“De ki: “Hak geldi, bâtıl zâil (yok) oldu. Şüphesiz bâtıl yıkılıp, yok olup gitmeye mahkûmdur.” (İsrâ: 81)

Bu haftadan itibaren birkaç yazımızda İslam’da hak kavramının yerini ve önemini anlatmaya çalışacağız.

Bilindiği üzere İslam’ın en önemli hususiyeti, başka bir ifadeyle alâmet-i farikası “hak” olmasıdır. “İslam tek hak dindir” derken bu vasfı zikretmiş oluruz.

Önceki bir yazımızda da yer verdiğimiz hak kelimesinin üç manasını burada bir kere daha hatırlayalım:

Hak, her şeyden önce Allah’ın güzel isimlerinden, Esmâ-i Hüsnâ’dan biridir. Hak, varlığı gerçek olan, daima var olan, varlığına hiçbir güç ve sebebin zarar veremeyeceği varlık olan Allah demektir. Biz “Ya Hak” diyerek, “Cenâb-ı Hak” diyerek bu ismi sık sık zikrederiz.  

Hak kelimesinin ikinci manası, hakikat ve gerçektir. Mesela “Bu söz haktır” dediğimizde, ya da birisinden “hakkı söylemesini” istediğimizde bu manayı kast etmiş oluruz.

Kelimenin üçüncü manası da “Allah hakkı”, “kul hakkı”, “komşu hakkı”, “ana baba hakkı” tabirlerinde geçtiği gibi, birine ait olan pay demektir.

Bizim bu yazılarımızda kelimenin daha ziyade ilk iki manası ön planda olacaktır.

“İslam haktır, tek hak dindir” dendiğinde, onun Allah tarafından indirildiğini ve mutlak hakikat olduğunu anlarız. Bu çerçevede vahyin ve naklî delillerin de hak - hakikatle bir bütün olduğunu ifade etmiş oluruz. İslam’ın hak olması; her türlü hurafeden, her çeşit yanlış, zaaf, noksan ve hatadan uzak olması demektir.

Okuyucularımız bu hak kavramını ısrarla gündem etmemizin sebebini merak edebilirler.

Bunun sebebi, yaşadığımız çağda İslam’ın hak ve hakikat karakterinin inkâr edilmesi, unutturulmak veya devre dışı bırakmak istenmesi ve bu hedefler doğrultusunda birçok sinsi plan ve projenin devreye konuyor olmasıdır. Buna mukabil Müslümanlara düşen vazife, elinden geldiği, gücü yettiği, sesini duyurabildiği kadar, İslam’ın ebediyen değişmeyecek bu hak karakterini idraklere sunmaktır.

Hak, İslam’la vardır. Hakkın ve İslam’ın olduğu yerde hiçbir batıl inanç ve hurafeye yer yoktur. Ne kadar cazip şekilde takdim edilirse edilsinler, İslam bir turnusol kâğıdı gibi bunların gerçek hüviyetini derhal ortaya çıkarır.

İslam’la hak kavramının münasebetini iki boyutlu olarak düşünmek gerekir.

Bir: İslam’ın bizzat kendisi haktır. Yani bütünüyle gerçektir. Ona hiçbir cihetle batıl yaklaşamaz. Ayet-i kerimede mealen şöyle buyurulur:

“Ona ne önünden ne de ardından batıl yaklaşamaz. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir.” (Fussilet: 42)

Bu ayet-i kerime her ne kadar Kuran’dan bahsediyor ise de, İslam Kuran’la sabit olduğundan, aynı mahfuziyet İslam için de geçerlidir; İslam’a da hiçbir cihetle batıl yaklaşamaz.

İki: Hak olan İslam, hakla batılın ölçüsünü de ortaya koyar. Bu mahiyet yazılarımızda açılacaktır.

“İslam haktır” demek, İslam’ın Cenâb-ı Hakk’ın vazettiği ilahi yapı ve nizam olduğu manasına gelir. Dolayısıyla hak dinin sahibi olan Allah da “Hak”tır. O, Vacibü’l Vücud’dur; varlığı zaruri olandır. Bütün mahlûkat onun eseridir.

İslam’ın hak oluşu Hz. Peygamberin (s.a.v.) “hak peygamber”, Kuran-ı Kerim’in “hak kitap” olduğu manalarını da iltizam eder.

Keza hak dinin sahibi, Hak olan Allah, kâinatı da hak ile yaratmıştır. (Ankebut: 44, Hicr: 85, Nahl: 3)

Hak konusuna tahsis ettiğimiz yazılarımızda bu manalara dikkat çekmeye çalışacağız.

I- Yüce İslam Haktır; Hak ve Batıl Ölçüsünü Ortaya Koymuştur

İslam’ın hak olması; temel kaynağı olan Kuran’ın da, Kuran’ın kendisine gönderildiği Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sünnet ve hadislerinin de hak olmasını gerektirir. Zira Kuran vahy-i metlüvdür; sünnet ve hadisler ise vahy-i gayrimetlüv olup Kuran’ın açıklaması hükmündedir.

