İSRAF
Nedir İsraf? Sahip olunan bir kıymeti veya malı saçıp savurmak sureti ile yok etme, faydalı olmayacak şekilde sarf etmektir. Kuran-ı Kerimin Araf suresi 31 ayetinde Allah: “Yiyin, için, fakat israf etmeyin! Allah, israf edenleri elbette sevmez.”, buyurmuştur. Yine İsra Suresi 26-27 ayetlerde “İsraf etme! İsraf edenler, şeytanların kardeşleridir.” Nisa suresi 5. Ayette “mallarınızı, israf edenlere vermeyin”, demiştir.
Hz. Muhammed(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Yiyip için, giyinin ve sadaka verin; fakat israf ve kibirden sakının!” (Buhari) demiştir. İsraf edenlerin şeytana, firavuna benzetilmesi, Allah’ın israf eden kullarını sevmemesi, onların ahirette azap çekeceklerini söylemesi israfın ne kadar kötü olduğunun açık ve net beyanıdır.
Mal ve beden insanoğluna verilen iki büyük nimettir. “Canın yongası” olarak tanımlanan mal, elbette bir kıymettir. Onu doğru ve faydalı işlerde kullanmak insana sayısız sevap kazandırır. Hayır hasenat yapmak, sadaka vermek, ihtiyacı olanlara yardım etmek, vakıf kurarak öldükten sonra da sevap defterimizin kapanmaması mal ve para ile olur. Yardım etmek amacı ile çalışıp para kazanmak, nafile ibadetten yeğdir. İnsanoğlu, Allah’ın verdiği mal, mülk, servet karşılığında şükreder. Şükür, nimetin karşılığıdır. Bedeni ve aklı hor kullanmaktan tutun da suya, yediğimiz yiyeceklere, giydiğimiz elbise ve ayakkabılara, kullandığımız kağıda kaleme varıncaya kadar her şeyi ölçü içerisinde kullanmak, israf etmemek gerekir.
İsraf, insan için böyledir de devlet için anlamı nedir? Gelin isterseniz israfı bir de bu pencereden değerlendirelim:
Milletler mezarlığındaki mezar taşlarını okuyabilsek pek çok devletin israf, lüks, savurganlık, gösteriş ve kibir yüzünden yıkıldığını görürüz. Devletleri yıkan felaketlerin başında israf gelir. Devlet için İsraf: sahip olunan; su, toprak, yer altı yerüstü kaynaklar, zaman, imkân gibi değerlerin gereksiz yere veya gerektiğinden fazla kullanmak, harcamak, tüketmektir. Ülkemiz maalesef böylesi talihsiz bir dönemi yaşamaktadır. Özellikle imkânların israfı… Bir yanda işsizlik, yokluk, açlık; enflasyon ve bunların altında ezilen halk diğer yanda aşırı tüketim, savurganlık, gösteriş ve şatafat... Bir taraftan devlete ait gelir getiren ne varsa “babalar gibi satma” zihniyeti diğer taraftan devleti aşırı derecede borçlandırma keyfiyeti... Zengin babanın mirasyedi çocukları gibi çizgisi, yönü, yolu yöntemi belirsiz bir savurganlık… Ne oldum delisi olma şuursuzluğu, ardından saraylar, köşkler, villalar, yazlıklar, kışlıklar, ziyafetler… Lüks otomobiller hatta konforlu uçak filoları… Bütün bunlar yetmezmiş gibi son derece pahalı mefruşatla donanımlı yönetici odaları, uzun araç konvoyları ile görkemli gösteriler…
Kaynak? Kaynak, ülkenin yeraltı, yerüstü zenginlikleri; dolaylı vergilerle vatandaşın cebine uzanma… Cumhuriyetin 80 yılda dişinden tırnağından artırarak kurduğu fabrikaların, işletme, liman ve kuruluşların satışından elde edilen gelirler. Yetmedi madenler, olmadı arazi, toprak satışları… Bir yanda, “mühür bende Süleyman benim”, diyerek har vurup harman savuran nefsinin ve keyfinin istediği her şeyi yapmayı mubah gören bir zihniyet, öte yanda işsizler ordusu, açlık, yokluk, fakr-ü zaruret ve diz boyu sefalet… Sonra? Sonrası malum… Elinde avucunda satacak bir şeyi kalmayan bir devlet, içi boşaltılmış bir hazine, 500 milyar doları aşan dış borç… Peki, soruyorum size bunun sonu nereye varır?
Söyledik ya ne diyordu Kuran’ı Kerim; “İsraf etmeyin çünkü Allah israf edenleri sevmez.” Başka ne diyordu “saçıp-savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır; şeytan ise Rabbine karşı nankördür.” Başka: “Saçıp savuran şeytanın kardeşleridir.” Peki, şimdilik devlet gücünü elinde bulunduranlar bunlar ne diyorlar: “Biz, güçlüyüz, canımız neyi istiyorsa, keyfimiz neyi gerektiriyorsa onu yaparız; lüks, şatafat ve gösteriş bizim en tabii hakkımızdır. Gösteriş büyüklüktür, azamettir, itibardır. İtibardan tasarruf olmaz!” Genlerindeki yağma fikri ile nefislerinin esiri bu müsrifler, varlıkta dans ederken bizzat kendilerinin sebep oldukları yokluğun, millet tarafından paylaşılmasını istemeleri için sabrı tavsiye etmeleri ise vatandaşın aklıyla alay etmektir. Yaptıklarına kılıf bulmak için İslam maskesini suratlarından eksik etmeyen bu zevat, bir yandan Hz. Ömer’in adaletinden dem vururken diğer yandan da malı götürmenin ve götürtmenin telaşı, hazzı ve keyfi içerisindeler.
Kişinin yaptığı israf elbette kendisini ve ailesini bağlar; ancak içerisinde tüyü bitmemiş yetin hakkının bulunduğu devlet malını israf etmenin izahı olmadığı gibi, günahının, vebalinin telafisi de mümkün değildir.
Eğer inanmışsak, inanıyorsak, iman sahibi olduğumuzu iddia ediyorsak Bu günahın karşılığını Allah elbette verecektir. Vebaline gelince görüldüğü üzere bire bir milletçe yaşıyoruz. Neleri mi yaşıyoruz? Bakın bir kaçını sıralayayım: Devletin dini olan adalete güven azalmış mıdır? Evet! Güvencemiz olan ordu yıpratılmış, üniversiteler bilim ve teknoloji üretmekten uzaklaştırılmış mıdır? Evet’ Toplum kamplara ayrıştırılmış, sevgisizlik ve seviyesizlik tavan yapmış mıdır? Evet! Ahlaksızlık almış başını gitmiş mi? Evet! Halk, borç ve faiz üçgeninde yoksullaştıkça yoksullaşmış mıdır? Evet! Hırsızlığın, soygununu, vurgunun önü alınabiliniyor mu? Hayır! Vurdumduymazlık, nemelazımcılık insanlar arasındaki kaynaşma duygusunu yok etmiş mi? Evet’ Zina suç olmaktan çıkarılmış mı? Evet! Fuhuşsun önü alınabiliniyor mu? Hayır! Uyuşturucu, bir büyük felaket olarak çocuklarımızın canlarına tebelleş olmuş mu? Evet! Eğitim yazboz tahtası dönmüş, okumayan, üretmeyen bir toplum olmuş muyuz? Evet!
Şimdi bana israf ile bu saydıkların arasında ne ilgi var diyenleriniz olacak. Biraz düşünün. Allah kelamı Kuranı Kerim’in yukarıda sıraladığım israfla ilgili ayetleriyle birlikte düşünerek cevap verin!