Türkiye’de Alevilik sorunsalı-7
Türkiye özelinde konuyu ele aldığımızda yaklaşık 100 yıllık bir süreçte ülkenin, dış güçler ve egemen küresel güçler tarafından sürekli iç sayasal, dinsel, etnik, mezhepsel sorunlarla boğuşması öngörülmüş, her alanda kalkınması engellenerek güçsüz kalması ve kendilerine bağımlı olması sağlanmıştır. Türk Milleti de bu oyunlara kanarak düşmanına en büyük kolaylığı sağlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milleti egemen küresel güçler tarafından, İslam Dünyasının öncüsü, sözcüsü, lideri olmaması; dünyada etkin, belirleyici aktör konumda bir ülke seviyesine gelmemesi ve “Süper Güç Ülke Türkiye” olmaması için ilerici-gerici, dinli-dinsiz, laik-anti laik, sağcı-solcu, Ermeni sorunu, Kürt sorunu, Türk-Kürt, Türk-Ermeni, Alevi-Sünni ikilemleri, çatışmaları ve ya sorunsallarıyla sürekli meşgul edilmiş ve zayıf tutulmuştur. İşte bütün mesele Türkiye’nin bütün bu prangalardan kurtularak silkinmesi ve kalkınmasıdır. Bütün İslam Dünyası ve Türk Dünyası Türkiye’nin bu silkinişini ve önderliğini beklemektedir. Çünkü Müslüman alemi ve Tük alemi Türkiye’nin liderliğinde kalkınacak, Kızıl Elma Halifeliğin düştüğü yerden çıkacak ışıkla dünyada gerçekleştirilecektir.
O bakımdan öncelikle İslam dünyasında din alimlerinin bir araya gelerek ictihadi ve itikadi sorunların çözülmesi, mezhep ayrımlarının giderilmesi( Şii-Sünni, Alevi-Sünni), ruh ve mana kökünde birliğin sağlanması, mezhep ayrılıklarının ortak paydalarda giderilerek çatışmalara son verilmesi zorunluluğu bulunmaktadır. Ayrıca ortak düşmana karşı birlik olma, tek yürek ve tek bilek olma zorunluluğu da vardır. Yerelde Türkiye’de, genelde ise İslam Dünyasında başka çıkış yolu ve var olma yolu yoktur.
Konuyu daha iyi değerlendirmek için genel bir analiz yaptıktan sonra, Alevilik ve mezhep ayrımları konusunu Türkiye bağlamında irdeleyelim:
Şiilik: İslam Dünyasında Hz. Ali’nin Peygamberimizden sonra Halife olması gerektiği, onun haksızlığa uğratıldığı, katledildiği, oğullarının da katlinden sonra Hz. Ali’nin yolundan gidenlerin oluşturduğu bir anlayış ve yorumdur. Kendilerini Hz. Ali’yi seven, onun yolundan giden ve onu sevmeyenlerden de nefret edenler olarak tanımlamışlardır. İslam’ın vecibeleri konusunda itikadi olarak farklı bir yoruma dayanan, 12 imamın öncülüğünü tanıyan ve İslam’ın şartları konusunda farklı bir bakış getiren bir anlayıştır. Buna göre namaz 3 vakit kılınmalıdır. Oruç Ramazan ayında değil, Muharrem ayında Hz. Hüseyin’in bu ayda katledilmesinden dolayı matem olarak tutulur. Hz. Ali Ramazan ayında katledildiğinden, Muaviye bundan dolayı sevinç gösterileri yapmasından dolayı Ramazan ayında oruç tutulmasına mesafeli durmaktadırlar, buna antipatik davranmaktadırlar. Şiilik İran’da oldukça yayılmış ve kabul görmüş mezhebi bir anlayıştır. İnanç ve itikadi konulara daha fazla girmek niyetinde değilim. Çünkü bu din adamlarının görevi. Konuyu daha çok siyasi ve sosyolojik olarak değerlendirme kanaatindeyim. İranlılar ve devlet bu meshebi anlayışı itikadi açıdan farklı yorumlamakla birlikte, daha sonra siyasallaştırmış, güç ve nüfuz alanı oluşturmaya çalışmıştır. Bunu dini, mezhepsel, siyasi ve sosyolojik açıdan güç ve egemenlik oluşturma aracı olarak kullanmıştır. Farslar, siyasi olarak emperyal emeller için, yayılmak için Şiilik mezhebini kullanarak, Orta Asya, Anadolu, Balkanlar, Ortadoğu’da yayılmacılık politikası izlemişlerdir.
Kaynakça
1 – “Bir İngiliz Casusunun İtirafları” kitabı.
2 – “Tarihsuuru.com”.
3 – “Vikipedi”.
4 – Dinler Tarihi Uzmanı Dr. Lütfü ÖZŞAHİN.
5 – Sabetay Sevinin soyundan gelen Ilgaz ZORLU’nun mahkeme savunması (itirafları).
6 – A. Faruk TÜRKİSTAN, Türkiye Sevdamız.