Hayattaki gururlandığımız şeyler, bir yerlere erişmek için yürüttüğümüz amansız mücadeleler, çocukların kumdan yaptıkları şatolarıyla övünmelerinden farksızdır. Birisi gelip şatonuzun üzerine basıverir. Kainatın ağır ağır işleyen ama hiç durmayan çarkında sırası gelen her şey öğütülür ve aslına rücu eder.
Hayatı doğru algılayabilmek için gösterişsiz, merhametli ve mütevazi insanlar günümüzün geçerli anlayışı karşısında zayıf olarak algılanıyor.
Her birimizin her alanda farklı bir dünyası var. Maalesef riya-(kâr)-lığın prim yaptığı, dürüstlüğün rafa kalktığı, zenginin saygı görüp fakirin önemsenmediği...
İnsanların yüzüne başkayız, ardından başka, zengine başkayız, fakire başka...
Bu yüzden kendi eylemlerimizin sonuçlarını bile net göremiyoruz. Bu nedenle kaliteli eğitimi, daha samimi ibadetleri, daha sağlıklı bir bedeni, daha berrak bir fikri, daha düzgün insani ilişkileri ıskalıyoruz.
Parçalı dünyanın, parçalı bulutlu ülkesinde, parçalar arasında kaybolduğumuz için bütünü ve nihayetinde insanlığın ortak kaderini etkileyen durumları göremiyoruz. Her birimiz bir başkasının çarkına çomak sokmakla meşgul.
Herkesin bu parçalı dünyada yaşadığı kompartımanlar kendi bireysel cennetini oluşturmaya çalıştığı süreçte kainatın şaşmaz kuralları işler ve herkes ortak sıkıntılardan üzerine düşen payı alır.
Bireyselliğin, bencilliğin ve maddeciliğin hayatı zorlaştıran, insanları manen yoksullaştıran etkisini inkar etmek imkansızdır.
İnsanoğlunun bireysel hayatı, daha güzeli aramak, daha güzeli elde etmek, daha rahat edebilmek, gönlünce ve konforlu yaşayabilmek mücadelesi ile geçer.
Bu bireysel dürtü, arzu, istek, evrensel boyuta ulaşmadığı müddetçe, kişinin bireysel konforu, bireysel rahatlığı, hep eksik, hep yarım, hep yetersiz olacaktır.
İnsanın bireysel en ufak bir menfaate gözleri fal taşı gibi açılırken, evrensel meselelerde gönül gözü sımsıkı kapanır.
Buna en yerinde ve kahredici örnek Gazze’de yaşanan vahşet ve İslam dünyasının sessizliği verilebilir.