ABD'de 5 Kasım’da yapılan başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi Donald Trump’ın seçilmiş olması, ABD’nin dünyadaki müttefikleri üzerinde büyük bir kaygıya yol açtı. ABD’nin düşman sınıfına koyduğu ülkeler ise bu zaferi ilk alkışlayanlar oldu.
İlk olarak Ukrayna açısından bakalım…
Seçim kampanyası yürüttüğü süre boyunca her fırsatta ABD’nin Ukrayna’ya vereceği askeri ve mali yardımı keseceğini söyleyen Trump’ın, Ocak’ta görevi resmen devraldıktan sonra dokunacağı ilk alan muhtemelen Ukrayna olacak. Hatta Alman basınında, ABD seçimleriyle alakalı yapılan yayınlarda Trump’ın yeniden başkan seçilmesinin Ukrayna açısından çok olumsuz bir tabloya yol açacağı yorumları yapılıyordu.
Trump büyük ihtimalle, Ocak ayında göreve gelir gelmez Ukrayna ve Rusya’yı ateşkese zorlayacak. Eğer ateşkes kabul edilirse Trump, Rusya’nın Şubat 2022’den bu yana Ukrayna’da işgal ettiği toprakların, Rusya’da kalması şartına destek verecek.
Bilindiği üzere Rusya Devlet Başkanı Putin, Ukrayna’nın NATO üyeliğini engellemeye çalışıyor. Trump da başkanlığı boyunca Putin’in bu talebine destek veren kişi olacaktır. Zira Trump’ın NATO’ya karşı düşmanca bir tutum içerisinde olduğu bilinen bir gerçek. Dolayısıyla bu gerçek, Trump başkanlığı kazandığından beri, Ukrayna ve müttefiklerinin üzerinde de kaygı ve baskı oluşturuyor.
Trump’ın Putin ile bir anlaşma imzalaması, Avrupalıların Ukrayna konusunda kendisini tehdit etmelerine ve anlaşmadan uzaklaşması için baskı kurmalarına yol açacaktır.
Orta Doğu açısından bakacak olursak…
Trump, geçmişte Suudi Arabistan ve İsrail’in en sadık dostlarından ve destekçilerinden biriydi. İran’a karşı hiçbir zaman Biden gibi destek vermedi ve dost saymadı. Hatta Biden’ı her fırsatta İran’a iltimas tanımakla ve destek vermekle suçladı. Bu nedenle İran’a karşı eskisinden daha sert bir tutum takınabilir. Bu da İran ile yıldızı hiçbir zaman barışmayan İsrail Başbakanı Netanyahu’yu oldukça memnun edecektir. Zira Trump ile Netanyahu’nun öncelikleri birbiriyle çok uyuşuyor.
Netanyahu, İran’ın desteklediği gruplar olan Hamas, Hizbullah ve Husileri yok etmeye ant içmiş durumda. Bunun yanında aralıksız olarak İran’ın bölgedeki gücünü zayıflatmak adına hamleler yapıyor.
Netanyahu, İran ve Filistin başta olmak üzere hiçbir saldırısını eleştirene ve durdurmak isteyene sessiz kalmıyor ve karşılıksız bırakmıyor. Hatırlarsanız, Gazze’deki saldırıyı yönetme biçimini eleştiren İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ı görevden almıştı. Bunu yapma nedeni bölgedeki çatışmaların devam etmesi için zemin hazırlamaktı.
Ayrıca Netanyahu, İran’ın İsrail’e yönelik olası bir saldırısına karşın Lübnan’daki savaşı genişletmek istiyor. Hatta yavaş yavaş İran’a karşı yıkıcı bir saldırı için hazırlanıyor.
Tüm bu nedenlerle Netanyahu, Trump’ın seçilmesinden büyük mutluluk duydu çünkü hedeflerini gerçekleştirmek için Trump başkanlığı Netanyahu’ya cesaret verecek.
Ukrayna’daki savaşta Rusya’nın en büyük destekçilerinden birinin İran olduğu ortada. Bu nedenle Trump sayesinde Netanyahu, Putin’e karşı İran kozunu kullanabilecek. Yani Trump, Ukrayna konusunda anlaşma sağlamak için pazarlık kozu olarak Netanyahu’yu İran’a karşı dizginlemeyi teklif edebilir.
Çin tarafından baktığımızda ise…
ABD’nin stratejik olarak en çok zorlandığı ve dış politikada en önemli gördüğü ülkelerden biri Çin. Ukrayna ve Orta Doğu tarafında birçok değişimin yaşanacağı kesin olsa da Çin ile ilişkiler muhtemelen süreklilik arz ederek devam edecek.
Biden yönetimi, Trump’ın ilk döneminde Çin ile ilişkilerinde benimsediği politikaların çoğunu değiştirmeden sürdürmüştü. Trump ise ikinci başkanlık döneminde bu politikaları ikiye katlayarak sürdürecektir.
Trump, Beyaz Saray’ın ithalat tarifelerini artıracaktır. Seçim kampanyasında, bu konuyu Çin’i hedef almak için kullanacağından, Çin’e belirli yaptırımlar uygulayacağından çokça bahsetmişti. Buna rağmen Trump’ın, Çin ile faydacılık temelinde anlaşmalara açık olması muhtemel görünüyor.
Trump, ilk başkanlık döneminde Kuzey Kore ile inişli çıkışlı bir ilişki içerisindeydi. Zaman zaman sınırları tehlikeli şekilde zorluyordu. 2017 yılında Kuzey Kore’nin kıtalararası balistik füze denemesine verdiği yanıt da bu tehlikeli çıkışlarından biriydi.
Kuzey Kore ile Trump’ın tek bir ortak yanı varsa bu da her ikisinin de öngörülemez olmasıdır. Trump, sırf Rusya ile ilişkilerini güçlendirmek ve anlaşma kapsamlarını geliştirebilmek için nükleer silahlı bir Kuzey Kore’yi bile kabul edebilir. Bu tamamen Trump’ın, Putin ile ilişkilerine bağlı görünüyor.
Putin, Kim Jong rejimi ile her geçen gün daha da yakınlaşıyor. Bu da Trump’ın, Putin ile anlaşma sağlayamadığı her an Kuzey Kore’ye sert hamleler yapma ihtimalini artırıyor. Kısaca diyebiliriz ki Trump’ın Kuzey Kore ile ilişkileri tamamen Rusya’nın, Trump yönetimi ile ilişkilerine bağlı…
Rusya ile Kuzey Kore arasında giderek gelişen iyi ilişkiler sadece ABD’yi değil Çin’i de rahatsız ediyor. Bu nedenle Trump, bu konuyu Çin ile bağları güçlendirmek için kullanabilir.