Bundan evvelki iki yazımızda M. S. Hatiboğlu’nun, bir oryantalizm oyunu olan “tenkitçilik” metodunu benimsemesi sonucu sergilediği, dinin neredeyse tamamını tahrife açık hale getiren vahim yaklaşımları anlatmıştık.
'O (peygamber), hevadan (arzularına göre) konuşmaz. O(nun konuşması kendisine) vahyedilenden başkası değildir.' (Necm: 3 - 4.)
Bundan evvelki iki yazımızda M. S. Hatiboğlu'nun, bir oryantalizm oyunu olan 'tenkitçilik' metodunu benimsemesi sonucu sergilediği, dinin neredeyse tamamını tahrife açık hale getiren vahim yaklaşımları anlatmıştık. Onun bu doğrultuda düştüğü itikadî ihlallerden birinin de vahyin bir türü olan vahy-i gayr-i metlüvü kabul etmemesi olduğunu söylemiş ve değerlendirmesini başka bir yazıya havale etmiştik. Bu yazımızda bu konuyu ele alacağız.
Hatiboğlu'nun vahy-i gayr-i metlüvü kabul etmemesinin ne anlama geldiğini, böyle bir yaklaşımın yüce dinimizi itikadî ve fıkhî yönden nasıl bir tahribatla karşı karşıya bırakacağını anlayabilmek için önce vahy-i gayr-i metlüvün ne olduğuna bakalım:
I- VAHY-İ GAYR-İ METLÜV NEDİR?
Vahiy, Allahu Teala'nın, tebliğini istediği hükümleri ve diğer haberleri gizli bir yolla peygamberine bildirmesi demektir.
İslam alimleri Hz. Peygambere (s.a.v.) gelen vahyi 'vahy-i metlüv (tilavet edilen vahiy)' ve 'vahy-i gayr-i metlüv (tilavet edilmeyen vahiy)' olmak üzere ikiye ayırmışlardır.
Vahy-i metlüv lafız ve mana olarak inzal edilen, mu'ciz ve tahriften korunmuş olan Kur'an-ı Kerîm'dir. Vahy-i gayr-i metlüv ise Hz. Peygambere (s.a.v.) Kuran dışında gelen bütün vahiylerdir. Özellikle Hz. Peygamberin (s.a.v.) Sünneti'dir; Sünnet'e dayalı bütün İslamî hükümlerin membaıdır.
Bu sebeple vahy-i gayr-i metlüvün inkarı hem Hz. Peygamberin (s.a.v.) nübüvvetini hem de Sünnet'in dindeki kaynak değerini ve Sünnet kaynaklı bütün İslamî hükümleri yok saymak anlamına gelir. Bu da dinin içinin boşaltılması, Kuran'ın tahrife açık hale getirilmesi demektir. Zaten bu tür söylemleri geliştirenlerin maksatları da tam olarak budur.
II- VAHY-İ GAYR-İ METLÜVÜ İNKÂR ANLAMINA GELEN HEZEYANLAR
Röportajda gazeteci Hatiboğlu'na şöyle soruyor:
'Vahy-i gayri metluv konusu çokça tartışılan konular arasında yer alıyor. Sizin de ilk kitabınız 'Hz. Peygamber ve Kur'an Dışı Vahiy' adını taşıyor. İktibas Dergisinde daha önce yayımlanan bir konuşmanızda "Vahy-i gayri metluv diye bir kaynağı ben hala sarahaten anlayabilmiş değilim." diyordunuz. Bugün için vahy-i gayri metluv konusuna nasıl yaklaşıyorsunuz?'
Görüldüğü gibi sadece kendisine sorulan bu soruda verilen bilgiler bile, Hatiboğlu'nun vahy-i gayr-i metlüv konusundaki arızalı zihniyetini ortaya koymaya yetiyor.