İslam’ın bu iki temel kaynağına birden “nass” denir. Nass, Kuran’da “Zikir” kavramıyla ifade olunmuştur. Hicr Suresi 9. Ayette mealen şöyle buyurulur:

“Şüphesiz o Zikr’i biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.”

Meallerde bu ayetteki “Zikir” kelimesine ekseriyetle “Kuran” manası veriliyorsa da; doğrusu dinî hüküm ifade eden sünnet ve hadislerin de Kuran’la birlikte bu korumaya dâhil olduğudur. Zira sünnet ve hadis olmadan Kuran’ın mana ve muradını anlamak ve ifade etmek mümkün değildir.

Ayette “Kuran” denmeyip de “Zikir” denmesi, vahy-i gayrimetlüvün, yani sünnet ve hadislerin de bu manaya dâhil olmasındandır. Dolayısıyla ikisi birden ilahi koruma altındadır ve İslami kaynaklarda bu gerçeğe dikkat çekilmektedir.

O halde bir şeyin hak veya batıl oluşunun ölçüsünü Kuran ve Sünnet’te aramak gerekir. Hakkın neden hak; batılın niçin batıl olduğu, sebep ve hikmetleriyle ayet ve hadislerde ortaya konur; insanlara tebliğ edilir.

İşte bu hakkın (İslam’ın) noksansız ve mükemmel olması, Allah tarafından kabule şayan olması ve Onun rızasına mutabık olması, yine delillerle sabittir. Bu meyanda Mâide: 3 ve Âl-i İmran: 19 ve 85 ayetler misal verilebilir.

II- İslam Hak, Hak da İslam Manasında Kuran’da Zikredilmektedir

İslam küfre galebe çalıp Mekke fethedildiğinde, Allah Rasulü’nün (s.a.v.) Kâbe’deki putları temizlerken okuduğu “De ki: Hak geldi, bâtıl zâil (yok) oldu. Şüphesiz bâtıl yıkılıp, yok olup gitmeye mahkûmdur.” (İsrâ: 81) mealindeki ayet-i kerime, “hak” kavramının “İslam” manasında, “batıl” kavramının da “İslam dışındaki her şey” manasında kullanıldığını göstermektedir.

Bu ayette geçen “hak” kelimesinin “İslam’ın bütünü” olduğuna dair Kurtubî Tefsirinde şu izah yer almaktadır:

“Buhârî ve Tirmizî, ibn Mesud’dan (r.a.) şöyle dediğini naklederler:

“Peygamber (s.a.v.) Mekke’nin fethi yılında Mekke’ye girdiğinde Kâbe’nin etrafında 360 tane put vardı. Peygamber (s.a.v.) elinde bulunan bir çubuk (ravi belki de ‘sopa’ dedi) ile o putları dürtmeye ve bu esnada da ‘Hak geldi, batıl da çekişe çekişe can verdi. Çünkü batıl can çekişe çekişe yok olucudur.’ ‘Hak geldi, batıl ise ne baştan bir şeyi var edebilir, ne de iade edebilir.’ (Sebe: 49.) diyordu. Lafız Tirmizî’nindir. Tirmizî dedi ki: ‘Bu hasen, sahih bir hadistir.’

… Şeriat bütün muhtevasıyla geldi. Batıl da çekişe çekişe can verdi, çürük ve batıl olduğu ortaya çıktı.” [1]

Tefsirde, hadis üzerinden verilen bu izahattan anlıyoruz ki batıl köksüz ve çürüktür. Ne var ki birden yok olmaz. “Çekişe çekişe can verir” benzetmesinden de anlaşıldığı gibi, kendi açısından ızdırapla, onunla mücadele eden açısından da azim ve kararlılıkla son bulur.  

O halde teyiden tekrar söyleyelim: Hak İslam, batıl da İslam’ın dışındaki her şeydir.

III- İslam Hakka Tâbi Olmayı, Batıldan Uzaklaşmayı Emreder

Vahiyle sabit olan İslam, hakka tâbi olmayı ve batıldan uzaklaşmayı emreder. Onun Allah tarafından gönderilişini ifade eden bu hikmet, tevhide sarılmayı, şirkten uzaklaşmayı gerektirir.

“De ki: Ortak koştuklarınızdan doğru yolu gösterecek olan var mıdır? De ki: Allah, hak olan doğru yola hidayet eder. O halde doğru yola hidayet eden mi kendisine uyulmaya daha layıktır, yoksa kendisine yol gösterilmeyince onu bulamayan mı daha layıktır. O halde ne oluyorsunuz? Nasıl hükmediyorsunuz?” (Yunus: 35)

Nitekim bu hususta dua şeklinde gelen bir hadis-i şerif de şöyledir:

“Allah’ım Hakk’ı hak olarak bilip Hakk’a ittiba etmeyi, batılı batıl olarak bilip batıldan içtinap etmeyi nasip eyle.”

