MÜ’MİN şeytanın dostu olur mu? Olmaz. Olmamalı… Bireysel olarak bize “Şeytanın dostu musun?” diye sorulsa bunu bir hakaret olarak sayar ve şiddetle itiraz ederiz.

MÜ'MİN şeytanın dostu olur mu?

Olmaz.

Olmamalı…

Bireysel olarak bize 'Şeytanın dostu musun?' diye sorulsa bunu bir hakaret olarak sayar ve şiddetle itiraz ederiz.

Hakkımızdır.

Lakin ciddi bir şekilde hayatımızı inceler ve ince bir tefekkür eleğinden geçirirsek acaba ne ile karşılaşırız?

Durum bizim iddia ettiğimiz gibi midir gerçekten?

Yoksa savunma psikolojisi ve suçlanma refleksi ile ortaya koyduğumuz içi boş, kof bir karşı koyuş mudur?

Samimi bir tahlil, dürüst bir yaklaşım, ilkeli bir duruş hali pürmelalimizi tüm açıklığı ile ortaya koymaya yetecektir.

Mesele buna var mıyız noktasında düğümleniyor.

YÜCE kitabımızı dikkatle okuma ve anlama çabasına girdiğimizde konunun hiç yeni olmadığını görürüz.

Şeytan kovulduğunda insanları saptırmak için Rabbimizin doğru yolunun üzerinde oturacağını söylüyor.

Bu mesele öyle geçiştirilecek bir husus değildir.

Orada, burada demiyor.

'Senin doğru yolunun üzerine…' diyor.

Üstelik bunu yemin ederek söylüyor.

Bizim şeytanı aradığımız yerler yanlış belki de. Bu sebeple bu kadar çelme yiyip düşüyoruz.

Yerlerde sürünüyoruz.

Doğru bilip ilerlediğimiz Hakk yolun üstünde bulacağız onu.

Bazen açıktan, göz göre göre gelse de çoğu defa sinsice yaklaşır.

Gizlice yanımızda biter.

Dolaylı yollardan ayartır bizi.

Bizi düşünür gibi yapar, sahiplendiğini gösterir, faydamıza olduğuna inandırdığı telkinleriyle iş görür.

Şeytan bunu hiç saklamamıştır.

'Önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından' yaklaşacağım diyor.

Peki, hiç düşündük mü, bunlar ne demektir?

Ön, arka nedir, sağ ve sol ne demektir?

Bu yönler konusunda Kur'an'dan aldığımız ve Sevgili Peygamberimizden öğrendiğimiz kesin bilgiye sahip miyiz?

Değilsek eğer kendimizi nasıl koruyabileceğiz?

Bu konuları halen çözümlemediysek, bu öz güven patlaması halini andıran tavırlarımız neyin nesidir?

Bu 'En ihlaslı mü'min benim, en arif derviş benim' dayılanıp böbürlenmeleri neyin ifadesidir?

ŞÜKÜR açısından sahih bir analiz durduğumuz yeri belirler.

Şükür kulluk ilişkimizin tam da çözüldüğü noktadır.

Dağıldığımız meseledir.

Kur'an-ı Kerim'de yetmiş beş yerde geçtiğini dikkate aldığımız vakit konun ehemmiyeti daha da belirginleşecektir.

ŞÜKÜR Rabbimizin bizlere lütfettiği nimetleri akılda tutma ve saygı ile ifade etme bilincidir.

Gönül borcunun idraki ve bunun dile getirilmesi şuurudur.

Kulluk görevlerini tam bir teslimiyetle hiçbir ihmale yer bırakmadan ifa etme erdemidir.

Vesveselere pirim vermemek, itibar göstermemektir.

Şükür, İblisin kurduğu pusuyu görüp boşa çıkarma eylemidir.

Şükür, bizim Hakkın rıza yolunda yaptığımız bitmeyen yolculuk sürecimizdir.

Allah'ın hoşnutluğuna götürür.

Şükürsüzlük şeytanı memnun eder, zira yaratıcımıza nankörlüktür.

Nankörlük zayıflıktır.

Bu eksiklik iman uyanıklığına ulaşmayan kişiyi tevazu ile boyun eğmeye değil bencillik ile böbürlenmeye götürür.

Tıpkı şeytan gibi…

Nankörlük bir gönül mezarlığıdır.

Oraya nice sevgiler, saygılar, iyilikler, fedakarlıklar, güzellikler defnedilmiştir.

Tekrar edecek olursak şükürsüzlük şeytan ile dostluktur.

Onu veli edinmektir.

Zaten A'raf Sûresi 16 ve 17 ci ayeti bize tüm berraklığı ile bildirmektedir.

Şeytan Rabbimize kendisinin doğru yolu üzerine oturup, önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından yaklaşacağını ve onların çoklarını şükredenlerden bulamayacağı şekilde ayartacağını açıkça söylüyor.

Daha ne desin?

Bundan daha büyük itiraf olur mu?

Buna rağmen bizler şeytanın attığı şükürsüzlük kemendine boynumuzu uzatıyor olmamız onun dostu olduğumuzun en büyük delili değil mi?

Allah bizleri şükür ile kulluk icrasına tüm gücüyle gayret edenlerden eylesin.

Ya Selam!