Milletleri ayakta tutan ve geleceğe taşıyan temel değerleri vardır. Bu temel değerlerin başında şüphesiz ki insanî, dînî, ahlâkî ve kültür değerleri gelir. Bu değerler; toplumlara millet olma özelliği kazandıran, onları yücelterek yaşatan öz ve özel önceliklerdir.
Millet olarak varlığımızın ve geleceğimizin en büyük teminatı olan insanî, dînî, ahlâkî ve kültür değerlerimize sahip çıkmak; onları yaşamak ve yaşatmak, olmazsa olmazımızdır. Bu değerler; toplumu zinde tuttuğu, hayatı da anlamlı ve yaşanılır kıldığı gibi toplumu meydana getiren fertlere de yaşama şevki ile birlikte huzur ve mutluluk verir. Gelin görün ki; özel hayatımızda olsun; sosyal, ekonomik ve kültür hayatımızda olsun; sürekli ve yüksek dereceli depremler yaşıyor, ardından gelen tsunamilerin de değerlerimizi boğarak yuttuğuna şahit oluyoruz. Görülen, bilinen sonuçları yaklaşık olarak önceden tespit edilebilen bu felâketin ne yazık ki yeteri nispetinde tahlili yapılamıyor veya yapılmak istenmiyor. Toplumun bütün kesimlerini etkileyecek olan bu temel meseleye çözüm ve çare üretilmiyor.
Sevgi, saygı, hoşgörü, yardımlaşma, fedâkârlık gibi insanı insan yapan erdemler; dostluk, arkadaşlık, komşuluk, aile ve akraba ilişkileri gibi insanlar arasında kaynaşmayı ve birliği sağlayan duygular; doğruluk, söze ve ahde vefâ gibi kavramlar; sabır, şükür gibi ahlâkî fazîletler hızlı bir biçimde beyin ve kalp sahasını yenilmiş takım gibi terk ediyor. Hayata anlam kazandıran, yaşadığımız yeryuvarlağını güzelleştiren ve yaşanılır kılan, insanoğluna huzur ve mutluluk veren bu kavramların kaybının ve yokluğunun getireceği felâket görülmüyor veya görülmek istenmiyor. Kayıp yıllarla birlikte kaybolan değerlerin ne korkunç felâketlere davetiye çıkardığı ve çıkaracağı gerçeği göz ardı ediliyor.
Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek temel felsefesi, yerini; “Ben benden başkasını sevmem, sevemem illâ ben illâ ben!” düşüncesine terk ettikçe insan olarak küçülüyor, kimliksizleşiyoruz. Bencillik bizi her şeyin insanla güzel olduğu gerçeğinden uzaklaştırdığı ölçüde yalnızlaşıyor, zavallılaşıyoruz. Bizi biz yapan insanlık değerlerini, dînî, ahlâkî ve kültür değerlerimizle bağlarımızı kopardıkça da; kendi geleceğimizi, çocuklarımızın geleceğini, ülkemizin geleceğini ateşe atıyoruz.
Kanaat yerini doyumsuzluğa, şükür yerini hırsa, ahde vefâ ve söz yerini yalana terk ettikçe; sevgi riyanın karşısında yenik düşüyor. Saygı, yaşanılan yamukluğa bakarak; «Ben bu çirkinlikte yokum!» diyor.
Haram; duruma göre gardını alıp yaptığı cambazlıklarla helâle pes dedirttikçe de, vicdan cüzdanın esaretine girmenin acı burukluğunu yaşıyor. Evet, dikkat ederseniz son zamanlarda meydanlar; madde ve onun çirkinleştirdiği, değersizleştirerek köleleştirdiği insan kılıklı mahlûkata teslim olmuş.
Teknoloji bize bilgiye ulaşmanın kapılarını ardına kadar açtı. Bu, doğru elbette... Bilgisayarlarla birlikte bir tuş kadar yakınlaştık bilgiye. Ancak; bilgi, insan olmak için bir başına yeterli değil. Bizler elde edilen bilgiyi insanî ve ahlâkî değerlerle süsleyemezsek, nükleer bomba olur elimizde patlar. Kendimizle birlikte çevremizi de cehenneme çevirir.
Çevirin yüzünüzü sokağa, mahalleye, semte, şehre… Dışımızdaki insanlarla ortaklaşacağımız ne kalmış Allah aşkına! Aynı binayı, aynı kapıyı, aynı asansörü veya merdiveni kullandığımız komşularımızı ne kadar tanıyoruz? Ya mahallemiz; aç yatan insanların, garibanların, hastaların hâlini-vaktini soran kaç kişi kaldı dersiniz? Hani o mahalle dayanışması? Paylaşabiliyor muyuz acıları, sevinçleri semtimizle. «Günaydın»lı tebessümlere niçin uzaklaştı şehirlerimiz? Bütün bu olumsuzlukların temelinde kendi değerlerimize yabancılaşma yatmıyor mu?
Var olanın kıymetini bilememek; güzeli, iyi ve doğru olanı yaşatamamak, insanımızı kendi özüyle yüzleştirememek, değerleri ile mücehhez kılamamak çok acı… İnsanımızı sevgi, saygı, hoşgörü, merhamet, şefkat, fedâkârlık gibi erdemlerle bezeyemeyişimiz; bu değerleri hayatımızın bir parçası hâline getiremeyişimizin faturası yine bize kesilmiyor mu?
Nedir insan olarak amacımız? Mutluluğu yakalamak mı? Huzuru bulmak mı? Peki; yalnızlaşan insan, mutluluğu yakalayabilir mi? Mutluluğu yakalayacak yüreğimizi başka yüreklerle paylaşamadıktan sonra, insanın insan olan tarafını ortaya çıkarmak mümkün mü? «Yaratılanı Yaratandan ötürü» sevmediğimiz sürece, ben-sen kavgasını nasıl sona erdireceğiz?
Milletler durduk yerde tarih sahnesinden silinmez yahut başka milletlerin hegemonyası altına girmezler. Bir millet; kendi değerlerine gereken önemi ve özeni göstermezse, yetişecek nesillerini değerleri ile bezemezse, başka milletlerin değerleri ile kendi değerlerini değiştirirse elbette ki tarihin, milletler mezarlığında başına taş dikilenler arasına girer.
Şanlı bir tarihe, köklü bir medeniyete, örnek insan ilişkilerine sahip olan Müslüman-Türk milletinin millî ve mânevî değerlere bağlılığı ölçüsünde var olacağı ve varlığını devam ettireceği gerçeğini bir an dahî aklımızdan uzaklaştırmamalıyız.
O hâlde son zamanlarda eğitimi bir yana bırakarak sadece öğretim kurumu yaptığımız okullarımızdan başlayarak; aile hayatımızda, komşuluk ilişkilerimizde, mahallede, şehirde ve ülke genelinde bir an önce kendimize çekidüzen vermeli; bizi biz yapan insanî, dînî, ahlâkî ve millî değerlerimize sahip çıkmalıyız.