DERİN yaşardı.Yüzeyselliğe asla prim vermezdi. Hasretse hasret, firkatse firkat, vuslatsa vuslat.

Hiçbirine dibine kadar hissedip yaşamadan geçip gitmesine izin vermezdi.

Her duygunun ve hâlin içinde kendisine ait bir “Oldurucu paket” olduğuna inanırdı.

Muamelesini buna göre yapardı.Acı da olsa o getiriyi önce kabul eder ardından hazmetmeye çabalar ve kısmetini bu şekilde hak etmeye çalışırdı.Bu onun yaşama stiliydi.

ŞAHANE PERİŞANIM derdi kendisine yöneltilen her soruya…

Kimi burada yer alan saklı nükteyi kavrarken kimi de öylesine söylenmiş, geçiştirmeye yönelik bir cevap olarak alır ve üzerinde hiç durmazdı.

Oysa bu güngörmüş, umur sürmüş biri olarak hayatın özetini yapıyor, halini arz ediyordu.

İçinde bulunduğu duygu durumun şifresini zarafetle veriyordu.Anlamak isteyene tabi.

PERİŞANLIK hâli kabul edildiğinde tanımlanmış olur.Kaçamak yollara başvurmaktan vazgeçildiğini, yüzleşildiğini ve esaslı çözümlere hazır olunduğunu gösterir.

Oysa yaşanılan durum kabul edilmediğinde yük ağırlaşır.

Olgunun mevcut olan omuz çökertmesine bir de algı eklenmiş olur ki, kahır üstüne kahırdır.

PERİŞAN değil miyiz çoğumuz?

Hangi durumumuza şahane tanımlaması uygun düşer?

Tevhit inancımıza bilerek veya gafletle şirk virüsünü sızdırmadık mı?

Kur’an-ı Kerim’in bizden istediği tam ve hakiki bir imanı elde etmiş olsaydık eğer Müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz yıkılmışlıklar söz konusu olur muydu?

Kitap bize konuşmaz mıydı?Hidayet vesilesi olmaz mıydı?

İçine yuvarlandığımız nefsin karanlıklarından kalbin aydınlık sabahına uyanmaz mıydık?

İbadetlerimizde azimeti tercih edip sorumluluk bilinciyle başka başka yaldızlı konumlarla kendimizi veya sevdiklerimizi tanımlamak yerine kul olmanın yüksek bilinciyle hayata anlam katmaz mıydık?

Fahr-i Kâinat Efendimizin mübarek ve muhteşem örnekliğinin önüne başkalarını geçirir miydik?

Anlamak ve idrake getirmek yerine önünü arkasını bilmediğimiz, hazmetmek için çaba sarfetmediğimiz kavramları bayraklaştırarak başkasına atılacak kurşunlar haline getirir miydik?

Dünyayı ahiretin önüne geçirir miydik?Samimiyeti, ihlası riyaya yem eder miydik?

Derviş olmak yerine onun pozunu atmakla yetinir miydik?

Kısacası, perişanlığımızı anlatmaya kelimeler kifayet etmiyor erenler…

ŞAHANEYİZ.

Ama olumsuzlukta, yetersizlikte, kıt anlayışlılıkta, hazımsızlıkta, kıskançlıkta…

Hasette, fesatta.

Gerçeklerin üzerine çul örtmekte.Olmadığımız gibi görünmekte…

Yalanı, yanlışı, eğriyi, kötüyü doğruymuş gibi pazarlamakta şahaneyiz.

İşte bunlara “Şahane Perişanız”yakıştırmasından daha fazla cuk oturan bir tanımlama bulunabilir mi?

SORDUĞUMDA buna benzer muhteşem argümanlar getirmişti ki, kelimenin tam anlamıyla perişan olmuştum. Ayağımın altından tüm dünya bir halı gibi çekilmişti. Şiddetle yuvarlanıp düştüğümü hissediyordum. Bu acınası durumumu gördüğünde “Seni biraz neşelendireyim imanım” diyerek okumayı çok sevdiği ve sıklıkla kendisinden örnekler getirdiği Attila İlhan’ın sonradan çok yerde gördüğüm şu hatırasını aktarmıştı:

“İki kardeş Attila İlhan ve Çolpan İlhan. Çok bağlılarmış birbirlerine. Bu iki kardeş arasında öyle bir karşılıklı hayranlık varmış ki, eş Sadri Alışık kıskanır ve zaman zaman takılırmış onlara.

Attila İlhan çok hayranlık duyduğu kız kardeşini, her gördüğünde iltifatlara boğarmış.

Aralarındaki muhabbetli ilişki bu minval üzere sürer, gidermiş.

Bir gün Attila İlhan, film setine uğramış kardeşini ziyarete.Çolpan İlhanda çok pejmürde, makyajsız, saçlar alelade tepede tutturulmuş, bakımsız, kötü bir haldeymiş.

Başlamış ağabeyi iltifatlara...

‘Dünya güzeli, dünyanın en fıstığı, benim eşsiz kardeşim’vs.

‘Aman ağabey, iltifat edeceğim diye yalan atma. Baksana yahu ne perişanım’ demiş

Attila İlhan da: Evet, ama sen en ‘ŞAHANE PERİŞANSIN’ demiş.

Başlamışlar kahkahalarla gülmeye. Şair adamın, yalan iltifatı da şairane olurmuş. Bu laf ölene kadar aralarında espri olarak kalmış. Doğru olmayan bir durumun, şifreli anlatımı olarak kullanılmış.”

Evet, onların bu şahane perişanlığı renkli ve neşeli.

Ya bizimkisi?

Bizimkisi çok acıklı ve can yakıcı…

Ya Selâm!