Son iki yazımızda yılbaşı ve Noel kutlamalarını değerlendirdiğimizi okuyucularımız hatırlayacaklardır. Bu yazıların hazırlanması ve yayınlanması safhasında geçen iki haftanın Cuma namazlarında okunan hutbeleri de bu değerlendirmeye dâhil ederek konuyu tamamlamak istiyoruz.

21 ve 27 Aralıktaki bu hutbelerin tamamına, isteyen herkes internetten ulaşabilir. Biz burada konumuzla alakalı olan, özellikle dikkat çekmek istediğimiz bölümlerini alıntılayacağız.

Hemen baştan ifade edelim:

Bu yazıda niyet ve maksadımız, önemli gördüğümüz ve az sonra arz edeceğimiz çelişkilerin insanımız ve milletimiz üzerinde oluşturabileceği menfi tesirlerin giderilmesine katkıda bulunmaktır. Ne Diyanetin kurumsal kimliğini ve ne de 150 bin kadrolu Diyanet camiasını hedefe almış değiliz.

Kaldı ki Diyanet personeli içinde çok değerli, istikamet sahibi nice dost ve arkadaşlarımız var. Onlara da, tanımadığımız ama varlığından şüphe etmediğimiz ehlisünnet itikadı üzere hizmet veren binlerce din görevlisi kardeşime de buradan selam ve hürmetlerimi arz ediyorum.

Bu satırlarda dile getireceğimiz tenkitlerimizin muhatabı, bu kısmen yanlış, kısmen hatalı ve bolca da çelişkili mesajlara imza atan sorumlulardır. Ne çare ki bu mesajlar Diyanet kurumunu bütünüyle bağlayan bir mahiyet taşıyor…

21 Aralık tarihli birinci hutbede şöyle deniyordu:

“Milletleri güçlü kılan, onları emin adımlarla geleceğe taşıyan temel unsur, milli ve manevi değerlerine bağlı kalmalarıdır. Kendi değerlerinin yerine başkalarının değerlerini, kendi sembollerinin yerine başkalarının sembollerini benimseyen milletler ayakta duramazlar.

Kendi medeniyetini unutup yabancı kültürlerin etkisi altına giren toplumlar tarihlerini, dillerini, dinlerini ve kimliklerini kaybederler.”

Bu tespitlere katılmamak mümkün değildir. Bunlar gerçeğin ta kendisidir. Ve Diyanet’ten beklenen de bunları böyle gür bir sesle dillendirmesidir. Biz de şahsen bu ilk hutbeyi dinleyip namazdan çıktıktan sonra etrafımızda bundan duyduğumuz memnuniyeti içtenlikle birçok kez dile getirdik. Ta ki bir sonraki Cuma namazına kadar…

27 Aralık günkü Cuma hutbesinde ise bu defa şöyle deniyordu:

“Bir miladi yılın daha arefesindeyiz. BU SENE YENİ MİLADİ YIL BEREKETİYLE GELİYOR. Yılın ilk günü aynı zamanda rahmet mağfiret iklimi üç ayların da ilk günü. Önümüzdeki Perşembe akşamı ise Regaip gecesini idrak edeceğiz inşallah…”

Devamında da yeni yıl dolayısıyla nefis muhasebesi yapılmasından ve ağırlıklı olarak da tevbe edilmesinden bahsediliyordu.

Açık konuşuyoruz:

Bu ifadeler bir evvelki hutbeyle çelişmektedir.

Neden ve nasıl mı? İzah edelim:

Diyanetin ilk hutbesinde Müslüman cemaati uyarıp sakındırdığı yılbaşı kutlamaları, miladi yıla istinaden işlenen şenaatlerdir. Yani bu konu miladi takvimden bağımsız bir şekilde düşünülüp değerlendirilemez. Miladi takvim ise batının benimseyip uygulamaya koyduğu bir takvimdir. Bu hususta Yılbaşı ve Noel Kutlamalarının Arka Planı adlı yazımızda şunları söylemiştik:

“Takvimler, ait oldukları inanç ve kültür sistemi açısından çok önemli gördükleri hadiseleri başlangıç kabul ederler. Yani takvimlerin yıl, ay, gün bildirmenin ötesinde, ait oldukları kültür ve medeniyete dair mesaj verme hususiyetleri de vardır.

