“Hevâ ve hevesini ilah edinen, bilgisi olduğu halde Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola hidayet edebilir? Ey insanlar! Anlamaz mısınız?” (Câsiye: 23.)

'Heva ve hevesini ilah edinen, bilgisi olduğu halde Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola hidayet edebilir? Ey insanlar! Anlamaz mısınız?' (Casiye: 23.)

Yüce dinimiz İslam'a kastederek tahrifat ve reforma kalkışanlar, suret-i haktan görünerek 'Efendim, asırlar geçti, zaman ve şartlar değişti. İslam'ı günümüz şartlarına göre yeniden ele alıp gözden geçirmeli, zamanın ve çağın şartlarına uygun bir din inşa etmeliyiz' diyerek, kendilerine ve yaptıklarına bir masumiyet ve meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadırlar. Bu sebeple İslam'ı imhaya yönelik küresel küfür ve işgal projeleri içine 'çağdaşlık putu'nu ve 'dinde reform'u da katmak, tabiatıyla da bu sinsi tuzağın arkasındaki hile ve entrikaları teşhir etmek bir zaruret olmuştur.

Bu ve bundan sonraki birkaç yazımızda bu konuyu ele alacağız. 'Çağdaşlık putu'ndan neyi kastettiğimizin daha iyi anlaşılabilmesi için, buna mesnet teşkil eden 'değişimi'i de bir put olarak değerlendirdiğimiz 'Bir Modern Zamanlar Putu: Değişim' adlı yazımızın tekrar tetkik edilmesinin faydalı olacağını siz kıymetli okuyucularımıza hatırlatmak isterim.[i]

Bu seride gündem ettiğimiz küresel küfür ve işgal projelerinin hepsinde ortak olan ve de şirk ifade eden temel yanlış, Allah tarafından yaratılan ve mükellef tutulan insanın, mesuliyetini göz ardı ederek haddini aşması ve kendi kendine din vaz'etmeye kalkışmasıdır. Bu, esasen bir 'ilahlık iddiası'dır; dolayısıyla da zilletin ve sapkınlığın en aşağı derekesidir.

Peki, neden böyledir?

Çünkü insan genel manada acizdir, cahildir, nankördür ve noksanlıklarla maluldür. Kendi kendine yön ve istikamet bulamayan insanın, kendinde rububiyet sıfatları varmış gibi bir cüretle ilahlık taslaması hem muhale yönelmiş bir çıkmaz, hem vahim bir çelişki ve hem de trajikomik bir rezilliktir.

I- DİN VAZ'ETME YETKİSİ ANCAK VE SADECE ALLAH'A AİTTİR

Din vaz'etme yetkisi sadece ve sadece, ulûhiyet ve rubûbiyet sıfatlarının tek sahibi, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf, Vahid ve Ehad olan Allah'a mahsustur.

Bu sebeple de insanlığın her zaman ve her yerde bütün ihtiyaçlarını karşılayarak, fıtrata uygun ilahî bir nizam ortaya koyan tek din, Allah'ın vaz'ettiği yüce İslam'dır. İslam, Allah'ın yapısıdır ve vahiy kaynaklıdır. Tarih boyunca bütün peygamberler ve en son sırada da Seyyidü'l- Mürselîn Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) tarafından tebliğ edilen din, İslam'dır.

Allah noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf olduğu için, onun vaz'ettiği din de noksanı ve fazlalığı olmayan 'ekmel' bir din olmak durumundadır. Kuran'da çeşitli ayetlerle bu gerçeklere vurgu yapılır:

'Şüphesiz Allah katında din İslam'dır…' (Âl-i İmran: 19.)

'Kim İslam'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.' (Âl-i İmran: 85.)

'…Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı seçtim…' (Maide: 3.)

Âlemde en büyük gerçek, 'hak' kavramıyla ifade edilir ve hak tektir. Bütün sapkınlıklar bu gerçeği gözden kaçırmaktan veya bilerek isteyerek göz ardı etmekten kaynaklanır.

Nasıl ki mantık ilminde doğru tektir; tabiî / fennî ve riyazî ilimlerde doğru netice tektir; aynen bunlar gibi hak olan, doğru ve mükemmel olan din de tektir ve o din İslam'dır.