Burada küçük bir parantez açarak, soruda ismi verilen 'Hz. Peygamber ve Kuran Dışı Vahiy' adlı kitaptan bahsetmek isterim. Bu kitabı tetkik ettim. Açıkça ifade etmeliyim ki, bu kitapta hileli bir taktik kullanılmıştır. Şöyle ki, kitapta önce vahy-i gayr-i metlüv olarak cereyan eden hadiseler gündem edilip 'Bunlar Kuran'da yoktur' deniyor -ki söz konusu şey vahy-i gayr-i metlüv olduğuna göre Kuran'da olmaması gayet tabidir; mantık bunu gerektirir- sonra da bu yolla gelen bilgiler adeta (haşa) Kuran ayetleriyle tokuşturularak, Kuran'a ters düştüğü gerekçesiyle (!) çürüğe çıkarılmaya çalışılıyor.
Böyle bir yaklaşım Kitap'la Sünnet'i, Allah'la Resulünü karşı karşıya getirmek; dinde çelişki varmış gibi bir izlenim oluşturmak demektir. Halbuki Kitap - Sünnet bütünlüğünden müteşekkil dinde asla çelişki yoktur. Bunu İslam alimleri müdellel bir şekilde açıklamışlardır.
Kitap'la Sünnet'in, Allah ile Resulünün arasını ayırmanın tehlikesi, Nisa: 150 - 151. Ayetlerde şöyle anlatılır:
'Şüphesiz, Allah'ı ve peygamberlerini inkar edenler, Allah'a inanıp peygamberlerine inanmayarak ayrım yapmak isteyenler, '(Peygamberlerin) kimine inanırız, kimini inkar ederiz' diyenler ve böylece bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçekten kafirlerdir. Biz de kafirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.'
Eğer bu şahısta sağlam muhakeme, iz'an ve insaftan eser varsa, bu ayetlerin üzerinde derin derin düşünmelidir deriz…
Röportajda sorulan soruya dönecek olursak, onun bu soruya verdiği cevaptan bir bölüm şöyle:
'… Benim şahsî kanaatim, Kur'an-ı Kerim'den edinebildiğimiz bilgiler, Peygamber'e gönderilen vahiylerin Kur'an dediğimiz o kitabda mevcud olması gerekiyor. Bunun dışında vahiy aramanın söz konusu olamayacağını anlıyoruz…'
Görüldüğü gibi Hatiboğlu Kuran dışında vahiy kabul etmediğini kendisi söylemekte; dahası devamında Hz. Ali ve İbn Abbas'ın da (r.anhüma) bu görüşte olduklarını iddia etmektedir:
'Beni vahiy konusunda çerçeveleyen hususlardan birisi de ilk asırlarda, İslam'ın hizmetine koşmuş ilk neslin pek çok isminin vahyi Kur'an'la sınırlandırmış olmalarıdır. Ben bunu Hazret-i Ali'nin ifadelerinde de gördüm. Kur'an allamesi olarak görülen İbn Abbas'ın ifadesinde de gördüm. 'La vahye illal-Kur'an' diyen İbn Abbas, tabiatıyla Resulullah'la ilgili olanları saf dışı bırakıyor…'
Halbuki burada tam bir çarpıtma vardır.
İmam Tahavi, rivayetlerdeki kapalılık sorununu aşmaya çalıştığı 'Müşkilü'l-Asar' adlı eserinde, İbn Abbas'dan gelen 'Kur'an'dan başka vahiy yoktur' sözüne de yer vermiş ve 'Kur'an'dan başka vahyin bulunduğunu gösteren pek çok sahih rivayet ortadayken İbn Abbas bu sözüyle neyi kast etmiş olabilir?' sorusuna cevap olarak, onun bu sözünün 'vahy-i metlüv olarak Kuran'dan başka vahiy olmadığı' şeklinde anlaşılması gerektiğini ifade etmiştir. Yani İbn Abbas'ın kastettiği vahy-i metlüvdür ki bu, vahy-i gayr-i metlüvün inkarı anlamına gelmez.
Hz. Ali'nin adının kullanılması ise bundan çok daha büyük bir suiistimaldir. Çünkü Hz. Ali'nin 'Kuran'dan başka vahiy olmadığını söylediği' şeklinde çarpıtılan hadisenin aslı şudur:
Kendisine 'Kur'an'dan başka Resulullah'ın özel olarak veya sır olarak size bildirdiği bir şey var mı?' diye sorulduğunda o bu soruya 'Hayır!' diye cevap vermiş, yanında fazladan sadece bir hadis sahifesi olduğunu, onda da diyete dair hükümlerle, düşman elindeki bir esiri kurtarmanın yolları, bir kafir için müslümanın öldürülemeyeceği, Medine'nin Harem bölgesi sınırları gibi konulardaki hadislerin yazdığını söylemiştir. (Buharî, 'ʿİlim', 39, 'Cihad', 171, 'Cizye', 10, 17.)
