1915 yılında Osmanlı Devleti, Kudüs’te Selahaddin Eyyûbî Külliye-i İslâmiyesi adıyla dikkat çekici bir eğitim kurumunu hayata geçirdi. Ancak bu kurum, sade bir okul olmaktan öteye geçen bir misyona sahipti. Osmanlı Devleti’nin siyasî, askerî ve sosyal projelerinin bir parçası olan bu külliye, aynı zamanda eğitim alanında köklü bir dönüşümün sembolü olarak tasarlanışmıştı. Prof. Dr. Kenan Ziya Taş “Osmanlının Son Cihan Projesi Kudüs Selahaddin Eyyubi Külliye-i İslamiyesi” kitabında okulun misyon ve vizyonunu anlattıktan sonra kuruluş amacını anlatan vesikayı da yayımlamıştır.

II. Meşrutiyet, Osmanlı Devleti’nin eğitim tarihinde dini eğitimle modern bilimleri harmanlama gayretlerinin yoğunlaştığı bir dönemdi. Bu dönemde anaokullarının kurulması, Tedrisat-ı İptidaiye Kanun-ı Muvakkatı’nın hazırlanması ve medreselerin modernleştirilmesi çalışmaları dikkat çekiyordu. 1 Ekim 1914 tarihli Islah-ı Medâris Nizamnamesi ile başlayan reformlar, medreseleri merkezi bir yapı altında toplamış ve hem İstanbul’daki hem de taşra’daki medreselerin yeniden yapılandırılmasını hedeflemişti.

Bu reformların önemli bir parçası olan “Beş Senelik Taşra Medârisi” modeli, geleneksel Osmanlı medreselerinin modernleştirilmiş bir şekliydi. Bu medreseler, hem dinî eğitimi hem de modern bilimleri bir arada sunarak ülkenin entelektüel ve siyasî geleceğine yön verecek liderler yetiştirmeyi amaçlıyordu. Medine’de açılması planlanan Medrese-i Külliye ile Kudüs’te hayata geçirilen Selahaddin Eyyûbî Külliye-i İslâmiyesi, bu kapsamda ortaya çıkan iki büyük projeydi.

Külliye, öncelikli olarak Osmanlı tebaası Müslümanlarının, özellikle de Arap toplumunun, birlik ve dayanışmasını sağlamayı hedefliyordu. Daha geniş bir perspektiften bakıldığında ise bütün dünya Müslümanları arasında birliği güçlendirme misyonunu üstlenmişti. Osmanlı Devleti’nin İttihad-ı İslâm politikasının eğitim alanındaki bir yansıması olan bu külliye, uluslararası niteliğiyla dikkat çekiyordu. Güney Afrika’dan Fas’a, Kazan’dan Hindistan’a ve Çin’e kadar geniş bir coğrafyadan öğrenci kabul ederek modern anlamda uluslararası ve çok kültürlü bir eğitim modeli sunuyordu.

Cumhuriyet döneminde Ankara Hukuk Fakültesi’nin kurucularından biri olacak olan Cemil Bey (Bilsel), külliyenin ilk müdürü olarak tayin edilmişti. Külliyenin misyonu, sadece bireysel eğitimle sınırlı kalmayıp, toplumun geleceğine yön verecek liderler yetiştirmekti. Arap gazeteci İhsan et-Tercümân’ın günlüğünde, külliyenin “Osmanlı Devleti’ne bağlı İslâmî bir hareketin fikrî temellerini desteklemek” amacıyla kurulduğu belirtilmiştir. Aynı zamanda bu kurum, Osmanlı Devleti’ni çok iyi bilen, yeni bir Müslüman aydınlar topluluğu oluşturmayı hedeflemişti.

Selahaddin Eyyûbî Külliye-i İslâmiyesi, çok yönlü bir eğitim anlayışına sahipti. Dinî ve ilmî alanlarda uzman yetiştirmek amacıyla tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi klasik ıslâmî ilimlerin yanı sıra batı hukuku, felsefe, psikoloji, sosyoloji gibi modern disiplinler de programda yer alıyordu. Külliye’nin bir diğer yenilikçi yönü, dil eğitimine verdiği önemdi. Her öğrenci, Türkçe ve Arapça dışında en az bir Doğu ve bir Batı dili öğrenerek mezun oluyordu. Almanca, Fransızca, İngilizce ve Rusça gibi dillerle Farsça, Urduca ve Tatarca arasından birini seçmek zorunluydu. Bu dil eğitimi, Osmanlı’nın çok kültürlü yapısının bir yansıması olmanın ötesinde, öğrencilerin uluslararası arenada etkin bireyler olmalarını amaçlıyordu.

Hasıl-ı kelâm. Selahaddin Eyyûbî Külliye-i İslâmiyesi, sadece Osmanlı eğitim sisteminin değil, aynı zamanda dünya eğitim tarihinin de dikkat çeken bir örneğiydi. Bu külliye vesilesi ile Kudüs ve Filistin de dünya Müslümanlarının gündeminde tutulacaktı. Ne yazık ki Selahaddin Eyyûbî Külliye-i İslâmiyesi, Osmanlı Devleti’nin bu bölgedeki hâkimiyetinin sona ermesiyle birlikte faaliyetlerini durdurmak zorunda kaldı. Ancak kısa ömürlü olmasına rağmen, bu kurumun eğitim alanında bıraktığı miras, Osmanlı’nın son döneminde uluslararası bir eğitim modeline duyulan ihtiyacın en güçlü kanıtlarından biri olarak hatırlanmaktadır.