Son on yılda, özellikle uluslararası göç, devlet ile göçmenler arasındaki ilişkide bir güvenlik sorunu olarak algılanmakta. Buna, zengin alıcı ülkelerin asimilasyon politikasına geri dönme eğiliminin eşlik etmesi dikkat çekicidir.

Son on yılda, özellikle uluslararası göç, devlet ile göçmenler arasındaki ilişkide bir güvenlik sorunu olarak algılanmakta. Buna, zengin alıcı ülkelerin asimilasyon politikasına geri dönme eğiliminin eşlik etmesi dikkat çekicidir. 20. yüzyılın son çeyreğinin başından itibaren, ulus devletin homojenliğe dayalı tek tip yapısının modernitenin uygulanabilir projelerinden biri olmadığı yaygın olarak tartışılmaktadır. Gerçek şu ki, diğer ülkelerden gelen göçmenlerin ulus devlet içindeki önemine ilişkin görüş, 20. yüzyıldan 21. yüzyıla geçişte kökten değişti.

Küreselleşme ve uluslararası göç arasındaki ilişkiyi incelerken, küreselleşmenin uluslararası göç süreçlerini hem ekonomik hem de politik ve teknolojik olarak nasıl etkilediğine dikkat edilmelidir. Öte yandan uluslararası göçün düzenlenmesini anlamak için küreselleşmenin özellikle kimlik siyaseti üzerindeki etkisini dikkate almakta fayda var. Birkaç anahtar kelime: ekonomik eşitsizliklerin dünya çapında artması, iş yaratma krizlerinin ve işsizliğin ortaya çıkması, işgücü piyasasının dünya çapında parçalanması, gelişmiş ve daha az gelişmiş ülkelerde kalifiye ve vasıfsız işçiler arasındaki bölünme, ulaşım ve iletişim teknolojilerinin hızlı gelişimi, kişiler arası mesajlaşmadaki küresel artış, hükümetler arası ilişkilerde yeni insan hakları terimlerinin ortaya çıkması ve hem yasal hem de yasadışı göç endüstrisinin artan karmaşıklığıdır.

Tüm bu manşetlerin gösterdiği gibi, küreselleşme bağlamında uluslararası göç, yalnızca ulus devletler çerçevesinde anlaşılamaz veya ele alınamaz.

Tek Ulus Devlet, Çok Göç: Modern Türkiye Tarihi

Türkiye'nin modernite projesini ulus devlet yaratma çabalarıyla birlikte sunması, bir yandan Osmanlı geçmişinden kopuş anlamına gelirken, diğer yandan bu geçmişin bir nevi devamı olarak görülebilir. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü, öncelikle İmparatorluk içindeki çeşitli dil ve inanç topluluklarının, etnik veya ulusal grupların ulusallaşma süreçlerini teşvik etti.

İmparatorluğun kalbinde yer alan ve devletten sorumlu olan Türkler ve Müslümanlar, imparatorluğu sürdürme pahasına millileştiren son gruptur. Göreceli olarak geç kamulaştırma süreçlerinin en önemli katalizörü, imparatorluğun merkezine yakından bağlı Ermeni ve Rum topluluklarının karşılaştırılabilir daha önceki ulusallaştırma süreçleridir.

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar modernite/ulus devlet ve uluslararası göç arasındaki ilişki üç döneme ayrılabilir. Birincisi, ulus devletin oluşumunun erken dönemi, 1923'ten 1950'ye kadar sürer. İkinci dönemde, 1950 ile 1980 arasında, ulus devletin oluşumu ve sürdürülmesi yerel ve ulusal süreçler olarak kurulur. 1980'den günümüze eğitim ve ulus-devletin korunması küresel olarak anlaşılmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi, göç boyutundaki bu dönemlendirme, genellikle Cumhuriyet Türkiye'sinin ekonomik, sosyal ve siyasi tarihine yönelik yapılan dönemlendirmelerle örtüşmektedir.

Modern Türkiye'nin kuruluşundan önce, Birinci Dünya Savaşı'ndan önceki yıllarda, sırasında ve sonrasında, göç dalgalarıyla günümüz Türkiye topraklarında nüfusun hızlı bir şekilde Türkleşmesi ve İslamlaşması gerçekleşti. Bu gelişme, Cumhuriyetin ilk yıllarında başta Ermeniler ve Rumlar olmak üzere gayrimüslim nüfusun Anadolu'dan göç etmesi ve Balkan Türklerinin Türkiye'ye 13 milyon civarında Müslüman olmak üzere 16 milyon civarında göç etmesiyle devam etmiştir. Kalan üç milyonun ise gayrimüslim olduğu varsayılmaktadır. Bu gayrimüslim ve Türk olmayan nüfusun yaklaşık 1,5 milyonu Rum, 1,2 milyonu Ermeni'dir. Aynı zamanda, Yahudi nüfusu 128.000 civarında, Rum ve Ermeni olmayan Hıristiyanların nüfusu ise 176.000 civarındadır. Bu rakamlar, 1914'te günümüz Türkiye topraklarında nüfusun yüzde 19'unun, yani beş kişiden birinin, Türk olmayan ve Müslüman olmayan Osmanlı tebaası olduğunu göstermektedir. 1927'de, cumhuriyetin kuruluşundan dört yıl sonra, Türkiye'nin nüfusu üç milyonun biraz üzerindeydi ve gayrimüslim nüfusun oranı yüzde üçten azdı. Birinci Dünya Savaşı sırasında ve ardından Türk ulus devletinin ortaya çıkmasına yol açan Kurtuluş Savaşı'ndan sonra, Türkiye hızla Türkleştirildi ve İslamlaştırıldı. Ulus devletin ortaya çıkmasında en etkili faktörlerden biri olan nüfusun homojenleşmesini iki temel olay (1915'te Ermeni nüfusun tehciri ve 1923 Lozan Antlaşması'nda Yunanistan ile Türkiye arasında kabul edilen nüfus mübadelesi) hızlandırdı.