Prof. Dr. Abdullah Aydınlı’nın, M.Görmez’in “Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu”[1] adlı kitabındaki yanlışlar üzerine yaptığı tespitleri aktarmaya ve bu tespitlerin ne manaya geldiğini değerlendirmeye bu yazımızda da devam ediyoruz.

Prof. Dr. Abdullah Aydınlı'nın, M.Görmez'in 'Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu'[1] adlı kitabındaki yanlışlar üzerine yaptığı tespitleri aktarmaya ve bu tespitlerin ne manaya geldiğini değerlendirmeye bu yazımızda da devam ediyoruz.

Önceki yazımızda bu değerlendirmelerimizi dört kategoride yapacağımızı belirtmiş ve ilki olan 'Aslı Olmayan İddialar' başlığımızı da tamamlamıştık.

Şimdi kaldığımız yerden(2. Maddeden) başlayarak, Görmez'in kitabına dair Aydınlı Hoca tarafından tespit edilen olumsuzlukları[2] değerlendirelim:

2- İslamî Kavramların Saptırılması

- Mehmet Görmez, bahsi geçenkitabında şöyle demektedir:

'…Sahabenin içtihada dayanmayan, dinin özüyle ilgili kendi söz ve uygulamaları bizzat Hz. Peygamberin söz ve uygulaması olarak kabul edilmiş ve hadis literatüründe bunlara 'hükmen merfu' adı verilmiştir. (…) Bu tür sözlerin İsrailiyat olma ihtimali gündeme gelince buna bir şart daha ilave edilmiştir…' (Görmez, a.g.e., s. 182.)

Abdullah Aydınlı Hoca, bu cümleler hakkında şöyle der:

'Sahabenin Hz. Peygamberden almış olması muhtemel bilgiler hükmen merfu sayıldığına göre, bunları 'kendi söz ve uygulamaları' şeklinde nitelemek yanlıştır. Ardından 'Bu tür sözlerin İsrailiyat menşeli olma ihtimali gündeme gelince buna bir şart daha ilave edilmiştir' diyerek bunun zaman içinde kotarılan bir iş olduğunu iddia etmek dayanaksızdır.'(Aydınlı, Hadis Yazıları s.280 – 281.)

- Görmez 'Her bidat dalalettir'sözünün mevkufluktan merfuluğa yükseltildiğini iddia etmektedir. (Görmez, s. 230, 231.)

Aydınlı Hoca buna 'Yanlış ve gayrı ciddidir'der. (Aydınlı, s. 282.)

- Görmez, ashabın en büyük alimlerinin az hadis rivayet ettiklerini iddia etmektedir. (Görmez, s. 46.)

Aydınlı'nın buna cevabı şöyledir:

'Ashabın en büyük alimleri kalilu'r-rivaye (az hadis rivayet eden) kimseler iddiası doğru değildir. Sahabenin 'yedi fakih'i arasında, meşhur olan sayıma göre, muksiru's - sahabeden üç kişi vardır: Hz. Aişe, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Abbas. Bu fakihler arasında bulunan Hz. Ömer, Hz. Ali ve Abdullah b. Mesud'un da 500'den fazla hadis rivayetleri vardır.' (Aydınlı, s. 277.)

- Görmez, Zübeyribnu'lAvvam'ın (r.a.) bir sözünü delil getirerek, Sahabe tarafından hadislere ilaveler yapıldığı fikrini seslendirmekte ve bu görüşü de Hz. Zübeyr'in görüşü gibi takdim etmektedir. (Görmez, s. 192.)

Prof. Aydınlı'nın buna cevabı şöyledir:

'Zübeyribnu'l Avvam'ın 'Görüyorum ki 'müteammiden' kelimesini hadise ilave ediyorlar. Allah'a and olsun ki ben Resulüllahın'müteammiden' dediğini duymadım' sözünden, 'Zübeyr b. Avvam'a göre bu kelime henüz sahabe hayatta iken bu rivayete idracedilmiştir (sokulmuştur)' neticesini çıkarmak yanlıştır…' (Aydınlı, s. 281.)

- Görmez kitabında 'fıkhu'r-re'y' diye bir tabir kullanmaktadır. (Görmez, s. 104 - 105.)

Aydınlı Hoca bu tabirin kullanılmasının 'isabetli olmadığını'belirtir. (Aydınlı, s.279.)

- Görmez 'Ehl-i Fıkıh' tabirinin meşhur olduğunu söylerken (Görmez, s. 58, 63.) Abdullah Aydınlı 'Ehl-i Fıkıh terimi değil, Ehl-i Re'y terimi meşhurdur'der. (Aydınlı, s. 278.)

