Ne hazindir ki günümüz şartlarında Müslümanlar hem İslam’ın şahs-ı manevisini hem de bizzat kendilerinin can, mal, namus emniyetlerini hedef alan akıl almaz saldırılara maruz kalıyorlar. Bu saldırıların biri bitmeden bir başkası başlıyor. Son bir yıldır bunların en fazla can yakanı, insanlık değerlerini en fazla ayaklar altına alanı Gazze olayları idi. Şimdi ise “itikâdî boyut” taşıması sebebiyle, saldırı manasında Gazze olaylarından daha da ileri, tarih boyunca bir benzeri görülmemiş yeni bir hadiseyle karşı karşıyayız.
Bu yazımızda bu hadiseyi, yani konser adı altında Kâbe’ye yapılan menfur ve iğrenç hakareti gündem edeceğiz.
I- SERGİLENEN REZALET
Bilindiği gibi bir süredir Suudi Arabistan’da her yıl, Enformasyon Bakanlığı tarafından “Küresel Uyum” sloganıyla başlatılan ve “Riyad Sezonu” adı verilen rezilliklere imza atılıyor.
Bu sene 13 Ekim’de başlayan ve her türlü müstehcenlik, melanet ve şenaatin kol gezdiği bu festivallerde belki şeytanın bile akıl ve cesaret edemeyeceği bir şey yapıldı. Yarıya çıplak insan müsveddelerinin, kadın erkek karışık bir şekilde sergiledikleri “sahne performansları(!)” hemen arkalarında fon olarak kullanılan Kâbe maketine yansıtılarak Kâbe’ye ve onun şahsında Yüce İslam’a aleni bir hakaret ve saldırıda bulunuldu.
Binlerce kişinin gözünün önünde gerçekleşen bu menfur saldırı ne orada bulunanlardan ne de dünya genelinden, ciddi bir protesto görmedi. İmanının sesini dinleyen az sayıdaki Müslümanın içi yandı kavruldu ama beddua etmekten başka onların da elinden bir şey gelmedi.
Yazımıza başlarken bu menfur saldırı ve hakareti biz de şiddetle telin ediyor ve bunu yapanların İslâmî ölçü ve kriterlere göre cezalandırılmalarını talep ediyoruz.
Arabistan’da sessiz sedasız yapılmış bir darbe sonucunda bir süredir “küresel uyum” ve “normalleşme” gibi sloganlarla Kuran Sünnet ölçülerinin, itikat ve ahlak sınırlarının ihlal edildiği kararlara imza atıldığını biliyoruz. Riyad Sezonu denen organizasyon da bunun bir parçasıdır.
Bu yapılanlar işin kültürel cihetidir. Bu süreçte siyasi, ekonomik ve ideolojik faaliyetlerin de paralel yürüdüğü ve “normalleşme” adı altında birtakım anlaşmaların yapıldığı bilinmektedir.
Rasul-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) İslam’ı tebliğ ettiği bu mübarek topraklarda İsrail’le yapılan İbrahim Anlaşmalarıyla bir normalleşme ve dostluk süreci başlatılmıştır.
Arabistan’ın bugün Gazze faciasında gerekli tavrı ortaya koymaması, dahası İsrail’in menfaatlerini savunur hale gelmesi bundandır. Hatta bu yeni yönetimle Suudi Arabistan öyle bir noktaya gelmiştir ki, yapılan yanlışlara karşı çıkan, tenkit getiren gazeteci, siyasetçi, hoca, âlim, vatandaş vs. kim olursa olsun, gayet sert ve acımasız bir şekilde baskı altına alınmış ve cezalandırılmıştır.
Bilmeyenler için kısaca ifade edelim; İbrahim Anlaşmaları dinlerarası diyalogun siyasi ve kültürel uygulamasıdır.
Bu süreçte Suudi Arabistan yönetimine yüklenen misyon, hem dinlerarası diyalogu hayata geçirmek hem de son asırlarda ısrarla gündeme getirilen tevhid-i edyan, yani dinlerin birleştirilmesi projesine katkı sunmaktır.
Hatta bunun için yine Riyad’da Kâbe’ye alternatif olarak, Kâbe’den 26,5 kat büyük “İbrahim Evi” adı verilen bir bina yapılması planlandığı haberi de basına yansımıştı.
Kâbe’nin maketine yapılan bu iğrenç hakaret ve saldırının Müslümanların tepkisinin boyutunu ölçmek için planlanmış olduğu ortadadır.