Milâdî takvimin başlangıç kabul ettiği hadise, batılılara göre Hz. İsa’nın (a.s.) doğumudur. Dolayısıyla bu takvim Hıristiyan batılıların inanç ve kültürlerinin bir tezahürü, hatta alâmet-i farikasıdır.

Bununla birlikte Hz. İsa’nın (a.s.) gerçek doğum gününün ne zaman olduğu tam olarak bilinmemektedir; bu sadece bir “varsayım”dır.

“Gerçek doğum günü olmasa bile bu şekilde kabul edilmesi, ona / Hz. İsa’ya (a.s.) duyulan sadakat ve hürmeti gösterir” denecek olursa, buna da cevabımız şudur:

Hıristiyanlar Hz. İsa’yı (a.s.) ilahlaştırmak suretiyle onun kimlik ve şahsiyetini saptırdıkları için, ona gösterdikleri hürmetin de bir geçerliliği, kıymet-i harbiyesi yoktur.  Yani ortada sadece bir peygamberin bâtıla alet edilmesi vardır.

(…)

Halkı bu kutlamalardan uzaklaştırmak adına muhafazakâr bir kesimin bu gece “geçmiş yılın muhasebesini yapmak” yönündeki tavsiyelerini isabetli bulmadığımızı da ifade etmek isterim. Çünkü bu da bu geceye farklı bir cihetten de olsa önem atfetmek anlamına gelir; hâlbuki bir Müslüman nezdinde bu gecenin bir önceki ve bir sonraki geceden hiçbir farkı olmamalıdır.”

Bu açıklamanın, ikinci hutbeden verdiğimiz yukarıdaki cümleleri neden yanlış bulduğumuzu gayet iyi gerekçelendirdiği kanaatindeyim.

Müslüman şahsiyetine yakışan, miladi yılbaşına tamamen kayıtsız kalmaktır; ona müsbet bir mana yüklemeye kalkışmak da bir aldanıştır.

Hâlbuki Diyanet bu yeni yılı ve yılın ilk gününü “bereket”le ilişkilendirerek çok büyük bir yanlışa imza atmıştır.

Bereket “Allah’tan gelen hayrın bir nesnede görülmesi ve devam etmesi; artıp çoğalması” demektir; Allah’ın ihsanıdır, nimetidir; bolluktur, feyiz ve feyezandır.

Feyiz ve bereket; hutbede atıfta bulunulan üç aylarla elbette ki gelmiştir. Ama üç ayları -tarih denk düşmüş olsa da- manen miladi yılbaşıyla ilişkilendirmek doğru olmamıştır. Çünkü miladi yılbaşı, ilk hutbede karşı çıkılan batıl ve yanlış uygulamalarla, günah ve isyanlarla, hatta birçok kişi için şirk ve küfürle gelmiştir. Böyle isyan ve tuğyan ile gelen miladi yeni yılı bereketle yan yana anarak bir algı ortaya koymak son derece sakıncalıdır.

Diyanet bunları bilmeden mi, bu inceliği düşünemeden mi birbirine karıştırıyor? Peki, bu inceliği Diyanet bilmezse başka kim bilecek?

Evet, bu soru ciddi anlamda cevap beklemektedir.

Yılbaşı gecesi gördük ki İstanbul, İzmir, Ankara başta olmak üzere Türkiye’nin şehirlerindeki kutlama adı altındaki şenaatler Londra, Paris, Berlin, Roma, Washington’dan farklı değildi.

Müslüman bir ülkenin fertleri kendi değerlerinden nasıl bu kadar kopabilmiş, insanın aklı ermiyor.

Şimdi bir kere daha soralım:

Yeni yılbaşı nasıl geldi? Bereketiyle mi, melanetleriyle mi?

Keşke Diyanet doğuyla batı kadar uzak bu iki kavramı birbirine boca etmek yerine, “yeni yıla” açılan kapıyı tamamen kapatıp veya yok sayıp, insanları sadece ve sadece üç aylara kanalize etseydi. Bunu yapsaydı ilk haftaki hutbede verdiği mesaj bir mana kazanırdı. Ama şimdi kendisine haklı olarak şu soru sorulur:

“Hangisine itibar edelim? Hangisi sizin gerçek mesajınız?”

