Netanyahu, Hamas Lideri Yahya Sinwar öldürüldükten sonra bir açıklama yaparak Hamas’ın teslim olması ve elindeki rehineleri serbest bırakması durumunda savaşın hemen sona ereceğini söyledi. Elbette bu vaadin yalan olduğunu Hamas’ın bildiği kadar biz de biliyoruz.

Aklıma Timur’un Sivas kuşatması geldi. Timur’un ‘kimsenin kanının dökülmeyeceğine dair’ verdiği söz üzerine Sivas teslim olmuştu. Timur ise şehre girer girmez müdafileri hendeklere doldurtup canlı canlı gömdürerek büyük bir katliam yapmış, şehri yakıp yıkmıştı.

Geçtiğimiz Kasım ayında, İsrail ile Hamas arasında insani ara anlaşması yapılmıştı. Ancak İsrail bu anlaşmaya uymayarak vurmaya devam etmişti. Hamas ise ikinci grup esirlerin serbest bırakmaktan vazgeçerek karşılık vermişti.

İsrail sadece Hamas’a karşı değil tüm dünyaya karşı saygısızlık ve hainlik yapan bir ülke. Hatırlarsanız 31 Mayıs 2010 tarihinde, Mavi Marmara isimli yardım filosuna İsrail askerleri tarafından saldırı gerçekleştirilmişti. Bu saldırıyla ilgili Türkiye, BM’ye bir rapor sunmuştu. Bu raporda, yardım gemilerinin, zorlayıcı bir engellemeyle karşılaşması durumunda rotasını Mısır’a çevireceği konusunda anlaşmaya varıldığı ancak İsrail’in bu anlaşmaya uymadığı açıklanmıştı.

İsrail, yapılan anlaşmaya rağmen yasalara aykırı biçimde, yardım konvoyuna uluslararası sularda saldırmaktan çekinmemişti. Bu olay bile başlı başına uluslararası camia açısından hukukun üstünlüğünün savunulması için bir sınavdı ancak uluslararası hukuk, bu sınavı da kaybetmişti. İsrail, geçmişte olduğu gibi bugün de hukukun üstündeymişçesine hareket etmeye devam ediyor.

Eğer İsrail’in tüm hukuk dışı uygulamalarını, anlaşmaya uymadığı tüm örnekleri, yaptığı hainlikleri tek tek yazmaya kalkarsam birkaç ciltlik kitap ortaya çıkar. Bu yüzden iki örnekle geçiştirmek zorundayım.

Asıl yargılanması gerekenler, İsrail’e bu yetkiyi veren Batılı devletler olmasına rağmen finansal ve teknolojik güç gibi uluslararası hukuk sistemi de ellerinde olduğundan ‘yaramaz çocuk’ İsrail’i durduracak hiçbir güç mevcut sistemde görünmüyor.

Dolayısıyla İsrail’in verdiği herhangi bir söze itimat edilmeyeceğini bugün çocuk yaştaki insanlar bile biliyor. Yarın, dünya basınında çıkacak haberler bugünden belli:

“Hamas, İsrail’in iyi niyetine rağmen katliam yapmaya devam ediyor”

“Hamas, İsrail’in barış teklifini reddetti çünkü onlar katil”

Ve daha niceleri…

Kesin olan tek şey var: Küreselcilerin oyuncağı İsrail’in tek bir sözüne bile güvenilmemeli.

Basında İsrail ve Hamas hakkında yazılan her haberi ayık şekilde okumak gerek. Algı yönetiminde dünyada bunlardan daha iyisini bulmak imkânsız. Sonsuz ve giderek haddi daha da aşan tüm pisliklerine rağmen dünya kamuoyundaki bu tepkisizlik ve uyuşmuşluk, ne kadar başarılı ilerlediklerinin kanıtıdır.

***

İki gün önce, Gazze’de İsrail tarafından bombalanan mülteci kampından gelen görüntülerde, yanarak can veren insanları izledik. Alevlerin ortasında çığlıklarla yardım bekleyen insanlar…

Buna rağmen ne bir protesto ne bir etkinlik ne sosyal medyada bir tepki, hiçbir şey görmedik. Takip ettiğim yüzlerce insan arasından üç beş kişi dışında paylaşım yapan olmadı. Filistin davasını sahiplenmek, ‘Arap seviciliği’ olarak algılanıyor.

Yahu, İsrail denen terör devleti her gün en korkunç şekillerde katliam yapıyor. İnsanları diri diri yakıyor, bebekleri öldürüyor, çocukları kaçırıp organlarını çalıyor, kadınlara ve erkeklere tecavüz ederek öldürüyor. Gerçekten buna tepki göstermek ırk meselesi mi yoksa insanlık ve vicdan meselesi mi?

Eylül ayında 750.000 kişi, Gazze’deki İsrailli rehinelerin serbest bırakılması için protesto yürüyüşü gerçekleştirdi. Bakınız, soykırımı durdurmak için değil, Yahudi rehineler serbest bırakılsın diye! İçinde yaşadığımız dünyayı ne hale getirdiklerini görün!

Soykırımı, katliamları durdurmak için savaşacak insan yok ancak herhangi bir protestoya her an müsait olan yüzbinlerce kişi hemen bir araya toplanabiliyor. Öldürülen, yakılan, hastane olmamasına rağmen ağır yaralı halde bırakılan on binlerce çocuk, bebek, İNSAN kimsenin umurunda değil. Böyle bir topluluğa her şey müstahak değil midir?

Netanyahu denen katilin, ekranlara çıkıp pişkin pişkin sözler vermesini hala samimi bulanlar var. Buna inanamıyorum. Kendimi ‘Ben Efsaneyim’ filmindeki başrol gibi hissetmeye başladım. Filmde, korkunç bir virüs her yere yayılır ve tüm insanlara bulaşır. Başrol (Will Smith), virüsün yayılmasına engel olamamış bir bilim adamıdır ve hayatta kalan tek kişidir. Çünkü kendi bedeni virüse bağışıklık kazanmıştır. New York, insan hayatından yoksun, boş ve ıssız bir hale gelmiş. Ortalıkta başrol dışında insan yok. Köpeği ile birlikte ıssız bir şehirde hayatta kalma mücadelesi veriyor. Kıyamet sonrası gibi bir yaşam…

Hissettiğim tam olarak bu… Sanki tüm insanlar ölmüş, yerlerini ruhsuz robotlar almış, konuşacak, halden anlayacak, zarar vermeyecek kimse kalmamış. Medya denen virüs, tüm insanlığın fıtratını değiştirmiş; katliamları, cinayetleri, tecavüzleri, çocuk ölümlerini, şiddeti, savaşları normalleştiren bir hale getirmiş. Duyguları, vicdanı, iradesi en önemlisi de aklı devre dışı kalmış bir insanlık. Sıranın kendisine geleceğinden habersiz, vurdumduymaz şekilde hayatına devam eden yeni kurbanlar olduklarını düşünemeden…

Tek yapmamız gereken uyanmak… Hepimizin geçmişten aşina olduğu, haksızlığa, baskıya karşı çıkmak için sıklıkla kullanılan bir eylem cümlesi var. Başlangıç noktası Nazi Almanyası olsa da bugüne uyarlamak için geç bile kaldık:

Zalimin karşısında susma! Sustukça, sıra sana gelecek!