- Görmez, hadislerde geçen 'hadis' kelimesini yine 'hadis' diye tercüme etmekte (Görmez, s. 230.);Abdullah Aydınlı bu konuda şunu söylemektedir:

'Hadislerde geçen 'hadis' kelimesini 'hadis' diye tercüme etmek isabetli değildir. Kelime o zaman henüz kavramlaşmamıştı. 'Söz', 'konuşma', 'anlatım', 'haber' gibi bir kelimeyle karşılanmalıdır.'(Aydınlı, s. 282.)

- Görmez 'hadis' kelimesine 'sıfat' derken (Görmez, s. 42.) Prof. Aydınlı 'Hadis kelimesi bir sıfat değil, tahdis mastarının ismidir'der. (Aydınlı, s. 277.)

- Görmez, 'hadis kelimesinin hadese fiilinden geldiği, 'müstakil bir masdar (!)' kabul edildiğinde eskinin (kadimin) zıttı, yeni ve orijinal demek olduğu' şeklinde açıklamalarda bulunur. (Görmez, s. 224.)

Aydınlı Hoca buna 'Tamamen hayalidir' der. (Aydınlı, s. 282.)

- Görmez, koruyucu meleklere Kur'an'da'Hafeze Melekler'adı verildiğini (Görmez, s. 10.) söyler. Aydınlı Hoca bunu 'Kur'an'da 'Hafeze Melekler' değil, 'Hafızîn / HafizMelekler'den (İnfitar: 10.) bahsedilir.' diyerek düzeltir. (Aydınlı, s. 277.)

Görmez'in bu yanlışlarına Aydınlı Hocanın verdiği cevaplar esasen yeterlidir. Fakat biz bütün bu yanlışların ne anlama geldiğine dair küçük bir değerlendirme yapacağız.

- İlk sırada yer verdiğimiz, Görmez'in'hükmen merfu' hadisleri 'Sahabenin kendi söz ve uygulamaları' olarak niteleyerek bunların İsrailiyat olabileceğine işaret etmesi, hadislerin güvenilirliğine gölge düşürmek manasına gelir.

Görmez'in kitabında bu iddianın yer aldığı 182. sayfayla 185. sayfa arası (mana ile rivayet ve ravilerin durumu meselesi) incelendiğinde, Görmez'in Hadis Usulü ilmine ya hiç vakıf olmadığı ya da hadisler aleyhine bir yorumla işi zorladığı anlaşılmaktadır.

Halbuki İslam alimleri hadislerin aktarılması ve değerlendirilmesinde çok hassas kıstaslar ortaya koymuş, meselelerin yanlış mecralara çekilmesine mani olmuşlardır. Nitekim hadis ilminderavidebulunması gereken önemli şartlar ileri sürülmüştür. Ayrıca, muhaddisle ravi birbirinden farklıdır. Ravinin işi, hadisi koruyacak derecede nakletmektir. Muhaddisin işi ise ravinin naklettiği hadisi incelemek ve değerini ortaya koymaktır. Hadis ilmi ve muhaddisler bunun için vardır. Hadislerin / rivayetlerin mütevatir, sahih,hasen, zayıf veya uydurma diye nitelenmeleri muhaddislerin bu çalışmalarının sonucudur. İş burada da bitmez. Rivayet edilen malzeme fıkıhçılar tarafından da tetkik edilerek diğer naslarla uyumuna bakılır.Görmez'in bu durumları da dikkate almadığı anlaşılmaktadır.

Görmez'inbu yaklaşımı ister istemez bize müsteşriklerin yöntemini hatırlatmaktadır. Müsteşrikler sürekli dinî konularda, özelliklede hadisler üzerindesis perdesi oluşturmaya çalışırlar. İslam'ın esaslarına doğrudan karşı çıkmaz, sadece muhatabın beynini bulandırmayı hedeflerler.

- Görmez'in'Her bidat dalalettir' hadisinin mevkufluktan merfuluğa yükseltildiği iddiası da (Görmez, s. 230, 231) akıl alır gibi değildir. Zira hadis-i şerif sahih kaynaklardan gelmesi itibariyle doğrudan Hz. Peygambere (s.a.v.) dayandırılmıştır. Yani hadis aslenmerfudur. Görmez'in mevkufluktan merfuluğa yükseltildiğine, yani bir nevi uydurma olduğuna işaret ettiği bu hadis, Müslim başta olmak üzere pek çok muteber kaynakta, birden çok sahabi tarafından Hz. Peygamberden (s.a.v.) rivayet edilen sahih bir hadistir. Örneğin, Müslim'de ve İbnMace'de gelen rivayetin ravisi, Cabir b. Abdullah (r.a.) gibi büyük bir sahabidir. (Müslim, Cuma, 43; İbniMace, Mukaddime, 7). Bilindiği gibi merfu hadis, bizzat Peygambere (s.a.v.) ait olan söz, fiil ve takrirlerdir. Mevkuf hadis ise, sahabe sözüdür.