 Öte yandan Yılbaşı ve Noel Kutlamalarının Arka Planı adlı yazımızdan yaptığımız alıntıda da geçtiği gibi, cemaatin yeni yıl vesilesiyle bir muhasebe yapmaya ve tevbe istiğfar etmeye davet edilmesi de doğru değildir. Muharref Hıristiyanlığın hezeyanlarını esas alan miladi yılbaşı, manevi bir feyiz atmosferi midir ki bu atmosferde nefis muhasebesi ve tevbe konusu işlenmektedir? Ama bu muhasebe üç aylara istinat ettirilseydi, o zaman anlamlı olurdu.

Diyanet bir muhasebe yapılması konusunda ısrarlı ise o zaman bu muhasebeyi önce kendisinin yapmasını ve kendisine şu soruları sormasını tavsiye ederiz:

“Bizim hizmet verdiğimiz toplum, ‘İslam toplumu’. Bin iki yüz yıldan bu yana İslam’a milyonlarca şehit vermiş bir milletin çocukları… Biz de yüz elli bin kişilik kadrosuyla yaylalar, mezralar dâhil, Türkiye’nin en ücra köşelerine kadar mensupları olan büyük bir teşkilatız. Peki neden kimliğini büyük ölçüde kaybetmiş bir toplum manzarası veren bu milleti, bu gençliği gereği gibi irşad edemedik? Nerede yanlış yaptık? Nerede noksan yaptık?”

Evet, Diyanet kendi bünyesinde önce bunun muhasebesini yapmalıdır.

Söz buraya kadar gelmişken “nerede yanlış yaptıklarını” hatırlatmak babında birkaç ipucu vermek isteriz. Ama önce bu hatırlatmaya katkıda bulunacağından, birinci hutbenin devamından gayet yerinde, hedefi on ikiden vuran şu tespitleri de aktaralım:  

“… Dinimiz ve geleneğimizle hiçbir bağı olmayan, İslam dışı geleneklerden kalan fikirlere özenmek, onlar gibi giyinmek, onlar gibi hediyeler dağıtmak, inancımıza aykırıdır ve yanlıştır…

(Hz. İsa’nın kimliğinin saptırılmasına karşı çıkarak)…Onun tebliğ etmediği ve Cenâb-ı Hakkın razı olmadığı hiçbir batıl inancı, tutum, davranış ve sembolü kabul edemeyiz, hayatımızın bir parçası haline getiremeyiz…

…Öyleyse bizi biz yapan ve bizi ayakta tutan değerlerimize sımsıkı sarılalım. Dinimizde asla yeri olmayan batıl inançlardan, yanlış tutum ve davranışlardan, kendimizi, ailemizi, gençlerimizi ve çocuklarımızı koruyalım.

Unutmayalım ki Allah ve Rasûlüne her haliyle tâbi olanlar, dünyada huzura, ahirette ebedî kurtuluşa ulaşacaklardır.”

Ne kadar doğru, ne kadar güzel… Diyanet’ten beklenen, Diyanet’e yakışan bir duruş…

Peki ama Diyanet’in faaliyetlerine bir bütün olarak baktığımızda, bu bütün içinde yer alan diğer bazı karar ve uygulamalar, buradaki duruşu teyit mi ediyor yoksa bu duruşla çelişki mi arz ediyor?

Mesela “Cenâb-ı Hakkın razı olmadığı batıl inanç, tutum, davranış ve sembol” ifadesini ele alalım.

Şüphesiz ki buradaki batıl inançların başında muharref Yahudi ve Hıristiyanlık, batıl sembollerin başında da haç, İsa Meryem resim ve figürleri gelir.

O halde Diyanet’e soruyoruz:

“Cenâb-ı Hakkın razı olmadığı hiçbir batıl inancı, tutum, davranış ve sembolü kabul edemeyiz, hayatımızın bir parçası haline getiremeyiz” diyorsunuz da; Ayasofya’daki haç, tanrı İsa, tanrı anası Meryem, kanatlı melekler vs. şirk sembollerinin bir mahzur teşkil etmediğine dair fetvayı nasıl oluyor da verebiliyorsunuz?

Bu ne yaman çelişkidir?

Din İşleri Yüksek Kurulunun 13.07.2020 tarihli açıklamasında “mekruh” kaydı bile düşülmeden, “Ayasofya Camii’nde bulunan resimler, burada kılınacak namazların sıhhatine engel değildir” denebilmiştir.[1]

Devamında ise Müslümanların namazlarını huşû içerisinde eda etmelerini sağlamak için uygun yöntemler kullanılmak suretiyle namaz vakitlerinde söz konusu resimler perdelenmeli veya karartılmalıdır.” şeklinde bir tavsiyede bulunulmuştur.