İslam'ın vahiy kaynaklı olup bugüne kadar hiçbir ilke ve hükmünün değişmediği, esasen genel olarak bütün dünyaca bilinmektedir. Ne var ki, bazı vicdanlar bunu teyit ve ifade ederken; fıtratı bozulmuş, sağlıklı düşünme melekesini kaybetmiş, kibirli ve haset ehli kimseler bunu göz göre göre inkar ederler. Elbette ki onların tavırları hakikati değiştirmez. Zira ilim, ruhları hastalıklı ve zihinleri malul kimselerin şehadetine muhtaç değildir.

Bilindiği gibi İslam'ın iki temel kaynağı Kuran ve Sünnet'tir. Bu iki kaynakta hiçbir çelişki olmaması, İslam'ın 'hak' olduğunun ve dolayısıyla da kıyamete kadar beşeriyetin bütün sorunlarına cevap verebilmesinin teminatıdır.

Kuran, İslam muarızlarına hem edebiyat şahikası ve hem de en büyük mucize olarak meydan okumaktadır. Bu meydan okuma karşısında gerek Mekke müşrikleri gerekse de sonradan gelen ehl-i küfür hep aciz kalmış, zelil olmuştur.

Kuran ilim ve hikmet hazinesidir. On dört asır boyunca dünyada yaşanan ilmî gelişmelerin hiçbiri İslam'a ters düşmemiş; tam aksine ortaya çıkan ilmî hakikatler, kendine Kuran'dan dayanak bulmuş, bu da Kuran'ın sürmekte olan mucizesi olarak birçok ilim adamının iman ve tevhidle buluşmasına vesile olmuştur. Bütün bunlar Kuran'ın Allah kelamı, İslam'ın Hakkın nizamı olduğunun delilleridir.

Evet, Kuran'da mealen şöyle buyurulur:

'Hala Kur'an'ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.' (Nisa: 82.)

Bu ayette çelişkinin ilim dışı olduğuna, tutarlılığın ise ilim - hikmet ifade ettiğine, mükemmelliğin ve hatasızlığın ancak Allah'tan kaynaklandığına vurgu vardır. Elbette ki aklını kullananlar için…

İşte tek hak din olan İslam, onu vaz'eden Allah olduğu için, ekmeldir. Ne noksanı, ne de fazlalığı olmayan; hak, hikmet, ilim, fıtrat neyi icap ettiriyorsa bütünüyle kendisinde taşıyan hidayet yoludur. İslam'ın değişmemesinin, daima taze, doğru ve mükemmel kalmasının sebebi budur.

Dolayısıyla geçmişte ve günümüzde İslam'ı tahrife, tahvile veya tebdile cüret edenlerin bir türlü kavrayamadıkları gerçek de budur. Bu idraksizlik, ya akıl tutulmasından ya kalpte ilim ve hikmet nurunun kalmamasından yahut da şirk ve inkarın, nefis ve hevanın manevi benliği teslim almasındandır. Ne diyelim, Allah'ın nur ve hidayet vermediğine kimse nur ve hidayet veremez.

II- ÇAĞDAŞLIK PUTU VE DİNDE REFORM HEZEYANLARININ İÇ YÜZÜ

Hal böyleyken, hidayetten uzak, basireti kapalı, sapkınlığı meslek edinmiş, vicdan hassasiyetini kaybetmiş bazı budalaların, şeytana askerlik yaparak tek hak din olan İslam'la nasıl uğraştıkları, kendilerince (haşa) onu nasıl ıslah etmeye (!) yeltendikleri, yani Allah'ın indirdiği noksansız dini nasıl beşerileştirmeye çalıştıkları ibretlik bir hadise olarak ortadadır.

Bunların iki temel yanlışı şudur:

Bir: Hakikatin zamanla değişeceğini vehmetmeleri (ki çağdaşlık putu bu yanlışa istinat etmektedir)

İki: Var olduğunu düşündükleri bir sorunun çözümünün insan eliyle, insan müdahalesiyle gerçekleşeceğine inanmaları

Bu yanlışları daha iyi anlayabilmek için önce çerçeveyi belirleyelim ve adına din denen İslam dışındaki bütün yolların konumuz dışında olduğunu baştan belirtelim.