Hal böyleyken Görmez'in hadisin mevkufluktan merfuluğa yükseltildiği şeklinde bir iddiada bulunması, hadisi Peygambere (s.a.v.) dayandıran ravilerin, Hz. Peygamber (s.a.v.) adına hadis uydurdukları anlamına gelir ki, Görmez doğrudan söylemese de bu ravilerin ilki Sahabedir. Halbuki Sahabe uduldür (adil ve güvenilirdir). Onlar bizzat Allah ve Rasülü tarafından tezkiye edilmişlerdir.

- Görmez'in'Ashabın en büyüklerinin az hadis rivayet ettikleri' yönündeki iddiası (Görmez, s. 46), 'Büyük Sahabeden bile az sayıda hadis rivayet edilmişse, bunca hadis nereden geliyor?' sorusuna kapı aralar. Bu da hadislerin büyük bir kısmının sonradan devreye konduğu, yani uydurulduğu intibaını vermektedir.

3-Gösterilen Kaynaklarda Bahsi Geçen Bilginin Yer Almaması

Prof. Dr. AbdullahAydınlı'nın Mehmet Görmez'in ilgili kitabına dair bu yöndeki tespit ve değerlendirmelerinden bazıları da şunlardır:

- 'İlk hadis halkalarının Hz. Ömer'in vefatından sonra Hz. Ebu Hureyre tarafından başlatıldığı bilinmektedir (Görmez, s. 57) iddiası için verilen kaynakta böyle bir bilgi yoktur.' (Aydınlı, s. 278.)

- 'İmam Şafii'nin sünnet ve hadisin Kur'an'a, meşhur sünnete arzına şiddetle karşı çıktığına dair verilen iki kaynaktan biri olan Risale'de gösterilen yerde (Görmez, s. 64.) böyle bir bilgi yoktur. İleride Kur'an ve üzerinde İcma edilen sünnet hakemine her alimin kendisince başvurduğunun söylenmesi (Görmez, s. 67.) ise bir çelişkidir. Ayrıca Risale'de söylenenin aksine, hadisin Kur'an'a ebediyen aykırı olamayacağı konusunda sayfalarca açıklama vardır. Öyle anlaşılıyor ki İmam Şafii hakkında önyargısız olarak biraz daha araştırma yapmak gerekir.(Aydınlı, s. 279.)

- 'Nureddin Itr'ın metinle ilgili ilimlere 'Dirayetu'l-Hadis İlimleri' adını verdiği (Görmez, s. 102.) iddiası verilen kaynakta yoktur.' (Aydınlı, s. 279.)

- 'İbn Mace'nin Kütüb-i Sitte içinde en son yazılan eser olduğu iddiası (Görmez, s. 61.) dayanaktan yoksundur. Yazarların vefat tarihlerine bakılacak olursa 3. veya 4. sırada olmalıdır.' (Aydınlı, s. 278.)

- 'Ravininehl-i rey'den olmasının, cerh edilmesi için kafi bir sebep olduğu iddiasıyla ilgili (Görmez, s. 63) verilen kaynakta böyle bir bilgi yoktur.' (Aydınlı, s. 278.)

- 'Orjinalitesinden bir şey kaybetmeyen hadiseler, Sünnet adını alırken hadisler ise kıssa adını almıştır (Görmez, s. 225.) şeklindeki bilgi hem verilen kaynağında yoktur hem de isabetsizdir.' (Aydınlı, s. 282.)

Görmez'in bu son yaklaşımı, hadis ilimlerini ve hadisleri diskalifiye etmekte, cerh ve ta'dil'den uzak olan 'siyer'i de dinin kaynağı haline getirmektedir ki, bu görüşü savunanlar müsteşriklerdir. Fazlurrahman ve Musa Carullah da aynı görüştedir.Çünkü ifadede yer alan 'hadise/ler' olay/lar demektir ve Hz. Peygamber zamanında cereyan eden olaylar da siyer ilmi dahilindedir.