Hâlbuki “camide bulunan resimler” ifadesi ortadaki vehâmeti ifade etmediği gibi tam tersine setretmektedir. Çünkü bunlar sıradan resimler değildir, Diyanet’in yılbaşı hutbesinde “kabul edemeyiz” dediği üçlü tanrı inancı demek olan teslise ait şirk sembolleridir.

Kaldı ki Yüksek Kurulun söz konusu resimlerin perdelenmesi veya karartılması yönündeki tavsiyesine de uyulmamıştır. Bu da ayrı bir garabettir.

Yazıya başlarken niyet ve maksadımızın, insanımız ve milletimiz üzerinde menfi tesirler oluşmasına mani olmak olduğunu ifade etmiştik. Aynı niyet, aynı maksat ve aynı kaygıyla ifade ediyoruz:

Bizim insanımız dinî konularda bir müşkülle karşılaştığında büyük oranda, sağlam olacağına inanarak Diyanet’in fetvalarına itibar etmektedir.

Bu itibarla bu kadar büyük bir vebal ve manevi sorumluluk taşıdığı halde Diyanet Allah’ın evi, Beytullah’ın şubesi olan camilerimizde şirk sembollerinin bulunmasında bir sakınca olmadığını nasıl söyleyebilir? Böyle vahim bir fetva hangi delile istinaden verilmiştir? Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır?

Diyanet’in sitesinden aldığımız, Din İşleri Yüksek Kurulunun “İçinde resim bulunan evde namaz kılınır mı?” şeklindeki soruya verdiği 09.08.2019 tarihli cevap şöyledir:

“Hz. Peygamber (s.a.s.)’in “Melekler, içerisinde köpek ve resim/heykel bulunan eve girmezler” anlamındaki hadisleri değişik hadis kitaplarında zikredilmektedir (Buhari, Libas, 88; Ebu Davûd, Libas, 47). Fakat hadiste yer alan bu uyarının, daha ziyade tapınmak veya tazim göstermek amacıyla evlerde bulundurulan fotoğraf, resim ve heykeli kapsadığı bazı âlimler tarafından ifade edilmiştir. Hadisin bu şekildeki yorumundan hareket eden bazı âlimler, tapınma ve tazim amacı güdülmeyen ve umumi adaba aykırı olmayan canlı varlıkların resimlerinin yapımını da caiz görmüşlerdir. Buna göre dinimizin ilke ve amaçlarına ve genel ahlak kurallarına aykırı olmamak kaydıyla, söz konusu resimlerin evlerde bulundurulmasında ve bu evlerde namaz kılınmasında bir sakınca yoktur. Ancak bu resimlerin namaz kılanın görüş alanına girecek konumda bulunması mekruh görülmüştür (Fetavay-ı Hindiyye, I, 107). Çünkü bu durumda namaz kılanın dikkati dağılır ve huşuu kaybolur.” [2]

Şimdi soruyoruz:

“Tapınmak ve tazim göstermek amacıyla” bir resim bulunan sıradan bir evde bile namaz kılmak caiz değil ise, hadis-i şerif buraya meleklerin girmeyeceğini haber veriyorsa; bunların dışında kalan, itikat ve ahlakla ilgili tehlike arz etmeyen resimlerin ise namaz kılan kişinin “görüş alanının içinde bulunması” mekruh görülüyorsa; Ayasofya’daki durum nasıl izah edilecektir?

İnsanların evinde müsaade verilmeyen bir şenaate Allah’ın evinde nasıl göz yumulabilir? Ayasofya’nın duvarlarındaki İsa Meryem, kanatlı melek, Aziz, Papaz, Rahip resimleri Hıristiyanlıkta tapınma ve tazim için kullanılmıyor mu?

Bu manzara karşısında Diyanet şöyle bir soruya muhatap olursa, bunun altından nasıl kalkmayı düşünür, çok merak ediyoruz:

“Siz fetvalarınızda çifte standart mı uyguluyorsunuz?  Sıradan vatandaşın sorduğu sorularla; arkasında UNESCO gibi yabancı, Kültür Bakanlığı gibi de yerli kurum ve kuruluşların olduğu sorulara farklı kriterlerle mi cevap veriyorsunuz?”

Evet, bir Müslüman bu soruyu sorsa, Diyanet’in buna verecek tatmin edici bir cevabı var mıdır?

