“Şirke Karşı Koruyucu Bir Zırh” diyerek muhtelif yönleriyle tahlil ettiğimiz zikrullah konusunu, zikrin insanın manevi eğitiminde, yani nefsin mertebelerini aşmada en temel unsur olduğu ve Allah’ın affını celb ettiği gerçeklerine de dikkat çekerek bu yazı itibariyle bitireceğiz.

1- Nefsin Mertebelerinin Aşılmasında Kullanılan Zikir Lafızları

Kitap ve Sünneti esas alan hak tarikatlerde nefsin yedi mertebesini aşmada saliklere ekseriyetle şu zikirler verilir:

- Nefs-i Emmâre: İnsanın Kitap ve Sünnet ölçülerine ters düşerek Allah ve Rasulüne isyan eden bir durumda bulunması nefs-i emmâre diye ifade edilir. Nefs-i emmâre kötülüğü emreden nefis demektir. Delili mealen şu ayet-i kerimedir:

“Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder...” (Yusuf: 53)

Kişinin mutlaka kötülüğü emreden nefsin bu tahakkümünden kurtulması gerekir. Bunun için hak tarikatlerin / meşreplerin bilaistisna kullandıkları en etkili zikir cümlesi kelime-yi tevhiddir, yani “lâ ilâhe illallah”tır. Tabi ki bu zikir “Muhammedün Rasulüllah” ile mana kazanır ve ancak ikisi bir bütün olduğunda Allah’ın muradı tahakkuk eder.  

Kelime-yi tevhiddeki “lâ ilâhe” ifadesi Allah’a eş koşulan bütün sahte mabudları ve şirk unsurlarını ifade eder. Bununla bütün sahte mabudlar ve şirk unsurları reddedilir. Devamındaki “illallah / ancak Allah vardır” ifadesiyle de Allah’a olan iman perçinlenir, güçlenir. Nefs-i emmâre, bu mübarek cümlenin zikri dışında başka bir metodla terbiye edilemez.

- Nefs-i Levvâme: Kişi kelime-yi tevhidi zikrede ede, nefsinin muannitliğini / inadını,   batıldaki ısrarını kırmaya başlar. Böylece bir sonraki mertebeye, yani nefs-i levvâmeye ulaşır. Nefs-i levvâme günah işleyen, bununla birlikte yaptıklarından nedamet / pişmanlık duyan nefis demektir. Bu makam ise lafza-yı celal olan “Allah” ismini çokça zikretmekle aşılır. Nefs-i levvâmenin Kuran’dan delili mealen şu ayettir:

“(Kusurlarından dolayı kendini) kınayan nefse de yemin ederim (ki diriltilip hesaba çekileceksiniz).” (Kıyâme: 2)

- Nefs-i Mülhimme: Lafza-yı celali, yani Allah ism-i şerifini çokça zikreden kişi, nefs-i levvâmeden nefs-i mülhimmeye ilerler. Birtakım feyiz ve manevi hazların hissedilmeye başlandığı bu makamın aşılması “Hu” isminin zikriyle olur. Kemal sahibi âlimlerin ifadesine göre bu makam istikrarlı bir makam değildir. Her an nefs-i levvâmeye düşülmesi söz konusudur. Onun için Allah’a gidişte ilerlemeye çalışmak tek çaredir. Bu da Allah’ı çok zikretmeye devamla mümkündür.

- Nefs-i Mutmainne: Nefis bu makamda Allah’ı bilme ve tanımada mutmain hale gelir. Bu da “Hak” ismini zikretmekle gerçekleşir. Bu makamdaki şahıs imanda, Allah’a teslimiyette güvenli ve istikrarlı bir makama ulaşmış olur. Âlimlerimiz nefs-i mutmainne makamının velayetin ilk basamağı olduğunu söylerler. Kuran’daki delili mealen şu ayetlerdir:

“Ey mutmain olmuş / huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön! (İyi) kullarımın arasına gir. Cennetime gir.” (Fecr: 27 – 30)

- Nefs-i Râziye ve Nefs-i Marziye: Fecr: 27’de mutmain nefse hitap edildikten sonra, hemen peşine gelen ayette geçen “râziyeten merdiyye(ten)” ifadesi, nefsin mutmainneden sonraki iki makamı kabul edilir. Bunlar da nefs-i râziye ve nefs-i marziyedir. Nefs-i râziye, kulun Allah’tan, onun emir ve hükümlerinden razı olması; kaderine teslimiyet göstermesidir. Nefs- marziyeden maksat ise, Allah’tan razı olan kuldan Allah’ın da razı olmasıdır. Râziye makamı “Hay” isminin, marziye makamı da “Kayyum” isminin tecellisiyle geçilir.