Şöyle ki, adına 'din' denen bir sistem, eğer temelde şirk ve küfrü esas alıyorsa yahut insan icadı ise, hurafeler curcunası haline gelmişse ya da aslı hak olduğu halde sonradan tahrif edilmiş, bozulmuşsa, bilinmelidir ki böyle bir dine her kim müdahale ederse etsin, mevcut sapkınlığını daha da içinden çıkılmaz hale getirmekten başka bir iş yapamaz. Böyle yanlışlar kumkuması bir din telakkisi üzerinde reform gayretlerinin hiçbir faydası olmaz. Bu, küfür karanlığında debelenmekten, kurtulmaya çalıştıkça daha da batmaktan başka bir şey değildir. Buna çalışanlar hayır ve fayda nev'inde zerre kadar yol kat edemeyecekleri gibi, sapkınlık ve zulmetlerini katmerleştirmekten başka bir şey elde edemezler. O sebeple İslam dışındaki dinlerde reform ve çağdaşlık nağmeleri terennüm etmenin hakikat namına bir manası yoktur ve bunlar konumuz dışındadır. Dolayısıyla da 'çağdaşlık putu' ve 'dinde reform' denen zırva, ancak İslam'a kurulan büyük birer tuzak olarak kabul edildiklerinde gündem edilmeye ve cevaplamaya değerdir.

1- 'Çağdaşlık Putu'

Çağdaşlık kavramını birkaç madde halinde tahlil etmeye çalışalım:

- Zıtlıklardan meydana gelmiş olan alemde en büyük gerçek, batılın zıddı olan hak ve hakikattir. İlmî düşüncenin en büyük alameti, aklın ve mantığın tek olan hakikati aramasıdır.

Mesela matematikte bir problemin tek doğru sonucunun olması, geometride iki nokta arasındaki en kısa mesafenin bir doğru olması, bir zaruret ve mecburiyettir.

Günümüzde adına 'akademik yaklaşım' denen zihniyette, maalesef zaman zaman dikkat çektiğimiz bir karadelik oluşturulmuştur. Bu da, sabit bir hakikatin olmadığı, herkesin kendine mahsus bir doğrusu olduğu hezeyanıdır. Detaya girmeden kesin net ifade edelim ki, böyle bir bakış açısı ilimleri kökünden dinamitler; ilim sahalarını karanlıktaki kör döğüşüne çevirir. Çünkü doğru tektir; yanlış ise pek çok olabilir.

- Tek olan hakikat, zaman ve mekana bağlı olarak değişmez. Mesela iki çarpı iki dört eder ve bu her zaman ve mekanda böyledir.

Yer çekimi ivmesi (dünyanın kütle çekim ivmesi veya g kuvveti) 9,81 metre / saniye –karedir. Bu değer de dünyanın her yanında aynıdır.

Suyun yüz derecede kaynaması da öyledir.

Havanın yüzde yirmi birinin oksijen olması da öyledir.

Dünyanın 23 derece 27 dakikalık bir açıyla, ekseninde eğik olarak dönmesi de öyledir. Örnekler çoğaltılabilir.

Peki, alemdeki bu ve benzeri dengeler sabit değil de değişken olsa ne olurdu?

Şüphesiz ki bütün ilimler çöker; ilmî düşünce, aklî muhakeme dumura uğrar, dolayısıyla kainatın düzen, nizam ve intizamı bozulurdu.

İşte burada bahsettiğimiz ölçü, Kuran-ı Kerim'de 'mizan' kelimesiyle anlatılır ve mizanın tıpkı 'Kitap' gibi indirildiği haber verilir.

'And olsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde Kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler…' (Hadîd: 25.)

Keza Rahman Suresinde de 'mizan' kelimesi ard arda üç ayette (7, 8, 9. Ayetler) zikredilir ve böylece üç önemli ölçüye işaret edilir.

Ayetler mealen şöyledir:

'(Allah) Göğü yükseltti ve mizanı (ölçüyü) koydu.'

'Ölçüde haddi aşmayın (Allah'ın koyduğu, kurduğu dengeyi, düzeni bozmayın, ölçüyü kaçırmayın).'

'Tartıyı adaletle yapın, mizanı (teraziyi) eksik tutmayın.'

Bu ayetlerden birincisinde kainatta cereyan eden 'Sünnetullah' ölçüsü anlatılır.

İkincisinde insan fıtratındaki hak ve adalet ölçüsüne dikkat çekilir.