Müslümanlar bu saldırı karşısında sessiz kalırlarsa, gelecek yıllarda İbrahim Evi projesinin hayata geçirilmesi galip ihtimaldir. Bu saldırının direkt İslam’ı tahrip, tahrif ve tahkir için yapıldığında şüphe yoktur. İslam dünyasından ciddi bir tepkinin gelmemesi son derece kahredicidir.
Batıda gayrimüslimler tarafından İslami değerlere yönelik bir hakaret söz konusu olduğunda bütün dünya Müslümanlarından tepki aldığı halde, mukaddes topraklarda tevhidin ölçüsünü temsil eden Kâbe’ye “içeriden” yapılan bu saldırının ciddi bir tepkiyle karşılanmaması, İslam dünyasındaki büyük çelişkiyi, vurdumduymazlığı ve hatta şuursuzluğu göstermektedir.
II- BU HAKARET VE SALDIRININ MANASI
Konser adı verilen bu melanette, sahnede kullanılan maket de olsa, temsil olunan Kâbe’dir. Bilindiği üzere semboller temsil ettikleri manayı olduğu gibi aksettirirler. Konser adı altındaki bu menfur hareket, Kâbe’nin itibarsızlaştırılmasının çok ötesinde, onun temsil ettiği manaya saldırıdır. Çünkü Kâbe hak ve hakikatin, İslam’ın şiarı olan bir semboldür. İslâm’ın bu en büyük şiarını gayri İslâmî, müstehcen kıyafet ve gayrimeşru gösterilerle kirletmeye çalışmak, bunun kültürel bir etkinlik değil, iğrenç, vahim ve menfur bir saldırı olduğunu hiçbir tereddüde mahal bırakmaksızın ispat eder.
Bu saldırı Kâbe’nin şahs-ı manevisine yapılmıştır. Evet, Kâbe’nin yapısı taştır, topraktır. Ama Allahu Teâlâ bu mekânı, bu binayı kendine izafe ederek Beytullah / Allah’ın Evi diye vasfetmiştir. O halde saldırı Kâbe’nin şahsında Allah’ın ortaya koyduğu yüce mana ve mukaddes ölçü ve kriterlere yapılmıştır.
1- Kâbe’nin Kutsiyeti Hakkındaki Ayet ve Hadisler
Kâbe’nin kutsiyetinden bahseden ayetlerden bazıları mealen şöyledir:
“Hani Biz İbrahim'e Evin (Kâbe’nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) "Bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükûa ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz tut.” (Hac: 26.)
“… Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Kâbe’yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.” (Bakara: 143.)
“Gerçek şu ki, insanlar için ilk kurulan Ev, Bekke (Mekke) de, o, mukaddes ve bütün insanlar (âlemler) için hidayet olan (Kâbe)dir.” (Âl-i İmran: 96)
Sevgili Peygamberimiz de (s.a.v.) hadislerinde Kâbe’nin kıymetine defaatle işaret etmiştir.
Abdullah b. Amr (r.a.) anlatıyor:
“Rasûlüllah’ı Kâbe’yi tavaf ederken gördüm. Şöyle diyordu:
‘(Ey Kâbe)! Sen ne güzelsin ve kokun da ne güzel! Sen ne yücesin ve saygınlığın da ne yüce!..’” (İbn Mâce, Fiten, 2)
Mekke’nin fethinden sonra Peygamberimizin (s.a.v.) ilk yaptığı Kâbe’yi putlardan temizlemek olmuştur. Bunu yaparken “Hak geldi batıl zail oldu” (İsrâ: 81) mealindeki ayeti okuyordu.
Buradan anlaşılıyor ki Kâbe hak olan İslam’ın alamet-i farikası, en büyük şiarıdır.
Konser, festival adı altındaki bu hakaret ve saldırılar, Kâbe’yi tevhidin şiarı olmaktan çıkarıp, tekrar puta tapmanın merkezi yapmak istemelerinden kaynaklanmaktadır. Bunu da tevhid-i edyan veya dinlerarası diyalog gibi projeler üzerinden hayata geçirmeye çalışmaktadırlar.
Kâbe’nin putlardan temizlenmesinden sonra Kâbe ve çevresine, necis hükmünde kabul edilen gayrimüslimlerin müşriklerin girmesi yasaklanmıştır. Bu, Kâbe’nin Allah’ın evi ve tevhid mekânı olarak korunmasının gereğidir. Konuyla ilgili ayet mealen şöyledir:
“Ey iman edenler! Allah'a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar…” (Tevbe: 28)
Öyle anlaşılıyor ki, ayetin hükmü gereği “necis olanlar” Kâbe’ye yaklaştırılmadığı için, konser görünümlü bu melun organizasyonla Kâbe “necis olanlara” yaklaştırılmak suretiyle kutsiyetine halel getirilmek istenmiştir.
