PSİKİYATRİ sahasında bilinen, bizlerin de zaman zaman duyduğu bir sendrom var: “Hayalet Uzuv Sendromu.” “Hayalet Bacak Sendromu” da özellikle güvenlik alanında çalışanların çarpışma sırasında kopan bacaklarının sanki yerindeymiş gibi hissederek acı çekmesine deniliyor.

PSİKİYATRİ sahasında bilinen, bizlerin de zaman zaman duyduğu bir sendrom var: 'Hayalet Uzuv Sendromu.'

'Hayalet Bacak Sendromu' da özellikle güvenlik alanında çalışanların çarpışma sırasında kopan bacaklarının sanki yerindeymiş gibi hissederek acı çekmesine deniliyor.

Bu durum savaş hallerinde meydana gelebildiği gibi deprem veya trafik kazalarının sonrasında da görülebiliyor.

Kol, bacak, göğüs, diş, göz ve kulaklar hasar görüp tıbbi müdahale ile alındığı halde sanki varmış gibi acılı tepki vermeleri hissi…

Hayalî…

Yok ama var gibi hissedilmesi durumu…

Olmayan şeyin varmış gibi algılanması…

Bir yanılsama esasen…

Bir aldanış…

Bir aldatmaca…

ACABA diyorum…

'Hayalet Kalp Sendromu' şeklinde bir kavram var mı?

Bunu yaşıyor olabilir miyiz?

Herkesi en sivri taşlarla yaralarken hiç merhamet duymayan kalbimiz, bize bir çakıl taşı isabet ettiğinde yeri göğü inletiyorsa burada benzer bir durumu yaşıyor olabilir miyiz?

Başkalarının çocuklarına bizim ki sınırı aşıp bir zarar eriştirdiğinde kendimizce makul binlerce mazeret bulup savunmaya girişirken onun yarısının yarısıyla kendi evladımız muhatap olduğunda aynı yaklaşımı gösterebiliyor muyuz?

Yoğun kış şartlarında dışarıda rastladığımız, parkta ya da orada burada yatan evsizleri görmezlikten gelip hızlıca evimize geldiğimizde odamızın yeterince ısınmadığı için dertlendiğimiz vakit az önce tanık olduğumuz duruma verdiğimiz tepkisizliğimiz burada da geçerli mi?

Biri bizi inciten bir kelam sarf ettiğinde meydana gelen iç yaralanmamız tarafımızdan başkalarına fırlatılan söz oklarının meydana getirdiği kanamalar için de aynıyla geçerli mi?

Evet, bir acıma hissimiz var.

Evet, bir yaralanma halimiz mevcut.

Kırılıyoruz, dökülüyoruz…

Kafaya takıyoruz.

Uykusuz kalıyoruz.

İşe, güce adapte olamıyoruz.

Yüzümüz düşüyor, karalar bağlıyoruz.

Bu, bir kalbimizin olduğunun göstergesi.

Ancak…

Başkalarının acılarını hissetmeyen sadece kendi derdiyle meşgul olan bir kalp, kalp midir?

Sırf kendine dönük hissedişlerin varlığı onu gerçek bir kalp yapar mı?

Bencilliğin delili olan hususları kendimizin iyi insan oluşunun sancıları olarak kabul edebilir miyiz?

Bir sızı var, evet, ama kendimize yönelik…

Bir merhamet var, evet, ancak çevremizle sınırlı…

Bir duyarlılığımız var, evet, lakin dar daire ile akortlu…

Oysa alemlere rahmet olan bir peygamberin bağlısıyız.

Oysa insanlığa şifa olan bir ilahî kitabın talebesiyiz.

Burada çok büyük bir terslik yok mu dostlar?

Bu, gerçek olmayan yani hayalî bir kalp ile avunduğumuzun en bariz kanıtı değil mi?

Mesele gerçekten psikoloji alanıyla mı sınırlı?

Buna ikna olabilir miyiz?

'HAYALET Kalp Sendromu' içindeyiz.

Dahası da var.

'Hayalet Akıl Sendromu' ile de malulüz.

Menfaatimize olan her durumda aslan kesilip hakkımızı almak için didiniyoruz.

Hatta didişiyoruz.

Çoğu defa sınır ihlalleri bile yapabiliyoruz.

Ancak aynı şeyi manevî kayıplarımız için yapmıyoruz. Uhrevî yaşayışımız için dikkate almıyoruz.

Bu durumda aklımızı veriliş amacı dışında kullanmış olmuyor muyuz?

Yani 'Hayalet Akıl Sendromu'na yakalanmış sayılmıyor muyuz?

Yine aynı husus derin düşünme olan tefekkür için geçerli değil mi?

Günlük ibadet pratiklerimizi çoğaltıp otomatikleştirirken bize farz kılınan Kur'an-ı Kerim'i anlamaya yanaşmıyor olmamız aynı sonuca taşımıyor mu bizi?

Nerden baksak sorun, nereden yaklaşsak problem…

'Hayalet Kalp Sendromu'nun dibini bulmuş durumdayız.

Rabbimizden gerçek bir kalp, gerçek bir akıl, gerçek bir tefekküre ulaştırması niyazıyla…

Ya Selam!