Üçüncüsünde ise sosyal ve ekonomik hayattaki ağırlık, uzunluk vs. gibi ölçülere sadık kalmak konusunda uyarı vardır.

Bu üç ölçü arasındaki bütünlük bütün kainatı kuşatır ve bu ölçülerde asla değişme olmaz. Bu da 'Allah'ın sünnetinde / kanununda asla değişiklik göremezsin' (Ahzab: 62, Fetih: 23) ayetinin bir tecellisidir. Bu mükemmellik ancak ve sadece İslam nizamında bulunur; başka hiçbir inanç ve ideolojide yoktur.

- Bu örnekler gösteriyor ki zamanın ve mekanın, dolayısıyla da çağdaşlık denen kavramın hak ve hakikat üzerinde müessir olması söz konusu değildir.

- Maalesef son zamanlarda insanların ağzında sakız olan 'değişim' kavramı da yanlış anlaşılıyor ve anlatılıyor. Değişim denen şey, Allah'ın koyduğu fıtratın değişmesi değildir; alet ve vasıtaların değişmesidir. Âlemin, üzerine bina edildiği hakikatler manzumesi, esaslar, kanun ve kurallar değişmez. Buna materyalist zihniyette tabiat kanunu / doğa düzeni denir. Bu, içi boş bir adlandırmadır, ilmî bir geçerliliği yoktur.

İslam'da ise kainattaki nizam ve intizam yukarıda geçtiği gibi 'Sünnetullah' tabiriyle ifade edilir. Sünnetullah, Allah'ın kainat üzerinde koyduğu değişmez kanun ve prensipleridir.

- Çağdaşlığa yüklenen mana üzerinde de biraz duralım.

Şayet çağdaşlık tabiriyle anlatılmak istenen 'değişim' ise, bu bilimsel bir yaklaşım olamaz. Zira bugün çağdaş olan, yüz sene sonra çağdışı oluverir. Böyle temeli, kanunu, ölçüsü olmayan bir anlayış da ancak 'moda' diye adlandırılabilir. Ki moda sadece insanların heva ve heveslerine hitap eder. Burada dikkat edilmesi gereken husus, heva ve hevese zebun olmanın, neticede onu ilahlaştırmaya kadar varabileceğidir. Nitekim yazının girişinde yer verdiğimiz ayet-i kerime bunu anlatır, bir kere daha hatırlayalım:

'Heva ve hevesini ilah edinen, bilgisi olduğu halde Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola hidayet edebilir? Ey insanlar! Anlamaz mısınız?' (Casiye: 23.)

Bizi yaratan Rabbimizin bizden istediği, heva ve hevesi putlaştırmak değil, dini Ona has kılarak kendisine yönelmemizdir:

'Halbuki onlara, ancak dini Allah'a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O'na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekatı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.' (Beyyine: 5.)

'Değişim' bağlamında şuna da dikkat çekmek isteriz:

Aslında alemde kendi fıtrî gerçeklerine dayalı bir tekamül seyri vardır. Bu tekamül adı üstünde fıtrîdir, yaradılıştan gelir. Canlıların çeşitli safhalardan geçmesi, yani doğup, büyüyüp, gelişmesi ve nihayet ihtiyarlayıp ölmesi gibi…

Tekamül iyiye, mükemmele doğru bir seyri ifade ederken, bunun zıddı olarak 'fıtrata ters düşme'yi ifade etmek için 'soysuzlaşma' tabirini kullanabiliriz. Buna göre insan fıtrî yapısı istikametinde tekamül etmeli, ama asla suyu tersine akıtmaya çalışmak kabilinden fıtratını zorlayarak soysuzlaşmamalıdır.

- Günümüzde değişimi esas alan çağdaşlık / modernlik, kelimenin tam anlamıyla putlaştırılmış durumdadır. Ne hazindir ki bu putlaştırmada müsbet ilim denen tabiî ve fennî ilimler de istismar ve alet edilmektedir.

Esasen bu durum, 18. Asırda, hurafelere bulaşmış Hıristiyanlığa tepki olarak ortaya çıkan materyalist - pozitivist - determinist felsefenin aşıladığı bir çılgınlıktır. Auguste Comte'ın temsil ettiği bu felsefe, aslında ilk çağın inkarcı felsefesi olup, batıda kendini topluma müsbet ilim kalıpları içinde arz etmeyi başarabilmiştir. Burada sözü edilen müsbet ilimlerin batıya 'İslam'ın bir hediyesi' olduğunun altını özellikle çizmek isteriz.

