Hani vesayetle mücadele ediyorduk. Ne oldu? ne değişti? Yani emekli üç beş paşayı aldık tutukladık yılların gladyosu bitti öylemi? Ya bırak Allah aşkına. Değişen hiçbir şey yok. Sistem değişti. İnfazlar artık yargı eliyle yapılıyor, işkenceler mahkumlar aracılığıyla. Polis şiddeti o aynen devam kamerasız mahallerde. Hatta geçtim hepsini ihtilallerde sokağa çıkma yasakları vardır ya, an itibari ile o olayda sistemli bir şekilde hayata geçiriliyor. Nasıl mı? iş yerlerinin açma kapama saatleri devlet eliyle kontrol altına alınıyor. Sokakta gezen insanlar GBT yapmak sureti ile ve şüpheli şahıs ithamları ile gecelik göz altılara tabi tutuluyor. Deyim yerindeyse tam bir devlet faşizmi ve terörü hakim. Tepkilerini ve duruşlarını sergilemeye çalışan insanlar bir bir tutuklanıyor. Sonrası ardı arkası gelmeyen yargılama zincirlerine tabi tutuluyor. Çok enteresandır ki önce tutuklanıp sonra suç üretiliyor. Bu söylediklerime Silivri’deki askerlerden tutunda KCK, İPTAC ve DHPC operasyonlarına varana kadar bu şekilde devam ediyor. Sayın başbakanın kontrolünden çıkmış olacak ki son günlerde hararetli bir şekilde ‘’tutuklanmadan yargılanabilirlerdi’’ diye bir çıkış yapıyor.

Şimdi söylemlerimi sadeleştiriyorum. Evet vesayet bitmedi güç dengeleri değişti. Zira 12 Eylül saldırılarından sonra NATO‘nun angajman kurallarında, tehdit sıralamasındaki birinciliği ‘’İslami Terör’’ tanımı aldı. Devam eden süreç ve araştırmalar neticesinde İslam adı altında bir çok radikal yapılanmaların olduğu ve bunların bir çoğunun şiddet dili ve terör söylemlerinden beslendiği görüldü. Ehli Sünnet çizgisiz dışında kalan hemen her inanış dünya barışı için bir tehdit ihtiva etmekteydi. Tabiri caizse sap ile samanın bir birinden ayrılmasından sonra mağdur edilen bu zümre yıllar sonra bu listeden çıkartılarak ayrı bir statü verilmek suretiyle bir nebze dahi olsa nefes aldı. Dünya konektörüne bakılmaksızın düşünüldüğünde sanki Türkiye’ de yaşanan gelişmelerde AKP iktidarının iradesi dahilinde gibi görünse de aslında bu yaşananlar Amerikan politikalarının ve NATO’nun kuralları dahilinde devam etmektedir. Zira henüz resmi dairelerde başörtüsü yasağının devam etmesi, sertleşen üniter devlet modeli de bu politikaların devamıdır. Bir noktaya daha dikkat çekmek gerekirse oda Başbakanın sert üslubudur. Dikkat ederseniz PKK ve Öcalan hakkında mangalda kül bırakılmayan dönemlerde İmralı görüşmeleri başlamıştır. Geçmişte aynı söylemler olduğunda da Oslo görüşmeleri yapılmıştı. Korkarım ki İsrail’e ‘’ one minute’’ çıkışı ile başlayan sert politikaları arkasında farklı çıkarlar ve işbirliği olma ihtimali göz ardı edilemeyecek kadar aşikar. İsrail’in geçtiğimiz hafta Suriye hedeflerini vurması da bu olasılığı güçlendirmiştir.

Kesinlikle yanlış anlaşılmasın İmralı ve Oslo süreçlerine veya Türkiye’nin dış politikasına karşı değilim. İmralı içinse aksine geç kalınmış bir süreç olmakla birlikte, yetersiz ve cılız bir girişimdir. Fakat içeride hesaplaşılması gereken soğuk savaş yıllarından kalma NATO mahsulü olan bir derin yapı mevcudiyetini sürdürürken sağlıklı bir dış politika olması ihtimali hayalden öteye geçemeyecektir. Kararlar isabetli dahi olsa, sonuçlarının hüsran olması kaçınılamaz bir sondur. Suriye’ de süregelen zulümler tabi ki sonlandırılmalı fakat içeride yaşanmakta olan, var olduğu günden itibaren altın çağını yaşayan dikta rejimi ile hesaplaşılmadan yol alınması kurgudan öteye geçemez. Zira başbakan bir şeyler yapmak istiyor. Bir takım söylemlerde bulunuyor. Fakat icraat yok. Yani dünya konjonktüründeki değişimlerin dışında AKP iktidarı olarak henüz bir icraatları göze çarpmıyor. Hem de geçen 10 yıla rağmen.

Gelelim ekonomik yapıya. Geçen dönemle birlikte derin NATO Türkiye’ de dersine çok iyi çalıştı. Rant ekonomisini ve tefeci zihniyetini çok iyi bir şekilde zamana uyarladı. İMDB 80 binlerde, dolar ve avro kurları almış başını gibiyor. Altın derseniz Türkiye’ deki altın çağını yaşıyor. Yani bu durumu okumak hiçte o kadar zor değil. Para dışarıdan geliyor, değer kazanıyor ve geldiği yere geri dönüyor. Halkın cebinden eksilmek sureti ile bu kısır döngü devam etmekte ve edeceğe de benziyor.

Halk olarak bizler tepkisiziz. Bunun nedenlerini hepimizin bildiği konular. Fakat farkında değiliz. Zira olması gerekenler sanki bize lütfedilmiş. Ayrıca yukarıda belirtmiştim tefeci zihniyeti ile bir ekonomi politikası devam etmekte. İnsanlara TOKİ ve Mortgage (konut kredisi) sistemleri ile uzun yıllar borçlandırıyorlar. Borçlu insan borcu olan karşısında tedirgindir. Konuşamaz itiraz edemez. Bu psikolojiyi hepimiz iyi biliriz. Sonrası iş ranta kalıyor. Dağı tepeyi değerinin onlarca kat üzerinde bizlere satıyorlar. Sloganda belli kira öder gibi ev sahibi olun. Bende diyorum ki bu oyunlara gelmeyin diktanın kapital versiyonudur bu. Ha bir konu daha var TOKİ’ler de cemaatlere peşkeş çekiliyor. Kiralanması yasak olan yerlerin hepsinde kiracılar var. Kısacası ihtiyaç sahipleri yine mağdur. Ayrıca bundan 10 yıl önce bir devlet memuru aylığı ile kaş adet küçük altın alıyordu, şimdi kaç adet alabiliyor. Bir hesaplayın ve cebinizdeki eksilen para nereye gitti bir düşünün.

İşin özü, bu ülkede başörtüsü sorunu çözülmedikçe, bu ülkede Kürtler kendi dillerini konuşamadıkça, iş yerlerinin açılış ve kapanış saatleri devlet tekelinde olduğu sürece, bankalar ve faiz sistemi ayakta olduğu sürece, askerin militer ruhu devam ettiği sürece, yargıda keyfiyet ve hukuksuzluk var olduğu sürece, devlet şiddeti polis maharetiyle devam ettiği sürece, kimse vesayetin, diktanın bittiğini söylemesin. Vesayet el değiştirmiştir. Cumhuriyet tarihinde hiçbir dönemde bu kadar tavan yapmamış ve bu kadar cüretkar olmamıştır. Rabbim hepimize ecrini ihsan eylesin…

Bir sonraki yazımda AKP olmasaydı? Analizini yapacağım….