- Nefs-i Kâmile / Nefs-i Safiye: Nefsi terbiyenin en yüksek makamı olup nefsin kemale ermesi, saflaşması demektir. Bu en yüce makam ise Allah’ın “Kahhar” ismini zikretmekle gerçekleşir.

Tasavvufi kaynaklarda bundan sonrası “fena” ve “beka” halleri olarak izah edilir.

Fenadan maksat kişinin, mahviyet ve teslimiyetle kemale ermesi suretiyle kendinde bir varlık görmemesidir. Bunun zirve noktasını Allah’ta yok olmak manasında fenafillah terimi ifade eder.

Fenafillaha eren kişi, Allah’ın varlığında baki bir hayat bulur; buna da bekabillah denir.

Yazımızın hacmini aşacağı için detaylarına giremiyoruz. Kaldı ki bu kavramların kâmil manada izahı bizim vüsatımızı aşmaktadır. İlim olarak bu kadarını bilmek kâfidir.

Nefsin yedinci makamı olan nefs-i kâmile mürşid-i kâmilin makamıdır.

Buradan anlıyoruz ki irşada ehliyetli olan kâmil zatların bu mertebeleri bir bir geçmesi, aşması gerekir. Geçtiklerinin delili ise, onları eğiten kâmil mürşidlerin sözlü veya yazılı olarak o şahsın irşada yetkili olduğuna dair beyan vermesidir. Buna “icazet vermek” denir.

İşte buna riayet edilmediği için günümüzde birçok menfi hadise yaşanmaktadır. Tasavvuf denen bu ulvi yol -istisnalar hariç- maalesef ehliyetsiz ve kifayetsiz kişilerin elinde hilkat garibesi bir duruma dönüşmektedir. Bu sebeple mürebbi konumundaki mürşidlerin kemali çok önemlidir ve onların nezaretindeki saliklerin nefsin makamlarını aşarak istikrar ve güven içinde kemale doğru seyretmeleri de çok hayatidir.

Kişinin seyr u sülûk esnasında nefsini terbiyede geçirmiş olduğu merhalelerle ihlas ve samimiyeti birbiriyle doğru orantılıdır. Yani salik, kemal yolunda ne kadar ilerlerse, ihlas ve samimiyeti de o kadar güçlü hale gelir.

Burada altını tekrar tekrar çizerek ifade ediyoruz ki, biz Kitap ve Sünnet ölçüleri dâhilinde olması gerekeni dile getiriyoruz. Tarihte ve günümüzde yaşanan menfi örnekler asla ölçü kabul edilemez. Bu örneklerden yola çıkılarak tasavvuf gözden düşürülemez, itibarsızlaştırılamaz. Biz bu mübarek yolun istismarına da inkârına da sonuna kadar karşıyız. Bu karşı oluşumuz Kuran ve Sünnet delillerine istinat etmektedir.

Burada asıl vurgulamak istediğimiz nokta, Allah’ı zikretmenin nefis terbiyesinde, tasavvuf yolunda ve tasavvufu bir mektep haline getiren hak tarikatelerde ne kadar önemi haiz olduğudur.

2- İslam’da Evliya / Veliler Bir Mürşid-i Kâmilin Nezaretinde Allah’ı Zikirle Yetişir

Halk arasında geçen evliyaullah ifadesi, Yunus Suresi 62. Ayetteki “evliyaellah” ifadesinden gelmektedir. Yukarıda nefs-i mutmainliğin veliliğin ilk basamağı olduğunu belirtmiştik. Allah dostları / insan-ı kâmiller, müşahedeleriyle şu gerçeği ifade etmişlerdir ki, kişinin kemale ermesinde bir mürşid-i kâmilin ona nezaret etmesi zaruridir.

Cüneyd-i Bağdâdî veya Bayezid-i Bistâmî Hazretlerine isnat edilen “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” şeklindeki söz, pek çok hikmet taşır. Yine müşahede ehli Allah dostları demişlerdir ki, bir mürşide tâbi olmadan ne kadar ilim sahibi olunursa olunsun, ne kadar gayret edilirse edilsin, nefsin makamlarından ancak nefs-i mülhimmeye çıkılabilir. Mutmainneye çıkmak bir hayli zor görülmektedir. Tabii burada bütün mesele mürşidin kemalinde düğümleniyor. Bu bakımdan günümüzde neden ağzı dualı Allah dostları yetişmiyor sorusunun cevabı da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Allah dostları olmayınca feyiz, muhabbet ve kemalat, dini yaşamada ihlas ve ihsan da aranan ama maalesef bulunamayan birer nimet haline gelmektedir.

3- İmanın Kemaliyle Nefis Terbiyesi Doğru Orantılıdır

Kişinin Allah’ı zikrederek nefsini terbiye etmesiyle imanının kemali doğru orantılıdır.

