HAYATIMDA sevgimin en çok karşılık bulduklarından biri olan halamın eşi geçtiğimiz haftalarda rahmete ermiş, öteye kanatlanmıştı.

Kolum kanadım kırılmıştı tabi.

İstanbul’a bir ziyaret sebebiyle gelip dönemediğimde en yakınımda olan kişiydi.

Benim o ilk ergenlik dönemlerimde seviyeme iner, yârenlik ederdi.

Muhabbete nükteler katar gurbetin ruhuma verdiği azabı bunlarla hafifletirdi.

Yaramazlıklarım olmaz mıydı, olurdu.

Anlayışsızlığa dayalı kusurlu tutumlarım bulunmaz mıydı, bulunurdu.

Yandan dolaşmalarım, tembelliğe prim vermem söz konusu değil miydi, sonuna kadar…

Peki, o ne yapardı?

Hepsini tolere ederdi. Anlayışla karşılar maharetle savuştururdu.

MUZAFFER eniştem gördüğüm en yardım sever insanlardan birisiydi.

Sanmıyorum ki onun küçükte olsa tanıdıklarından kimse ondan yardım görmemiş olsun. O durmadan akan ve etrafını yeşillendiren bir ırmak gibiydi. Sel gibi gürültü çıkartarak gitmezdi. Bentleri yıkmazdı. Felaketlere neden olmazdı. Bir ırmak, bir akarsu gibiydi. Seyretmesi de sesini dinlemesi de güzeldir. Geçtiği yerler yeşillenir, canlanır, hayat bulur. Muzaffer eniştemde işte böyledir. Herkese bir yararı dokunurdu. Onun zarar verdiği kimseye henüz tanık olmadım. Ondan yakınan olmazdı.

SUYUN yanı başında neden kervanlar konaklar? Orada hayat olduğu için.

O da benim için öyle oldu. Gençlik dönemlerinde Yozgat’ın bir köyünden kopup İstanbul’a geldi pek çok yerde dinlendikten sonra Sefaköy Söğütlüçeşme mahallesinde durdu ve konakladı.

Kafilede işte burada mekân tuttu. Onun bu yardımseverliği, paylaşımcılığı olmasa beklide bu mümkün olmayacaktı. Etrafında kardeşleri, kayınbiraderleri de yerleştiler. Onların mekân tutmasında yer yurt sahibi olmasında belli ölçüde payı var.

Ailesine yakınlarına bir insan nasıl hayırlı olur sorusu zihnime düştüğünde gözümde canlanan tablo onun ortaya koyduğu tablodur.

İNSANI üzmek istemezdi. Kızıyorsa da sessizlikle ifade etmeyi yeğlerdi çoğunlukla. Didişmez, kavga etmez, ileri geri çekişmelere girmez uzak kalmayı tercih ederdi. Onun kendine göre bir bakış açısı, kendine mahsus bir çalışma takvimi vardır. Dış olaylar onu pek etkilemez o işine gücüne devam ederdi.

SÜREKLİ çalışırdı. Tembellik, yan gelip yatmak, uyumak ona göre değildi. Mutlaka bir uğraşı vardı.

Ve ilginç olanı elinden her şey gelirdi. Bir evi sıfırdan çatısına kadar her şeyi en iyi şekilde yapardı.

İlk yıllarımdaki boş zamanlarda beni de bazen yanında götürürdü.

Onunla harcı, şap, tuğlayı, betonu, sıvayı, kum elemeyi, fayansı gördüm.

Ben köyde sadece saman karıştırılarak yapılan toprak çamuru yani kerpici bilirdim.

BİR roman yazabilseydim eğer mutlaka eniştem onun kahramanı olurdu. Çocuk yüreğimi sevindirmeyi nasıl güzel yapardı. Hatıralarımın en canlıları ona ait olanlarıdır. Bayramda aldığım en büyük harçlık onun verdiğidir örneğin. Bir çocuk için dünyada bundan daha değerli ne olabilir ki.

KANARYA’DA bir inşaata beni de götürüyordu. O dönem direksiyonu sağdan olan beyaz bir arabası vardı. Bununla gider gelirdik. Henüz ilk ehliyet zamanları idi ve epeyce heyecanlanırdık.

Bir akşam iş bitimi eve dönerken oraların en meşhur mağazasına götürdü birden. Ne olduğunu anlayamamıştım. Bayram öncesi bir hazırlıktı bu.

Evet, o gün ilk kez ömrü hayatımda takım elbise giymiştim.

Ve bunu Muzaffer eniştem almıştı bana. Nasıl unutabilirim ki…

İlk hastaneye gidişim yine onunla oldu. Doktora şikayetimi nasıl anlatacağımı bilememin şaşkınlığı ve tedirginliği varken üzerimde yine eniştem yetişti imdadıma.

MUZAFFER eniştemi minnet ve şükran borcumun bitmeyeceği bir insan olarak gördüm hep.

Ona olan saygım her zaman daha farklı oldu. Büyük bir sevgi ile saygı çizgisini aşacak hiçbir harekete girmedim. Onu kırmaktan olan korkumdan kaynaklanır bu halim. Üstelik onun bana hiç kırılmayacağını bilmeme rağmen.

Yüz kere bin kere ellerinden öperim. İyi ki hayatımda var oldun.

Eğer sen bana sıcak durmasaydın ben ne olurdum bilmiyorum.

Ey hayatımın önde giden atlısı…

Sana Rabbimden gani gani rahmet diliyorum.

Ya Selam!