Görmez'in bu söyleminin Fazlurrahman ve Musa Carullah'ın söylemleriyle nasıl örtüştüğünü, Ahmet Gelişgen Hocadan naklen aktaracağımız şu bilgiler açıkça ortaya koyacaktır:

'Musa Carullah, sadece akla uymayan değil, Kur'an'a, fıtrata, tarihî hakikatlere, makam ve karineye uymayan hadislerin de uydurma olduğunu söylemektedir.'[3]

Carullah'ın'tarihî hakikatler'ifadesiyle kastettiği manaya, Görmez 'orjinalitesinden bir şey kaybetmeyen hadiseler' demektedir.

Fazlurrahman da aynı şekilde 'tarihi merkeze koymak ve Kuran ve Sünneti buna göre yorumlamak' yaklaşımındadır:

'Fazlurrahman, 'önceki nesillerin Kur'an'ı ve Sünneti özgürce yorumlayıp, kendi zamanlarının yapısına göre somutlaştırarak, kendi sorunlarını uygun bir şekilde çözdükleri gibi, biz de aynı şeyleri kendi çabamızla çağdaş tarihimiz için yapmalıyız' demektedir.'[4]

Fazlurrahman, merkeze 'tarih'i koymasının bir neticesi olarak Kur'an'daki muamelatla ilgili hükümlerin tarih içinde değerini kaybedeceğini de iddia eder:

'Fazlurrahman'a göre, Kur'an'daki muamelatla ilgili hükümler, tarih içinde değerini kaybeder. Çünkü bu hükümler o zamanın şartlarına ilişkin hükümlerdir. Ona göre, Kur'an'daki ahlaki hükümler ise tarih üstü değerler olup her devirde geçerliliğini korur. (Bkz. Fazlurrahman, İslam ve Çağdaşlık, s. 72; Fazlurrahman, Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, s. 158; Mustafa Karataş, 'Fazlurrahman ve 'Yaşayan Sünnet' Kavramı', s. 8).' [5]

'Hadisler, Fazlurrahman tarafından 'yaşayan sünnet' anlayışı önünde birer engel olarak görülmektedir. (Aynı görüşü DİB Başkanı Görmez'in de ifade ettiğini görüyoruz. (Bkz. İslam'ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Önemi –Kutlu Doğum Sempozyumu 2001- TDV Yayınları, Ankara, 2008, s. 268). Fazlurrahman'a göre 'yaşayan sünnet', çağa göre yapılan değişken özgür yorumdur. Bu nedenle nebevi hadislerin çok az olduğunu, ilk dönemden itibaren hadislerin çoğunun uydurma olduğunu, sadece ahlak ve ibadetle ilgili hadislerin Hz. Peygamber'e ait olduğunu iddia etmektedir.'[6]

Mehmet Görmez'in 'Orjinalitesinden bir şey kaybetmeyen hadiseler, Sünnet adını alırken hadisler ise kıssa adını almıştır' iddiası, verdiği mesaj ve ihtiva ettiği mana itibariyle Musa Carullah ve Fazlurrahman'la aynı istikamettedir ve bu açık ve net olarak 'oryantalist' bir yaklaşımdır.

Görmez'in bu tezi, sağlam hadisleri kıssa seviyesine düşürmekte, buna mukabil tarihi / siyeri de dinde sağlam delil şekline çevirmektedir. Siyerin dinde kaynak olması,reformistlere istedikleri zayıf rivayeti alarak sapkın görüşlerine dayanak yapma rahatlığı verecektir. Bir başka ifadeyle, reformistler siyerde yer alan her türlü rivayetten beğendiklerini alarak, din adına serbest söylem imkanı kazanacaklardır. Halbukimakbul hadis-i şerifler tarafından onaylanmayan siyer hadiseleri dinde kesinlikle delil olmaz. Hadis İlimleri ve bunların dallarından olan Hadis Usulü ve cerh ta'dil ilmi de bunun için vardır. Müsteşriklerin hiç sevmedikleri ve ilk hedef yaptıkları ilimler, usul ilimleriyle fıkıh ve akaid ilmidir. Çünkü bu ilimler, Kur'an ve Sünnet'ten çıkarılan temelkurallarla (donelerle) dini korurlar, sapkınların hareketlerini adeta kilitlerler.

- 'Hz. Peygamberin anlattığı bazı haberlerin sonradan emir ve nehiylere dönüştüğü, bu tür haberlerin formulasyonunun fakihlere ait olduğu iddiası (Görmez, s. 258.) tamamen dayanaksızdır. Bu konuda gösterilen kaynakta da böyle hiçbir şey yoktur.' (Aydınlı, s. 282.)

Görmez'in söz konusu ifadesinin (s. 258) -haşa- fakihlerin hadis uydurduğu anlamına geldiği açıktır. İslam şeriatı olan fıkhı yıkmak için, önce fakihleri yıkmalısınız (!)