Bütün samimiyetimizle ifade edelim ki, bu çelişkileri görmek bizi çok üzmektedir. Bunları gündem etmekten bir haz, bir lezzet duymuyoruz. Asla Diyanet kurumunu yıpratmaya çalışmıyoruz. Ama mızrak da çuvala sığmıyor. Yılbaşıyla ilgili 21 Aralık tarihli ilk hutbeyi dinlediğimizde yaşadığımız memnuniyet halinin sürekli olmasını ne kadar çok arzu ederdik. Diyanet’e böyle bir duruş yakıştırıyor ve bunun bir bütünlük arz etmesini bekliyoruz.

Bu sebeple bu yazıda gündem ettiklerimiz, ilgili ve sorumluları bir savunma psikolojine sevk etmemeli. “Dost acı söyler” diye düşünmeliler... Bir sataşmaya maruz kalmış havasına girip bunun üzerinden bir mağduriyet edebiyatına yahut ucuz kahramanlığa da tevessül etmemeliler. 

Durup nerede yanlış yaptıklarını düşünmeliler. Cami cemaatine tavsiye ettikleri muhasebeyi yapmalılar.

Mesela Ayasofya’daki bu tavizin aslında 1998’de yapılan, alınan kararları uzun yıllar Diyanet’in resmi internet sitesinde erişime açık olan, sonrasındaki malum gelişmeler sebebiyle sessiz sedasız siteden kaldırılan, ama Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları tarafından basılmış iki ciltlik kitabı hala piyasada olan II. Din Şurasında, Dinlerarası Diyalogun Diyanet’in faaliyet kapsamına alınmasıyla başlayan bir yanlışlar silsilesinin son halkalarından biri olduğunu görüp kabul etmeliler…

Hem de öyle bir faaliyet kapsamı ki, gerek sadece Diyanet çatısı altında gerekse de başka kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütleriyle işbirliği halinde sayısız konferans, panel, sempozyum vs. Dinlerarası Diyalog etkinliği yapıldığı, bizim gibi süreci yakından takip eden herkesin malumudur.

İşte Ayasofya’nın ve Ayasofya üzerinden Müslüman milletimizin maruz kaldığı içler acısı durumun sebebini bu Dinlerarası Diyalog zihniyetinde aramak gerekir.

Bir taraftan “Cenâb-ı Hakkın razı olmadığı hiçbir batıl inancı tutum, davranış ve sembolü kabul edemeyiz, hayatımızın bir parçası haline getiremeyiz” diyen, bir taraftan “tapınmak ve tazim göstermek amacıyla resim bulundurulan yerde namaz kılınmaz” diyen; bir taraftan da Ayasofya’daki şirk sembollerinin namaza engel olmadığı fetvasını veren Diyanet’e hatırlatırız:

Ayasofya’daki resimler sıradan resimler değildir. Şirk sembolleridir. Şirkin tevhid mekânına girmesidir. Bu husustaki birçok ayete ters düşmektir, yani itikâdî ihlaldir.

Diyanet’in amelî hata yapma lüksü bile yokken; bu itikâdî yanlışlar, bu çelişkiler nasıl izah edilecektir?

Diyanet’e tavsiyemiz, görev tanımını yapan kanun maddesinde geçtiği gibi “İslâm dininin inanç, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek” şeklindeki vazifesini Kitap ve Sünnet’i esas alıp itikâdî ihlal yapmadan ifa etmesidir.

Zira dikkat edilirse kanunda Diyanet’in görev alanı İslam diniyle sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla bir Vatikan, yani Hıristiyanlık projesi olan Dinlerarası Diyalog Diyanet’in faaliyet kapsamına alınamaz; Diyanet çatısı altına Dinlerarası Diyaloga katkı manası taşıyacak en küçük bir adım atılamaz.  

Bunu istemek ve beklemek her Müslüman Türk’ün hakkıdır. Bu kıstaslarla kendine gelen ikaz ve eleştiriler doğrultusunda yanlış ve hatalarını düzeltmek ve telafi yoluna gitmek de yine Diyanet’in vazifesine dâhildir.


[1] https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/29684/din-isleri-yuksek-kurulundan-ayasofya-camii-ile-ilgili-aciklama#:~:text=Ayasofya%20Camii'nde%20bulunan%20resimler,konusu%20resimler%20perdelenmeli%20veya%20karart%C4%B1lmal%C4%B1d%C4%B1r.

[2] https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/1034/icinde-resim-bulunan-evde-namaz-kilinir-mi