Ama ne gariptir ki bu hediyeyi alan batı toplumu, onu (müsbet ilmi) materyalist felsefeyle karıştırmak suretiyle ateizme kanat açmıştır. Böylece de yanlışlara bulaşmış Hıristiyanlıktan kaçarken, kendini müsbet ilim kılığında göstermeyi başaran ateizmin pençesine düşmüştür. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak gibi…

- Halbuki yapılması gereken, bu pozitivist - ateist felsefe ile kainat gerçeklerine istinat eden tabiî ve fennî ilimlerin birbirinden ayrılması idi. Ama batı bunu yapamadı. Batı insanı, Hıristiyanlığın skolastik zihniyetine dayalı hurafelere karşı çıkmakta ne kadar haklı ise, kainatı kör tesadüfe bağlayan ateizmin cenderesine düşmekte ondan çok daha fazla haksız ve kabahatli idi. Ama ne yazık ki duygusallık, haddini bilmezlik, nefisperestlik, şımarıklık ve hatta sapkınlık fark edilemedi yahut fark edilmek istenmedi.

İşte batı insanının temel hastalığı budur. Bu hastalık hem psikolojik hem de sosyolojik manada onları teslim aldı; batı insanı ferdî ve toplumsal alanda bir tatminsizliğe ve buhrana sürüklendi.

Tam da burada sosyolojik materyalizmin temsilcisi Durkheim zihniyetine de temas etmek gerekir. Durkheim, 'Toplumların gidişine hiçbir şekilde müdahale edilmemeli, tabi seyrine bırakılarak ona tabi olunmalı' derken, aslında teslisten kaçan batı insanını, 'toplum' denen sahte bir ilaha teslim ediyordu.

SONUÇ

İşte değişim, çağdaşlık, modernlik edebiyatının yapıldığı batıda, kainat gerçeklerine ve insan fıtratına meydan okuyarak yaşanan savrulmanın serencamı budur.

Bize gelince: Bahsettiğimiz bu modernlik putunu yüceltmeyi seven, güya mürekkep yalamış kesim, batı mukallidi, kendi değerlerinden habersiz ve ne yazık ki daha ziyade ilahiyat camiası içinde yer alan kimselerdir.

Bunlar, bu çağdaşlık ve modernlik putunu insanımıza adeta ulaşılması zor bir hedef olarak göstermektedirler. Abarta abarta bir balon gibi şişirdikleri bu putun potasında, asrî cehaletle ilmî gerçekleri birbirine karıştırarak, tabiri caizse zehri altın kasede sunmaktadırlar. Ve en kötüsü de Allah'ın dini olan İslam'ın, bu put uğrunda feda edilmek, yani reforma tabi tutulmak istenmesidir.

Buna cüret edenlerin batı hayranlığı ve taklitçiliği kalp gözlerini tamamen kör etmiş olacak ki, İslam'ın değerini bilemediler, Kuran'ın mesajını anlayamadılar. Mesela şu ayet-i kerimelerdeki mana, hikmet ve hedefi kavramış olsalardı, asla bu hale düşmezlerdi:

'O (Peygamber), onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helal, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman eden, ona hürmet eden, ona yardım eden ve ona indirilen Nur'a (Kur'an'a) tabi olanlar var ya, işte onlar gerçekten kurtuluşa erenlerdir.' (A'raf: 157)

'Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'ın ve Resûlünün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O'nun huzurunda toplanacaksınız.' (Enfal 24.)

'Hak geldi, batıl zail oldu! Şüphesiz ki batıl, yok olmaya mahkûmdur.' (İsra: 81.)

Netice olarak diyebiliriz ki, bu yazıda gündem ettiğimiz 'çağdaşlık putu' yaldızlı sözlerle insanlığa bir nevi yapay bir din gibi empoze edilmektedir. İşte bu sebeple biz onu küresel küfür ve işgal projeleri arasında sayıyoruz.

Not: Gelecek yazımızda Allah nasip ederse bu konuyu tamamlar mahiyette dinde reformu ele alacağız.

[i] Yazıya şuradan ulaşılabilir:

https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/bir-modern-zamanlar-putu-degisim/732437