Keza Görmez'in bu ifadeleriyle hem hadis ilmi hem de fıkıh ilmi ve fukaha yaralanarak bir taşla iki kuş vurulmaktadır.

Ne yani? Hadisler uydurma, fakihler de hadis uyduracak derecede yalancı ve din düşmanı mı haşa?! Bu iddiaların oryantalist menşeli olduğu bilinmektedir.

Halbuki Hadis, İslam Dininin ikinci ana kaynağı ve dinin olmazsa olmazı, Fıkıh da İslamiyet'in pratiğe dökülmüş özüdür. Hal böyleyken bu sakat yaklaşımlarla nerelere varılmak istenmektedir?

4- Uçuk İddialar, Hayalî ve Vehmî Yorumlar

Son olarak Prof. Dr. Abdullah Aydınlı'nın, Mehmet Görmez'in ilgili kitabı üzerine yaptığı tespitlerden, Görmez'in hayal ve vehim dünyasına ait olanlara birkaç örnek verelim. Görmez'in bu alandaki yanlışlarıyla ilgili olarak Aydınlı Hoca şunları söylemektedir:

- 'Hz. Peygamberin çeşitli nedenlerle tasvip etmediği halde müdahale etmediği şeye örnek olarak, Kabe'yi yıkıp Hz. İbrahim'in temelleri üzerine yeniden inşa etme isteğini zikretmek (Görmez, s. 179.) anlaşılır gibi değildir.' (Aydınlı, s. 280.)

- 'Hemen hemen bütün hadisler sahabeden itibaren lafzen değil, mana ile rivayet edilmiştir iddiası (Görmez, s. 192.) sadece bir tahmindir ve ciddi dayanaktan yoksundur. Aynı yanlış, lafzi rivayetlerin imkansızlaştığı şeklindeki iddiada da (s. 193.) görülmektedir.' (Aydınlı, s. 281.)

- Darimi'nin bir temsili sanki yaşanmış bir hadise gibi nakletmesi (Görmez, s. 267.) iddiası isabetsizdir. Haberin devamından onun bir temsil olduğu anlaşılmaktadır.' (Aydınlı, s. 282.)

- 'Sünnet ve hadis kelimelerinin zaman içinde farklı kullanışları (Görmez, s. 231, 232.) isabetli değerlendirilmemiştir.'(Aydınlı, s: 282.)

- Aydınlı Hoca, Görmez'in,İbnu'l-Esir'in Camiu'l-Usul'ü hakkında ileri sürdüğü bilgilerin de (Görmez, s. 114.)'hayali olduğunu'söyler.(Aydınlı, s. 279.)

Evet, Görmez'in aynı zamanda doktora tezi olan, yani akademik yetkinliğini (!) ispatlayan 'Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu' adlı kitabı hakkında Aydınlı Hoca tarafından ortaya konan bu kadar gayri ilmîlik karşısında şaşırmamak elde değildir.

Bu kitaba dair son iki yazımızda ortaya konan tespitler göz önüne alındığında, bunların ister istemez kafalarda hadislerle ilgili bir sis perdesi oluşturduğu görülmektedir. Bu sis perdesi de hem Hadis Usulü ilmini itibarsızlaştırmakta hem de dinin ikinci temel kaynağı ve Kur'an'ın şarihi olan hadislerin kaynak değerliğine ciddi gölge düşürmektedir. Bunun da kimlerin ekmeğine yağ süreceğini anlamak zor değildir.

Kasdî denebilecek bu vahim yanlışlarla hadis ilimlerini hedef alan böylesi bir kitabın Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 1995 yılı 'İslam Araştırmaları Ödülü'ne layık görülmesi ise bütün bunlardan daha vahimdir.

Takdir ve karar okuyucularımızındır.

[1]'Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu' Dr. Mehmet Görmez, Ankara, 1997, TDV Yayınları

[2]Abdullah Aydınlı, Hadis Yazıları, M. Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 2014. (Sayfa, 273-286).

[3] Ahmet Gelişgen, 'Musa Carullah Afeti ve Mehmet Görmez'; Yazarın verdiği dipnot: Musa Carullah, Kitabu's-Sünne, s. 26.

Makaleye şuradan ulaşılabilir:

https://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=194#2142

[4]Ahmet Gelişgen, 'Fazlurrahmancılık Afeti ve Diyanet', Yazarın verdiği dipnot: Fazlurrahman, Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, s. 164.

Makaleye şuradan ulaşılabilir:

https://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=193#2119

[5] Ahmet Gelişgen, a.g.m.

[6] Ahmet Gelişgen, a.g.m.