SAHİCİLİKLERİN başını alıp gittiği günümüz dünyasında ne kadar ıssız kaldık. Bir yanıyla başımız çok kalabalık, işlerimiz hep zamanımızı aşıyor diğer yanıyla ise ıpıssız durumdayız.
SAHİCİLİKLERİN başını alıp gittiği günümüz dünyasında ne kadar ıssız kaldık.
Bir yanıyla başımız çok kalabalık, işlerimiz hep zamanımızı aşıyor diğer yanıyla ise ıpıssız durumdayız.
Paradoksal bir durum mu? Evet.
Hüzün verici değil mi? Kesinlikle öyle.
Kimselere ayıracak zamanımız yok ama aynı zamanda çok yalnızız.
Sıcacık dostluklardan, tebessüm yüklü merhabalardan, içi dolu selamlaşmalardan ve güven veren tokalaşmalardan ırak düşmedik mi?
Bu ıssızlaşmanın tam da yüreğimize çöreklendiği anlamına gelmez mi?
Hakikatli rüyalar göremeyişimiz bununla ilintili değil mi?
'İyi ki bugüne uyandım ve iyi ki bu günü de bana Hakk ikram etti' demek yerine 'Yine mi sabah oldu, lanet olsun' anlayışının giderek artış gösteriyor olması ıssızlaşmanın kuyularına düştüğümüzün işaret fişeği değilse nedir?
…
ARTIK beraber kahve içemiyoruz dostlarımızla sosyal medya marifetiyle kahve fotoğrafları gönderiyoruz.
İşte size bir ıssızlaşma örneği daha.
Sosyal hesaplarımızdan paylaştığımız pek çok başka karelerde aslında tam bu ıssızlaşmanın orta noktasında olduğumuzu işaret ediyor.
Bize ayna olan sahici dostlarımızla muhabbetin kazanı daha iyi kaynasın diye ateşine odun atıyorsak cep telefonlarımıza zorunluluk dışında bakma ihtiyacımız olur mu hiç?
Elimizden hiç düşmeyen telefonlar, kendimizi onun ekranına sığdırmalar ıssızlığa hüküm giymiş olmamızdan kaynaklanmıyor mu?
Gönüllü bir mahkûmiyet değil midir bu durum?
Sürekli nerede olduğumuzu göstermek amacıyla yaptığımız öz çekimler yine bu mahkûmiyetin ipuçlarını fısıldamıyor mu bize?
Çok kalabalığız ama yine de ıssızız.
Sosyal medyanın her versiyonunda beş bin arkadaşım var ama her hareketimi göstermek isteyecek yakar etrafım tenha.
İşlerim çok yoğun, zamanım kısıtlı, iyi kazanıyorum, güzel de harcıyorum ama iki dostla bir duvar dibinde oturmaya fırsatım yok.
Diyeceğim o ki; çok ıssızız.
Can yakacak kadar, gönül daraltacak kadar, ciğer dağlayacak kadar hem de.
…
DEĞERLERİMİZ aşındı; ıssızlaştık.
Beğenilerimiz farklılaştı, ıssızlaştık.
Öfkelerimiz yer değiştirdi; ıssızlaştık.
Cesaret ettiklerimiz menfaatlerimiz oldu; ıssızlaştık.
Ellerimiz yetim başı okşamaz oldu, fukaranın haliyle hallenmez olduk; ıssızlaştık.
Aklımız cıfıt çarsına döndü ama biz ıssızlaştık.
Gözlerimiz dost gözüyle ışımaz oldu; ıssızlaştık.
Nelere ağladığımız karıştı bu nedenle yine ıssızlaştık.
Sevinmelerimiz ne vakit üzüleceğimiz hususlar için oldu, işte orada ıssızlaştık.
Sevgilerimiz fersiz, sevdalarımız közsüz, aşklarımız özverisiz oldu ve biz ıssızlaştık.
Ve bu ıssızlık yürek iklimlerimizi hep kışa çevirdi.
Üşüdük.
Ruh üşümeleri yaşadık…
Merhamet, şefkat, empati gibi değerler anlam dünyamızdan birer birer gidince biz hissedemez olduk artık.
Issızlığımıza bigane kalışımız bundan.
Kurak çöllerdeki susuzluğumuz, yüreğimizin Kerbela'ya dönmüş olması bundan…
…
ISSIZLAŞMAK izsiz kalmak biraz da…
Yolda kaybolmuş olduğumuzun göstergesi.
Ehem ile mühimin karıştırılmasının kaçınılmaz sonucu.
Yeniden muhabbet ocaklarını tüttürüp dumanı ile dostlara haber salmanın vakti geldi de geçiyor.
Artık sevdanın çerağı uyandırılmalı.
Nemli gözler neşe ile buluşturulmalı.
Ve…
Coşkuyla bağır basmalıyız.
Ya Selam!