MUHALEFET denildiğinde yörede akla ilk gelen onun ismi olurdu. Müzmin bir muhalifti. Muhalefetinin sınırı yoktu, ucu bucağı asla bulunamazdı. Meselenin çerçevesini nasıl oluyor da bu kadar genişletebildiğini anlamanın imkânı yoktu. Matematik bu hususta çaresiz, edebiyat suskundu. Kısacası havsalanın ihata etmesi ve aklın izah ederek kelimelere dizmesi hiç mümkün olamadı.
MUHALEFET denildiğinde yörede akla ilk gelen onun ismi olurdu.
Müzmin bir muhalifti.
Muhalefetinin sınırı yoktu, ucu bucağı asla bulunamazdı.
Meselenin çerçevesini nasıl oluyor da bu kadar genişletebildiğini anlamanın imkanı yoktu.
Matematik bu hususta çaresiz, edebiyat suskundu.
Kısacası havsalanın ihata etmesi ve aklın izah ederek kelimelere dizmesi hiç mümkün olamadı.
…
EĞLENCELİYDİ esasen.
Nüktesiz oturup kalktığı görülmemişti.
İsabeti yüksek göndermelerde bulunur, taşı gediğine ustaca koyar ve vakti geldiğinde gülleyi gönderirdi.
Samimiyeti karşı tarafın küsmesine, darılıp gitmesine, gönül koymasına, kurulan ruh köprüsünün hatrını ihlal etmesine müsaade etmezdi.
Çünkü samimiydi, içtenlikliydi ve imha etmek amacını değil inşa etme ülküsünü barındırırdı.
İsabet eden yer acırdı elbette ama kalbinde kasıt taşımadığına herkes tarafından tam bir itminan olmasından ötürü sineye bile isteye çekilirdi.
İstifade de edilirdi.
Bu eleştirilerden yüksek oranda yararlanılırdı.
Kayda değer bulunduğundan insanlarda değişime sebep olur hayırlı neticeler alınırdı.
…
BİR KERE bile bir şeye muvafık olduğu görülmemişti.
Size göre makul olan bir hususu hiç görmediğiniz bir yerinden yakalar ve önünüze bir mücrim gibi rahatlıkla oturturdu.
Kısacası bu onun yaşam stili haline gelmişti.
Yaptığı muhalefetten besleniyor, insanlarla asla hakarete varmayan ama düşünce dozu yüksek tartışmalar yapardı.
Maksat karşı tarafın şahsı olmadığından yenmek ve yenilmek kişiselleştirilmezdi.
Her şey güle oynaya olurdu.
…
ZAMAN zaman aramızda arkadaşlarla konuşur üzerinde fikir yürütmeye çalışırdık.
Bir türlü tam olarak çözemediğimiz için değişmeyen konumuz olmayı her vakit sürdürdü.
Hayat akıp gitti, biz de bu duruma alıştık.
…
BUGÜNDEN geriye baktığımda vaktiyle tam anlayamadığım kimi hususlar bir kevgirden süzülürcesine içime işlemiş.
Kendisine yer bulmuş.
Karışıklıklardan arınmış.
Fıtrat olarak muhalif bir yapım, cedelci bir tarzım, itiraz eden bir üslubum olmamasına karşın çok yararlanmışım.
Şimdi anlıyorum bunu.
Mesele sanırım hakikate malik olmakla ilgili.
Sunum ardından geliyor.
Bizler genellikle pazarlama kısmını öne çıkardığımızdan fena yanılıyoruz.
Çokça kırıp döküyoruz.
…
RAMAZAN'IN son haftasıydı.
Üsküdar'da vakti zamanında beraber muhabbetlerine devam ettiğim bir eski arkadaşımla beklemediğim bir akşamüstü karşılaştık.
Salaş bir çay ocağında çay ve tost ile iftar ettik.
Muhabbeti demledik, geçmişi eledik.
Doğal olarak söz dönüp dolaşıp bu yazıda anlatmaya çalıştığım kişiye geldi dayandı.
Tanımlayamamanın aczi içinde arkadaşıma 'Sen nasıl tarif ediyorsun rahmetliyi?' diye sordum.
'O, ters gerçekçiydi' dedi.
'Hay gönlüne bereket' dedim.
Benimde zihnime tam oturdu bu tanım.
Evet, o ters gerçekçi bir adamdı.
Hakikati tersinden söylüyordu.
Ancak içine asla yalan, riya, menfaat, bilgisizlik ve siyaset katmıyordu.
Bu tariften sonra gözümün önüne şimdi ikisi de rahmetli olan babam ile amcasının oğlu Recep emmi ile olan bitip tükenmeyen tartışmalı muhabbetleri geldi.
Dışarıdan tartışmaları duyanlar bunlar kanlı bıçaklı sanabilirdi ama tam tersine onlar her zaman sıkı dost idiler.
Biri olmadan diğeri yapamıyordu ama beraberken de tozu dumana bir güzel katıyorlardı.
Ama asla küsmüyorlardı.
Yalancı muhabbetten çok daha gerçekçi değil mi bu?
Göstermelik nezakete tercih edilmez mi?
Demem o ki, hayatımızda ters gerçekçi biri varsa geç kalmadan kıymetini bilelim.
Ya Selam!