HAYATIMDA iz bırakan isimlerden biridir. Yarı annem desem hiç abartmış sayılmam. Onun bereketli sofrasında aç karnımı çokça doyurmuştum. Sıcacık ilgisiyle minik yüreğimin ısındığı nadir insanların başında gelir.

HAYATIMDA iz bırakan isimlerden biridir.

Yarı annem desem hiç abartmış sayılmam.

Onun bereketli sofrasında aç karnımı çokça doyurmuştum.

Sıcacık ilgisiyle minik yüreğimin ısındığı nadir insanların başında gelir.

80'li yıllar…

Orta mektep günleri…

Garibanlığın üzerimize paçalarımıza kadar sindiği dönemler.

Ümraniye Çarşı'da Fatih Sultan Mehmet caddesinde öğrenci olarak benden büyük üniversite talebeleri ile birlikte kaldığımız günler.

Düzce'de bir kooperatifte memuriyet yapan Nurettin İnaltekin Diyanet'e geçip Çarşı Camisine ikinci müezzin olarak tayin oluyor.

Bir vesile ile bizimle birlikte geçici olarak kalmaya başlıyor.

Çarşı camisinin minaresinden yeni bir ses kulaklardan gönüllere ulaşmaya başlıyor.

Cemaatte bir manevî heyecan dalgası oluşuyor.

Yatsı namazı öncesi onun okuduğu Yasin-i Şerifi dinlemek için insanlar artık erkenden gelip saf olmaya başlıyor.

Hayatımda köyümden sonra gördüğüm iştah ve aşkla Kur'an-ı Kerim okuyan ikinci insan…

Mananasını anlamıyor olsanız bile bu okuyuş sizi bambaşka yerlere götürüyor.

İmam Ahmet Efendinin namaz sonrası mihrapta duadan sonra elini yüzüne sürmesinin ardından Nurettin hocaya başıyla işaret vermesiyle başlayan Amerresulü kıraati...

Melekler gibi tabiri caizse kanatlanmaya başladığımız demler…

Nurettin hoca sevecen bir insan.

Hareketli.

Heyecanlı…

Çocukları için yeni bir hayat kurmanın azmi ve heyecanıyla yurt değiştiriyor.

Onlar için güzel bir gelecek düşlüyor.

Ve bir süre sonra ailesini de taşıyıp bizden ayrılıyor.

KENDİSİ bana hamilik yapmayı sürdürüyor.

Arkasına dönerek cebinden çıkardığı parayı büyük bir nezaketle 'Çay içersin' diyerek kırmadan veriyor.

Bir öğlen namazı sonrası.

Yine beraberiz.

Birlikte yürüyoruz derken evinin kapısında buluyoruz kendimizi.

Anahtarıyla kapı açmasıyla seslenmesi bir oluyor.

'Meşkûreeee'

İçimi aydınlatan bakışıyla Meşkûre teyzeyi ilk görüşüm.

Çerkesçe 'Sana adiğe oğlan getirdim' diyor.

Meşkûre teyze beni bağrına basıyor.

Isınıyorum.

Çok kısa bir süre sonra geniş bir sini üzerinde hemen bir sofra geliyor.

Bu ritüel hiç değişmiyor.

Ne vakit gittiysem aynı hız ve özenle o sini sofra hep hazır oluyor.

Asla açmışın diye bir soruya muhatap olmadan bu klasik yıllarca devam ediyor.

MEŞKÛRE teyze rahmetli halamdan sonra çocukluk yıllarımda kendisi tarafından canı gönülden sarılıp sarmalandığım kişi olarak kalbimdeki yerini alıyor.

Çok enerjik…

Tembellik onun semtine sanki hiç uğramamış.

Hamarat.

Eli de gönlü gibi temiz ve leziz.

Titiz, tertipli…

Üç erkek çocuğunun yaşadığı o ev her zaman misafire hazır, temizlik ve tertiplilikte…

Evine, eşine, evlatlarına bağlı ve düşkün…

Varı, yoğu biliyor.

Ayağını yorganına göre uzatan bir kişilik.

Kendine özgü bir güveni her halinden belli ama bir o kadar da mütevazı.

Sessiz.

Ancak diğer yandan inadına özgür ruhlu ve kendine özgü bir duruşu var.

Yeni tabirle karizmatik.

ÇOCUKLARI Mahmut, Metin ve Murat…

Düzce'ye gittikleri zaman ben yanlarında kalıyorum. Ders çalıştırıyorum.

Oradan gelen fındık kabuklarıyla sobayı yakıyoruz. İlk kez bunun yakıldığını görüyorum.

Dışarısı soğuk ama evimiz de yüreğimiz de sıcak.

Yıllar sonra evlenip kızım Ayşe Nur dünyaya geldiğinde Kadıköy'de evimize ziyarete geliyorlar.

Nurettin Hoca kundaktaki kırmızı saçlı bebeği göstererek 'Burada bir melaike var' diyor.

Bu sözü duymaktan çok mutlu olan eşim ve bu gönül alıcı cümleyi kuran Nurettin hoca şimdi hayatın öte yakasındalar.

Bizler bu taraftayız.

Ve çocuklar çoktan büyüyüp hayata karıştılar.

MEŞKÛRE teşekkür edilmeye layık demek.

Beğenilmiş, övülmüş.

Gerçekten öyle.

Sonsuz şükran duygusuyla doluyum.

Düzce'ye selam ediyor hürmetle ellerinden öpüp sağlıklı bir ömür diliyorum.

Ya Selam!