IV- Hak ve Adalet İslam’ın İki Ana Direğidir

İslam’ın hak oluşu, fikrî ve sosyal hayatta hak ve adalet olarak tezahür eder. Dolayısıyla hak ve adalet kavramları, İslam’da hakkın hâkimiyetinin olmazsa olmaz iki ana esasını teşkil eder.

Kuran-ı Kerim’de Allah’ın varlığı ve birliğine, O’ndan başka ilah olmadığına, yani tevhide şahit olarak bizzat Cenâb-ı Hakk’ın kendisi, melekleriyle beraber “ölçü ve adalet sahibi gerçek âlimler” gösterilmiştir. Ayet-i kerime mealen şöyledir:

“Allah, melekler ve adaleti ayakta tutan ilim sahipleri de şahittir ki O'ndan başka ilâh yoktur. O çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir ve kendisinden başka ilah olmayandır.” (Âl-i İmran: 18)

Bu ayetle İslam’ın hak oluşunda Allah’ın varlığı ve birliğine / tevhide işaret edilmiş; tabiatıyla bunun zıddı olan şirk ve küfür reddedilmiştir. İnşallah ileride şirk ve küfür felaketine ayrıca temas edeceğiz. Burada şirkin tehlikesini anlatmak bakımından şu ayetleri mealen aktaralım:

“Hani Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: Yavrum! Allah’a şirk / ortak koşma! Çünkü şirk koşmak elbette büyük bir zulümdür.” (Lokman: 13)

“Allah’a yönelen, O’na ortak koşmayan kimseler (olun). Kim Allah’a ortak koşarsa, sanki gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir.” (Hac: 31)

Şirke karşı çıkmak ve ondan kaçınmak, haktan yana ve hakka tâbi olmanın tabii gereğidir. Allah’ı bilmenin, tanımanın ve ona kul olmanın olmazsa olmaz şartıdır. Çünkü şirk zulmün en büyüğüdür; çelişkilerin, karışıklığın, düzensizliğin her türlü olumsuzluğun sebebidir.

Adalet, hakkın hâkim olduğu ortamda hayat bulur. Dolayısıyla hak ve adalet birbirini tamamlayan İslam’ın iki temel kavramıdır. Hak ve adaletin olduğu yerde tevhid, nizam, intizam, huzur, sükûn vardır. Böyle bir ortamda hak ve hürriyetler korunur; insanlar hem dünyada hem ahirette huzur ve saadete ermenin yolunu bulur. İşte insanlığa bu ortamı sağlayan, hak ve adalet ilkelerini bayraklaştırmış İslam’dır.

V- İslam’da Hak Üstün Tutulmuştur; Ondan Üstün Bir Şey Yoktur

Kendisi de bizzat hak olan İslam, hakkı üstün tutmuş ve ondan daha üstün bir şey olmadığı mesajını vermiştir.

İslam’a göre güçlü olan, haklı olandır. Bir kimse hak yolda yürür ve hakkı müdafaa ederse, azınlıkta kalması veya cahiliye toplumlarında takdir edilememesi ona bir halel getirmez; onun değerini düşürmez; gerçeği de değiştirmez.

Bir kişi de olsa, hakkı savunan kim ise, onun dediği doğrudur. Çünkü hak parmak hesabıyla, oy sayısıyla taraf değiştirmez. Kuran’da bu gerçeğe işaret eden birçok delil vardır. Birkaçını mealen hatırlayalım:

“İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Hak’tan sonra sadece sapıklık vardır. O hâlde, nasıl oluyor da (Hak’tan) döndürülüyorsunuz?” (Yunus: 32)

“De ki: “Hak geldi, bâtıl zâil (yok) oldu. Şüphesiz bâtıl yıkılıp, yok olup gitmeye mahkûmdur.” (İsrâ: 81)

“Hayır, biz hakkı batılın üzerine atarız da o onun beynini parçalar. Bir de bakarsın yok olup gitmiştir. Allah’a karşı yakıştırdığınız nitelemelerden dolayı size yazıklar olsun!” (Enbiya: 18)

Bütün bu deliller İslam’da hakkın nasıl önemli olduğunu, ne kadar yüce tutulduğunu göstermektedir. “El-hakku ya’lû, ve lâ yu’lâ aleyh / Hak daima üstündür, ona galip gelinemez.” düsturu, bütün bu delillerin bir cümlelik özeti gibidir.

Gelecek yazımızda kaldığımız yerden devam edeceğiz.


[1] Kurtubî Tefsiri, c. 10, s. 474 - 476; Hadis için verilen kaynak: Tirmizî Tefsir 17. Sure, 8. Ayrıca Buhârî, Tefsir 17. Sure 2; Müsned, I, 377.