Görüldüğü gibi Hz. Ali'nin bu sözden maksadı, Hz. Peygambere (s.a.v.) Kur'an dışında vahiy gelmediğini değil; tam tersi, dinde Kur'an ve Hz. Peygamberin (s.a.v.) emir ve yasakları dışında bir şeyin olmadığını ortaya koymaktır.
Yoksa anlaşılacağı üzere sahifesinde yer alan hadisler de hüküm ifade eden hadislerdir ve bu durum da başlı başına Kuran dışında vahiy olduğunun delilidir.
Burada söz Hz. Ali'den açılmışken, bizzat onun yaşadığı ve aktardığı, vahy-i gayr-i metlüvün varlığına açık bir misal olan şu hadiseyi de hatırlatmak isteriz:
Mekke'nin fethi için gizli bir şekilde hazırlık yapılırken Allah Resulü (s.a.v.) Hz. Ali, Hz. Mikdad ve Hz. Zübeyr'i çağırıp şöyle der:
'Gidiniz; Hah bahçesine vardığınızda orada, üzerinde mektup taşıyan deveye binmiş bir kadın vardır. O mektubu kadından alınız.'
İsmi geçen sahabiler derhal harekete geçer; söylenen yerde kadını bulurlar. Ama kadın bir mektup taşıdığını inkar eder. Hz. Ali 'Allah Resulü yalan söylemez, ya mektubu teslim et ya da üstünü arayacağız!' deyince kadın saç örgüleri arasına sakladığı mektubu çıkarmak zorunda kalır.
Hadisenin bundan sonraki kısmını konumuzla direkt alakalı olmadığı için zikretmiyoruz.
Şimdi soralım: Peygamberimiz o kadının üstünde böyle bir mektup olduğunu nereden haber almıştı? Üstelik onu yakalayacakları yerin adını da bildirecek şekilde… Şüphesiz bu kendisine vahy-i gayr-i metlüv yoluyla verilmiş bir haberdir. Peki, böyle bir hadisenin birinci dereceden şahidi olan Hz. Ali, hiç 'Kuran dışında vahiy yoktur' diyebilir mi? Elbette demez, diyemez. Görüldüğü gibi ortada bir çarpıtma olduğu açıktır.
Ama Hatiboğlu buna aldırış etmeden İbn Abbas ve Hz. Ali'yi de kendine şahit gösterdikten sonra 'Yani Kur'an'ın dışında vahiy aramak caiz değildir' diyor ve ekliyor:
'O zaman şöyle bir sualle karşılaşabiliyoruz: 'Peki Kur'an'da bulunmayıp da bizim dinimizin esasları, akaidi, hükümleri ve hatta ibadetleri içinde olan pek çok hüküm var. Vahiy olmadığı zaman Peygamberimiz bunları nerden öğrenmiş?'
Cevap olarak da, Hz. Peygamberin (s.a.v.) Allah'tan aldığı vahiyler (Kuran ayetleri) istikametinde; kendince doğru, iyi, güzel gördüklerini emrettiğini, yani bahsi geçen hükümlerin -vahiy olmaksızın- bu şekilde oluştuğunu söylüyor ve peşinden de 'Acaba bu emirler kıyamete kadar baki midir yoksa bir kısım şartlarla mukayyet midir?' sorusunu sorarak tarihsellik mesajı veriyor.
Yani Sünnet'e dayalı İslamî hükümlerin vahiy olmadığını Hz. Peygamberin (s.a.v.) şahsî görüşleri olduğunu söylemiş oluyor. 'Pes doğrusu!' demekten başka söz bulamıyoruz…
Devamında da 'Diyeceksiniz ki geçmiş alimlerimiz bunları halledememişler mi? Halledebilmiş olsalardı bizim bu konuları araştırmaya ihtiyacımız kalmazdı' diyerek, bu sorunun aydınlatılmasını (!) kendisi gibi (Kuran'a tarihselci mantıkla bakan) alimlerin (!) çalışmalarına bırakmakta fayda olduğunu söylüyor.