2- Kâbe’nin Temsil Ettiği Geniş Mana Yelpazesi
- Kâbe Beytullah’tır, yani Allah’ın evidir. Cenâb-ı Hakk bu mekânı Müslümanların birliğini temin etmesi yanında, kendine izafe etmiştir.
- Kâbe, bütün Müslümanların birliğini ifade eden, ibadetlerimizde yöneldiğimiz kıblemizdir.
- Kâbe, tevhid / Allah’ın birliği akidesinin simgesi, sembolüdür. O sebeple Kâbe’ye yapılan hakaret ve saldırı, onun şahsında Kuran’a ve İslam’a hakaret ve saldırıdır.
- Bu saldırı aynı zamanda kelime-yi tevhid ve kelime-yi şehadete saldırı anlamı taşımaktadır. Çünkü Kâbe putlardan temizlendikten sonra tevhidin merkezi, kelime-yi tevhid ve kelime-yi şehadetin de sembolü haline gelmiştir.
- Dolayısıyla bu saldırı bütün Müslümanların inancına, dinine saldırıdır.
Bugüne kadar böyle galiz, çirkin, ahlaksız ve tahrik edici bir saldırı görülmemiştir. Yahudiler bile Mescid-i Aksâ’ya bu kadar tahkir ve tezyif edici bir saldırıda bulunmamışlardır.
- Kâbe, mukaddes kabul edilen üç mescidden birincisidir, bu haliyle yeryüzünün manevi merkezi konumundadır. Kuran’da “Mescid-i Haram” diye anılmaktadır.
Kâbe’ye yapılan bu saldırı binlerce Gazze felaketinden daha vahimdir. Çünkü buna sessiz ve kayıtsız kalmak, İslam’ın iman ve akaid ölçülerini ihlal anlamına gelmektedir. Bu iğrenç ve alçak saldırı, itikâdî anlamda küfürdür. Dolayısıyla bunu normal karşılamak ya da buna razı olmak da küfürdür. Yeterli tepki göstermemek ise itikâdî manada tehlike arz eder.
Kâbe-yi Muazzama’ya bu kadar aleni ve aşağılık bir saldırı karşısında gereken tepkiyi gösteremeyen bir Müslümanın Müslümanlığının ne anlamı kalır? Bu kişinin Müslüman olduğunun delili nedir?
Bu sebeple Müslümanların en büyük ortak değeri olan ve tevhid birliğini sağlayan bu yüce mekânın taşıdığı manaya yapılan bu saldırılara gereken tepki mutlaka gösterilmelidir. Bu, Müslüman olmanın ve Müslüman kalmanın gereğidir.
III- KİME, NE GÖREV DÜŞÜYOR?
Allah’ın evi Kâbe’ye ve onun şahsında Yüce İslam’a yapılan bu menfur hakaret ve saldırıya herkesten evvel tepki göstermesi gerekenler Arabistan Müslümanlarıdır.
“Küresel uyum” ve “normalleşme” adı altındaki bu pespayeliğin bir parçası olmak Müslüman kimliğiyle asla bağdaşmaz. Bu sebeple bu organizasyonu tertip edenler ve ona şuursuzca katılıp destek verenler, imanlarının sıhhati noktasında konumlarını gözden geçirmelidirler.
Nitekim Kuran’da Mâide: 51’de “Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır.” buyurulduğunu düşündüğümüzde; batılı çevrelerle işbirliği halinde yapılması münasebetiyle böyle bir organizasyona destek vermenin kişiyi imanının sıhhati noktasında açıkça tehlikeye soktuğu anlaşılmaktadır.
Suudi Arabistan’la ilgili ikinci bir husus, bu organizasyonları hazırlayan ve finanse eden yönetimin durumudur. Asıl sorumlular bunlardır. Bunlar, bu halleriyle İslam’a ve dünya çapında bütün Müslümanlara ihanet içindedirler.
