manevi ruh köküne bağlılık iddiasında olan iktidarın millete rağmen iş tuttuğu, bu sebeple de ciddi hayal kırıklıklarına sebep olduğu yönünde yorumlar da yapılmaktadır.
Tam da burada Türkiye Gazetesinden Fatih Selek’in “Her Camiye Bir Gişe” başlıklı yazısından şu satırları aktarmak isteriz:
“Hafta içi dikkat çekici bir haber yayıldı. Heniyye suikastı sebebiyle arada kaynadı.
Hadise şu: Mayıs ayında ibadete açılan Kariye Camii'ne, Ayasofya'daki gibi gişe konacakmış. Kariye hem cami hem müze olacakmış. İşletmesini de yine kıdemli tanıdık şirket yapacakmış.
Madem müze olacaktı niye cami yapıldı, madem cami oldu niye turnike koyuluyor?
Kusura bakmayın, böyle bir garabete CHP imza atmış olsaydı ortalık yıkılmıştı. Nitekim CHP İstanbul Milletvekili İbrahim Kaboğlu “Sultanahmet de müze olsun” dediği için günlerce manşetlerden düşmemişti. Ama gelinen noktada Kaboğlu'nun fikri, Ayasofya ve Kariye'de uygulamaya konmuş oldu. Fakat hiç ses çıkmadı. CHP'li gazeteciler için böyle bir adımın mahsuru yok! İktidara yakın medya da hükûmete zeval gelmesin diye susuyor.
Demedi demeyin bu iş ileride "müze cami" konseptine doğru gidiyor.
Sultanahmet'e, Eyüp Sultan'a, Fatih Camii'ne, Beyazıt Camii'ne, Dolmabahçe Camii'ne, Hırka-i Şerif'e, Ortaköy Camii'ne, Rüstem Paşa Camii'ne, Selimiye Camii’ne ve Bursa Ulucami’ye de turnike konulursa şaşırmayacağız!” [3]
Evet, ne acıdır ki Kültür Bakanlığı kamuoyundaki bu rahatsızlığa kulak asmıyor. Ortada itikadi bir ihlal olduğu halde gereken özeni göstermiyor.
Diyanet Yüksek Kurulunun Ayasofya’nın açılışı günlerinde verdiği yanlış fetvalar da bu uygulamaya çanak tutuyor.
Neticede inanç değerlerimiz UNESCO’nun ve batılı çevrelerin arzu ve beklentilerine feda edilmiş oluyor.
Biz haftalardır bu konuya tahsis ettiğimiz yazılarımızda “eğer inanç değerlerimizi hiçe sayan bu uygulamalar karşısında susulur ve demokratik tepki gösterilmezse, ortak mabed denen bu şirk uygulaması normal hale gelir” diyoruz; işte tam da bu gerçekleşiyor.
Eğer kamuoyu baştan beri gerekli hassasiyeti gösterseydi, iktidar ve hususen Kültür Bakanlığı bu sorunun çözümüne odaklanabilirdi. Ama bu yapılmadı.
O halde bu gidiş nereye?
Bu gidişin milli ve manevi değerlerimizi tahrip edeceği, itikadi ölçüleri bozacağı, hakla batıl arasındaki korunması şart olan çizgiyi buharlaştıracağı, neticede de dini ve milli bütünlüğümüzü sarsacağı muhakkaktır.
Bizim insanımız, bildiği kadarıyla inancında samimi ve hassastır. Bu yanlış uygulamalara tepkisizliği, büyük ölçüde akaid ölçülerini bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu ölçüler anlaşıldıkça kamuoyundaki rahatsızlıklar, itirazlar, tepkiler daha da artacaktır. Bunun da elbette bu işin sorumlularına siyaseten, gönül planında ve de tarih önünde bir bedeli olacaktır.
Arzumuz, isteğimiz, temennimiz, beklentimiz, camilerimize musallat edilen bu uygulamalardan geri dönülmesidir. Bunda ısrar etmenin kimseye faydası olmaz. Tam tersi, bu ısrar dünyevi ve uhrevi mesuliyeti gerektirir. Bizden söylemesi…
Not: Aktüalitesi sebebiyle bu yazıyı yazmakla Zikrullahla ilgili yazılarımıza bir hafta ara vermiş olduk. Haftaya Zikrullah konusuna kaldığımız yerden devam edeceğiz inşallah.
[1] https://www.yeniakit.com.tr/haber/ucretli-ziyaret-donemi-basliyor-iste-kariye-cami-giris-ucreti-1874324.html
[2] https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kultur-sanat/kariye-camiinde-ucretli-donem-basliyor-bilet-fiyati-belli-oldu-1055131
[3] 5 Ağustos 2024, Türkiye Gazetesi. Yazıya şuradan ulaşılabilir:
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/fatih-selek/her-camiye-bir-gise-644375