Son yılların en önemli konularından birisi KVKK şeklinde kısaltılan “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu” konusudur.
Bu hususta uzmanlaşan avukatlar ve kurumlar oluştu.
Şirketler bu meselede çok hassas davranmaya özen gösteriyor. Zaten buna mecbur da kalıyorlar.
Çünkü artık insanlarda özel hayatın gizliliği daha önemli hâle geldi.
Bir arkadaşımızın cep telefonunu tanıdığımız biri bir ihtiyaç sebebiyle soracak olsa sormadan veremiyoruz. Kurum yöneticilerinin yine telefonları çalışanları tarafından müsaade alınmadan paylaşılamıyor. İş kolunun hassasiyeti sebebiyle yapılan görüşmenin kaydedilmesi ve işlenmesi gerekiyorsa bu durum konuşmadan evvel anonsla muhakkak hatırlatılıyor.
Sağlık kuruluşları mesajla randevu hatırlatması yapılabilmesi için bile kişiden yazılı izin aldıktan sonra işlem tesis edebiliyor. Uzun sözün kısası değerli dostlar mahremiyet yani özel yaşam çok mühim.
…
Manevi hayatımız için aynı hassasiyeti gösterdiğimizi söyleyebilir miyiz peki?
Bu soruya ne yazık ki olumlu cevap veremiyorum.
Manevi hayatımızı kişisel özel hayatımızın dışında tutma gafletinden artık sıyrılmamız gerekiyor.
Acilen hem de…
Ayrıca güncel şahsi bilgilerimiz kadar manevi hayatımızı önemsememek bir zihniyet problemi.
Kaybedilmiş mühim bir değer… O nedenle artık “Manevi Kişisel Verilerin Korunması” meselesini de düşünce masasına getirmeliyiz. Neler yaptığımızı kendimize acımadan ortaya koymalıyız.
Yandan yürüme, görmezlikten gelme, işi zamana yayarak savsaklama gibi davranışlar hep olduğu gibi yine önce bizim canımızı acıtacaktır.
…
Şeffaflığın hedef hâline getirildiği bir çağda yaşıyoruz, kabul. Ama bu kadarı da fazla değil mi?
Sınırları tamamen yıkıp yok etmek zorunda mıyız? Alnımıza silah mı dayıyorlar?
Engel olamadığımız bu kendimizi sergileme coşkumuz neyin nesi?
Her çektirdiğimiz fotoğrafı neden başkalarıyla paylaşmak zorunda hissediyoruz ki? Nedir amacımız?
Bilinmek, duyulmak, görülmek, itibar görmek, değerli sayılmak için bunların yapılmasını kim veya kimler ya da neler şart koştu bize?
Duygularımızı alenen açığa vurmak nasıl bir psikolojik yaralanmanın sonucu? Ya da hangi eşikleri tekmelediğimizin işareti?
Eritip sıvılaştırdığımız mesafeler bizi de sınır tanımaz cıvık bir insan hâline getirmedi mi?
Yakınlaştırdığını varsaydığımız bu yanlış hareket aslında bizi yapaylaştırdığı için gerçekte uzaklaştırmadı mı?
Kişisel manevi hayatımızı başkalarına karşı bu kadar pervasızca açığa vurmamız kendimize kendimizin olan güvenini buharlaştırdığı gibi başkalarının da güvenebilmesini ortadan kaldırmadı mı?
…
Sır olamadık. Ama artık sır da tutamıyoruz.
Kendi sırrının muhafızı olamayan kişi başkalarının sırrına agah olduğunda onları muhafaza edebilir mi?
Ya da bunu gerekli görür mü?
…
Mahremiyet kavramını yeniden düşünüp anlam dünyamıza katarak işlerlik kazandıramadığımız müddetçe bu hususta başımız rahata eremeyecek.
Çok yönlü bir kavram bu. Hukuki olduğu kadar ontolojik, bir o kadar da sosyolojik ve psikolojik.
Hepimizi pek çok yönden ilgilendiriyor yani.
En mahrem ilişkimiz hiç şüphe yok ki, bizi yaratan ve yaşatan Rabbimizle olandır.
Kur’an-ı Kerim ile kurduğumuz en hususi bağımızdır. O’nu bize getirip tebliğ ve tebyin eden Fahr-i Kâinat Efendimizle olan özelin de özeli münasebetimizdir.
Namazımızdır, niyazımızdır, kırık kalbimizden yaratıcımıza açılan dua penceremizdir. Her an hatırda tutup problem çözücü olarak değerlendiğimiz zikrimizdir.
Özel duyuşlarımız, hissedişlerimiz, sıkıntılarımızı ferahlatan müjdeci, teskin edici rüyalarımızdır.
Gönlümüzde var olan yârimizle gecenin karanlığını sabahın aydınlığına ağyarı Neşet Ertaş ustanın deyişiyle “Hoyratları” uyandırmadan bağlamamızdır. Deruni tecrübeler, kişisel müşahedelerdir.
Evren ve eşya ile bize mahsus olan özel iletişim ve ilişkidir.
…
MimarideF bile mahremiyeti yani özel hayatın gizliliğini dikkate alarak yüksek avlusu olan binalar inşa eden ecdadımıza inat bizler tüm mahremiyetimizin perdesini indirdik fiziki kişisel verilere olan önemi arttırırken. Eskiden esnaf lokantasına gelen müşterisini dışarıdan gelip geçenlere afişe etmemek için camların yarısına perde yaparken biz tüm manevi perdelerimizi indirdik.
Ruhumuzu, gönlümüzü, duygularımızı, günlük her türlü dalgalanma hallerimizi kamuya açtık.
İnsanlar artık sosyal mecralarda görüp arkadaşlarının, akrabalarının ruh hallerini görerek arayıp hatır sormaya başladılar.
Camide vaazı çekiyoruz, şeyhimizin mihrapta namaza dururken nasıl davudi bir sesle tekbir aldığını kameraya alıyoruz, giydiği cübbenin rengine şiirler düzüyoruz.
KVKK konusunda aşırı ihtiyat gösterip tedbirler alırken manevi KVKK konusunu hiçe sayıyoruz.
Son olarak işin başka bir korkunç yanı var ki, o da kendilerini sınırsız övüp yücelttiğimiz, manevi şahsiyetler olarak görüp sonsuz kudretler yüklediğimiz kişilerin bizim gizli hallerimize vakıf olduklarını düşünmemiz daha fenasıysa bunu kabullenip rıza göstermemizdir.
Ezcümle bu mesele çok su kaldırır. Gelin artısı ve eksisiyle, ciddiyetten uzaklaşmadan, tarafgirlik duygusuna kapılmadan bu meseleyi bir defa daha düşünelim.
Ya Selam.