Edille-yi şeriyyeyi esas alarak hareket eden mümtaz İslam alimlerini tezyif ve tahkir anlamı taşıyan bu yaklaşımın dinde tahrifat olduğu çok açıktır. Zira İslami hükümlerin büyük çoğunluğu Sünnet kaynaklıdır.
Şimdi vahy-i gayr-i metlüve işaret eden ayetlerden bazılarına dikkat çekerek, hadisleri inkar ederken Kuran Müslümanlığı söylemini kullanan bu kişilerin Kuran'da da samimi olmadıklarını ibretle görelim.
III- VAHY-İ GAYR-İ METLÜVE İŞARET EDEN BAZI AYETLER
- Yazının başında yer alan Necm: 3 - 4. Ayetler, Hz. Peygamber (s.a.v.) ne konuşuyorsa hepsinin vahiy kaynaklı olduğunu haber vermektedir; tekrar okuyalım:
'O (peygamber), hevadan (arzularına göre) konuşmaz. O(nun konuşması kendisine) vahyedilenden başkası değildir.' (Necm: 3 - 4.)
Hz. Peygamberin (s.a.v.) konuşmasının nefsinden olmayışı, onun Kuran dışındaki konuşmalarının da vahyin kontrolünde olduğu anlamına gelir. Bu gerçeği teyit ve ispat eden delillerden biri şöyledir:
Abdullah b. Amr (r.a.) anlatıyor:
'Allah Rasûlünden duyduğum her şeyi unutmayayım diye yazardım. Kureyş'in ileri gelenleri 'Sen her duyduğunu yazıyor musun? Halbuki Allah Rasûlü hoşnutluk halinde de, hiddetli iken de konuşan bir beşerdir' diyerek beni bundan menettiler. Ben de yazmaktan vazgeçtim ve durumu Allah Rasûlüne ilettim. Kendileri 'Yaz! Hayatım elinde olana yemin ederim ki (parmağı ile ağzını göstererek) buradan hakikatten başka söz kesinlikle çıkmaz!' buyurdular.' (Ebu Davud, Mukaddime, 1; Darimi, Mukaddime, 43. Ayrıca Tirmizi, Birr, 57.)
- Enfal: 24. Ayet mealen şöyledir:
'Ey iman edenler! Allah ve Resulü size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman, daveti kabul edin...'
Bu ayetle ilgili Ebu Said b. El- Ma'la şöyle anlatıyor:
'Ben namaz kılıyorken Resul (s.a.v.) bana uğradı ve bana seslendi. Ben namaz bitinceye kadar ona gidemedim. Namazdan sonra yanına vardım. Hz. Peygamber (s.a.v.) 'Çağırdığım zaman gelmene ne mani oldu?' diye sordu. 'Namaz kılıyordum' dedim. Hz. Peygamber (s.a.v.) 'Allah (c.c.) 'Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi davet ettiği zaman daveti kabul edin' demedi mi?' dedi…' (Buhari, Tefsir Enfal: 2.)[1]
Bu hadise Hz. Peygambere (s.a.v.) kayıtsız şartsız itaat edilmesi gerektiğini anlattığı gibi, aynı zamanda onun vahy-i gayr-i metlüv kabilinden bütün istek, talimat ve emirlerinin dinden olduğuna da delil teşkil etmektedir.
- A'raf: 157. Ayette şöyle buyrulur:
'… Peygamber onlara iyiliği emreder ve onları kötülükten meneder; yine onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar…'
Bu ayet-i kerime Peygamberimizin (s.a.v.) Allah adına helal - haram koyma (teşri) yetkisi olduğunu ve ona mutlaka itaat edilmesi gerektiğini ortaya koymak suretiyle, vahy-i gayr-i metlüvün varlığına delil teşkil etmektedir.