Bunun manası şudur:

Kamil imanın önünde en büyük engel, nefis, hevâ heves, şeytanın iğva ve vesveseleridir. Nefis terbiye olunca bu engeller ortadan kalkacağından kişinin imanı süratle kemale doğru seyreder.

Tam da burada hadis-i şerifte haber verilen Hz. Ebubekir’in (r.a.) imanının bütün insanların imanıyla tartılması durumunda daha ağır geleceği gerçeği de bu çerçevede anlaşılmalıdır.

4- Allah’ı Zikretmek Hem Kemale Erme Hem de Affolma Sebebidir

Zikrullah hem kemal bulma hem de affolma sebebidir. Yukarıdaki izahlarda kemal bulmanın manasını anlattık. Af sebebi olduğuna dair ise pek çok hadisten birini zikredelim:

Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Şüphesiz Allahu Teâlâ’nın birtakım seyyar melekleri vardır. Bunlar Cenâb-ı Hakk’ı zikreden bir topluluğa rastladıkları zaman birbirlerine “Gelin! Aradıklarınız burada!” diye seslenirler ve o zikredenleri dünya semâsına varıncaya kadar kanatlarıyla çevirip kuşatırlar. Bunun üzerine Allahu Teâlâ, meleklerden daha iyi bildiği halde yine de onlara:

“Kullarım ne diyor?” diye sorar. Melekler,

“Sübhânallah diyerek seni ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzih ediyorlar, Allâhu ekber diye tekbir getiriyorlar, sana hamd ediyorlar ve senin yüceliğini dile getiriyorlar” derler. Konuşma şöyle devam eder:

“Peki onlar beni gördüler mi ki?”

“Hayır, vallahi seni görmediler.”

“Beni görselerdi ne yaparlardı?”

“Şayet seni görselerdi sana daha çok ibadet ederler, şânını daha fazla yüceltirler, ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan seni daha çok tenzih ederlerdi.”

“Kullarım benden ne istiyorlar?”

“Cennet istiyorlar.”

“Cenneti görmüşler mi?”

“Hayır Yâ Rabbi! Vallahi onlar cenneti görmediler.”

“Ya cenneti görseler ne yaparlardı?”

“Şayet cenneti görselerdi onu büyük bir iştiyakla isterlerdi, onu elde etmek için büyük gayret sarf ederlerdi.”

“Bunlar Allah’a neden sığınıyorlar?”

“Cehennemden sığınıyorlar.”

“Peki cehennemi gördüler mi?”

“Hayır, vallahi onlar cehennemi görmediler.”

“Ya görseler ne yaparlardı?”

“Şayet cehennemi görselerdi ondan daha çok kaçarlar, ondan pek fazla korkarlardı.”

Bunun üzerine Allahu Teâlâ meleklerine

“Sizi şahit tutarak söylüyorum ki ben bu zikreden kullarımı bağışladım” buyurur. Meleklerden biri,

“Onların arasında bulunan falan kimse esasen onlardan değildir. O buraya bir iş için gelip oturmuştu” deyince Allahu Teâlâ şöyle buyurur:

“Orada oturanlar öyle iyi kimselerdir ki, onların arasında bulunan şaki (kötü) olmaz.” [1]

Toparlamak gerekirse:

Her türlü şirke ve küfre karşı koruyucu zırh ve kalkan, Allah’ı zikirdir. Kalbin Allah’tan başka meylettiği bütün masivayı yakıp, kalbin safiyetini korumaya vesile olan da Allah’ı zikirdir.

Allah’ı zikirle hemhal olanlar, bu mana ve ruhu hayatlarında taşıdıkları gibi son nefese de bu nurla gelirler.  Ömür boyu tekrar ettikleri bu mübarek kelimeyi Allah’ın lütfuyla son nefeste de aşkla söyleyerek iman-ı kâmille göçerler. İşte tam da burada Hak dostlarının söylediği şu ifadeyi hatırlayalım:

“Son nefeste söylemezse bu diller, bütün cihan senin olsa ne fayda!”

Dillerin son nefeste söylemesi gereken söz elbette ki kelime-yi tevhid / lâ ilâhe illallahtır.

Nitekim kendisinden, devamlı olarak yapmak üzere tavsiye isteyen bir kişiye Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Dilin devamlı Allah’ın zikriyle ıslak kalsın” [2]

Yazımızı Allah dostlarının hikmetle söylediği şu dörtlükle bitirelim:

Zikrullah Kuran’ın sırrı

Sen sanma Kuran’dan ayrı

Yok hidayet ondan gayrı

Ölelim Zikrullah ile

Görüşelim Mevla ile.


[1] Buhârî, Daavât 66. Ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 251-252, 358-359.

[2] Tirmizî, Deavât, 4; İbn Mâce, Edeb, 53.