Şunu da belirtelim ki, Yüce Kâbe’nin temsil ettiği manevi şahsiyet Arabistan’ın sınırlarını fazlasıyla aşar. Yani Kâbe sadece Suudi Arabistan halkının bir değeri değil, bütün Müslümanların imanları gereği, uğruna her şeylerini ortaya koymaları gereken yüce bir mekândır, Allah’ın evi mesabesindedir. Dolayısıyla Suudi yetkililerin Kâbe’yi kendi coğrafi sınırları içine hapsetmek ve “Burası bizim yetkimizdedir, başkası buraya karışamaz” demek hak ve hürriyetleri yoktur. Bu sebeple Suudi yetkililer hadlerini bilmeli, dünya Müslümanlarını karşılarına alacak bir sorumsuzluk ve şenaate imza atmamalıdır.
Bu çerçevede Suud idaresinin başında olan Veliaht Prens Muhammed b. Selman, bu saldırının hesabını İslam dünyasına mutlaka vermek zorundadır.
Halkı Müslüman olan diğer ülkelere gelince:
- Bu ülkelerin yöneticileri devlet bazında yani siyasi, ekonomik, kültürel vs. alanlarda gereken tepkiyi dünya kamuoyu önünde çekinmeden ortaya koymalıdırlar.
- Hangi ülkenin vatandaşı olursa olsun ferdî bazda bütün dünya Müslümanları coğrafi sınır tanımayan bu hayati meselede ellerindeki bütün imkânlarla, güçleri neye yetiyorsa tepkilerini en üst perdeden ortaya koymalı, bu menfur saldırıyı lanetlemelidir. Bu saldırının sorumlularının Kuran ve Sünnet ölçüleriyle hak ettikleri cezaya çarptırılmaları için herkes elinden geleni yapmalıdır.
Keza İslam İşbirliği Teşkilatı, İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği vs. gibi İslam menşeli bütün resmi ve özel kurum ve kuruluşlar da tepkilerini yine en yüksek perdeden ortaya koymalıdır. İslam ülkelerinde dinî tedrisat yapan medreseler, ilahiyat fakülteleri ve diğer dinî eğitim kurumları da aynı şekilde yapmaları gerekeni çekinmeden yapmalıdır.
Türkiye’ye gelince:
Geçmişte olduğu gibi günümüz dünyasında da İslam dünyasının “ağabeyi” konumunda bulunan Türkiye, bu batıl ve tahrik edici olaya karşı en asil tepkiyi ortaya koymalıdır. Mescid-i Aksâ’yı “kırmızı çizgimiz” diye tanımlayan idareciler, acaba Allah’ın evi olan Kıblemiz Kâbe’ye yapılan bu aşağılık hakaret karşısında ne düşünüyorlar? Kamuoyu olarak çok merak ediyoruz. Şunu açıkça ifade edelim ki, Suudi Arabistan’la yapılmış siyasi, ekonomik, askerî bazdaki anlaşmalar, İslam itikadını yerle yeksan eden bu hadise karşısında yöneticileri asla tereddüde sevk etmemelidir.
Bu cümleden olarak mesela Türkiye Diyanet Teşkilatı, Kâbe-yi Muazama’ya yapılan bu menfur hakaret ve saldırının vehâmetini delillerini de göstererek lanetlemelidir. Diyanet’in şu ana kadar sessiz kalması son derece şaşırtıcı ve üzücüdür ve bu durum kamuoyunda tepkiyle karşılanmaktadır.
Türkiye Müslümanları olarak biz bu vahim olaya en asil tepkiyi göstererek bütün Müslümanlara örnek olmalıyız. Çünkü Kâbe bizim her şeyimizdir; inancımızın merkezi, istikametimizin adresi, Müslüman şahsiyeti takınmamızın ölçüsü ve sembolüdür.
Günümüzde mevcut şartlar içinde Gazze ve Filistin olaylarında suskun ve yetersiz kalan İslam âlemi hiç değilse Kıblesine yapılan bu saldırı karşısında bir araya gelmeli ve gür bir ses çıkarmalıdır.
Böyle vahim bir saldırı karşısında suskunluk, İslam dünyasının kimlik ve şahsiyetinin yok olduğu manasına gelir. Bu da İslam düşmanlarının İslam coğrafyasını işgal iştihasını kabartır.
Netice itibariyle Kâbe bizim kıblemizdir. İslam’ın şahs-ı manevisini temsil eder, Allah’ın evidir. İmanımızı savunduğumuz gibi, iman ve İslam’ın sembolü olan Allah’ın evi Kâbe’yi de sonuna kadar savunmak için azimli ve kararlı olmak durumundayız.
Allah bütün Müslümanlara iman ve istikametin gereği olan şuuru nasip eylesin.