- Haşr: 7'de Hz. Peygamberin (s.a.v.) bütün tasarruflarına itaat emredilir:
'… Peygamber size ne vermişse onu alın ve size neyi yasaklamışsa ondan kaçının…'
Ayetin alıntıladığımız bu kısmını sahabe 'Resulüllaha mutlak itaat' olarak anlamıştır. Buna göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.) neyi emrettiyse onun yapılması, neyi yasakladıysa ondan uzak durulması mecburidir. (Örnekler ve uyarılar için bkz: Buhari, Tefsir, Haşr: 4; İ'tisam, 2; Müslim, Hac, 412, Fedail, 130, 131, Libas 120; Ebu Davud, Sünnet 5; Tirmizi, İlim 10; İbn Mace, Mukaddime, 2.)
- Kuran-ı Kerim'de 'zikir' kelimesi hem Kuran'ı hem de vahy-i gayr-i metlüvü içine alacak şekilde kullanılmıştır.
Hicr: 9. Ayet mealen şöyledir:
'Şüphesiz o Zikr'i biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.'
Zikir, Kuran da dahil olmak üzere vahyin tamamıdır. Nitekim bu kelime Kuran'da, Kuran dışındaki vahiyler için de kullanılmıştır. (Bkz: Enbiya: 105; Yasin: 69; Kamer: 25…)
- Hicr: 41. Ayet ise şöyledir:
'İşte bu yol (bu hayat tarzı), benim teminatım altında olan doğru muhkem, güvenli, mutedil yoldur (İslamî hayattır).'
'Allahu Teala peygamberleri vasıtasıyla ortaya koyduğu bu dosdoğru yolunu koruyacağını tekeffül ve taahhüd etmiştir. İnsanlar tarafından bu yola yanlış bir müdahale olduğu zaman yeni peygamber ve yeni vahiyle onu tashih etmiştir. Böylece bir sonraki ilahi kitap, tahrife uğramış bir önceki kitabı ve yolu tashih etmiştir. Kuran'dan sonra kitap gelmeyeceğine göre, Kuran ve İslam tahrife uğramayacak demektir… Kuran ve dolayısıyla İslam tahrif edilemeyeceği için başka peygamber gelmeyecektir. Allahu Teala bu dini tahrif ettirmeme işine bu ümmetin alim ve salihlerini vesile ve bekçi kılmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.) 'Ümmetimden bir taife kıyamete kadar sürekli olarak hak üzere bulunacaktır. Muhalefet edenler onlara zarar veremeyecektir' buyurmuştur.' (Buhari, İ'tisam 10, Menakıb 28; Müslim, İman 247, İmaret 170, 171, 173, 175. Ayrıca Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Müslümanların din ile ilgili müşküllerini çözecek, işlerini yoluna koyacak, ümmeti hak çizgide tutacak, her yüz senede bir kişinin / müceddidin geleceğini haber vermiştir. Bkz: Ebu Davud, Melahim 1.) [2]
Bütün bu deliller bize Hz. Peygamberin (s.a.v.) sürekli olarak kontrol ve murakabe altında tutulduğunu göstermektedir. Bu da vahy-i gayr-i metlüv yoluyla olmuştur. Hal böyleyken vahy-i gayr-i metlüvü kabul etmemek, Hz. Peygamberin (s.a.v.) nübüvvetini inkar ve ona isyan anlamına gelen itikadi bir cürümdür.
Hatiboğlu kendini işte böyle bir itikadi felakete savurmuştur.
Allah kimseyi bu duruma düşürmesin. Bunları yazmaktan maksadımız, dinde tahrifata sebep olanları tanıtarak açtıkları kötü çığırdan insanımızı, milletimizi korumaktır. Yaptığımız, Allah için itikadî ve ilmî bir vazifedir. Hatiboğlu ve gündem edeceğimiz diğer hiç kimseyle şahsî bir husumetimiz yoktur.
Allah hepimize sırat-ı müstakim üzere sabit-i kadem kalmayı nasip eylesin.
Vahy-i gayr-i metlüvle ilgili diğer delilleri gelecek yazımızda ele alacağız.
[1] Orhan Çeker, Kuran-ı Kerim'in Envarından Tefsir Özetli Meal; Takdim, Ankara, s: 280.
[2] Orhan Çeker, a.g.e., s: 406 – 407.