Bir evvelki yazımızda kaldığımız yerden devam ediyoruz: Hatırlanacağı üzere M. İslamoğlu “Sen Kuran’ı anlayamazsın” diyenleri “İslam’ın Pavlus’u” olmakla suçluyordu.
Bir evvelki yazımızda kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Hatırlanacağı üzere M. İslamoğlu 'Sen Kuran'ı anlayamazsın' diyenleri 'İslam'ın Pavlus'u' olmakla suçluyordu.
I- TAHRİFATÇILAR KURAN'I ANLAMAK İÇİN GEREKLİ USUL VE METODA RİAYET ETMEZLER
Tahrifatçıların marazlarından biri de şudur ki, sözün işlerine yarayacak kısmını alır, gerisini duymazlıktan gelirler.
'Sen Kuran'ı anlayamazsın' diyen kişi acaba bununla neyi kastediyor; ondan bahsettiği yok. Çünkü niyeti üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek.
Hemen söyleyelim:
'Sen Kuran'ı anlayamazsın' diyen kişi bu sözüyle şayet,
'Sünnet ve hadisleri dışlayarak anlayamazsın'
'Tefsir ilmini bilmeden ve Tefsir Usulü şartlarına riayet etmeden anlayamazsın'
'Nakli esas almadan, rehbersiz akılla yoruma kalkarsan anlayamazsın' demek istemişse, bu söz elbette doğrudur ve gayet de yerindedir.
Âcizane biz de M. İslamoğlu başta olmak üzere bütün tahrifatçılara aynısını söylüyoruz:
Siz bu halinizle Kuran'ı anlayamazsınız.
Çünkü tefsirin usul, metod ve şartlarına riayet etmiyorsunuz. Resul-i Ekrem'in (s.a.v.), Kuran'ı anlamak için olmazsa olmaz şart olan hadislerini dışlıyorsunuz. Aklınızı naklin emrine vermiyor; Kuran'a felsefi bir bakışla bakıyorsunuz. Dahası birçok ayete muhalefet ediyor, Kuran hükümlerini inkara kalkışıyorsunuz.
Bu halinizle Kuran'ı zinhar anlayamazsınız. Çünkü Kuran'ı anlamak her şeyden evvel sahih iman ve doğru istikamet meselesidir.
Elbette ki Kuran anlaşılsın ve hükmünce amel edilsin diye gönderilmiştir. Ama onu anlamak için uyulması gereken kural ve kaideler vardır. Tefsir Usulü ilmi bu kural ve kaideleri anlatır. Bu ilmin ortaya koyduğu ölçüleri dışlayarak Kuran'a, İslam'a olan düşmanlıkları tescilli oryantalistlerin mantığıyla bakmak, Kuran'dan uzaklaşmaktan başka bir sonuç doğurmaz.
Nasıl ki bir eve kapısı anahtarla açılarak girilir; aynen öyle Kuran'ı anlamanın da kapısı ve anahtarı vardır. Resulüllah (s.a.v.) onun kapısı, Sünnet ve hadisleri de anahtarı gibidir.
Tahrifatçıları kast ederek söylüyorum: Hz. Peygamberi postacı konumuna sokup, onun Kuran'ı açıklama (tebyin) görevini inkar yahut göz ardı edenler Kuran'ı asla anlayamazlar. Keza Sünnet ve hadisleri dışlamanın zaruri neticesi olarak bidat ve dalalet yoluna sapanlar da Kuran'ı anlayamazlar.
M İslamoğlu üzerinden örnek verirsek, bir evvelki yazımızda geçtiği gibi Hz. Âdem'in (a.s.) topraktan yaratıldığını inkar etmesi, onun da babası olduğu hezeyanını savurması, ayet ve hadislerle sabit olan kaderi inkarı, keza mucizeleri inkarı, onun istikametten nasıl saptığını gösterir.
Bütün bu hezeyanlar Kuran'la çatışmaya girmek demektir. Kuran'la çatışmaya girenin akıbetinin ebedî felaket olduğunda ise şüphe yoktur. Hem böyle vahim bir felaketle karşı karşıya kalacaksın, hem de Kuran'ı anladığını iddia edeceksin… Ne yaman çelişki ve ne komik bir durum…
Hem şu da bir gerçektir ki, Kuran sapkın ve istikameti bozuk kişilere kendini kapatır, açmaz. Böyleleri ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar Kuran'ı anlayamazlar.
Kuran mahşerde hem şefaat eder, hem de davacı olur.
Şefaati, kendisine gereği gibi yaklaşıp, kemal-i edep içinde, tefsir ilminin kurallarına riayet ederek anlamaya çalışanlar ve hükmüyle amel edenleredir.
Davacı oldukları ise, yukarıda anlattığımız gibi Kuran'la çelişen, çatışan, onu nefsani heveslerine alet etmeye kalkanlardır.
Sahabeden Ebu Musa el- Eş'arî (r.a.) şöyle buyurmuştur:
'Kuran öyle bir şeydir ki, ona uyarsanız sizin için ecir, uymazsanız ağırlık ve yük olur. O halde ona uyunuz, o size uymasın. Zira Kuran, kendisine uyanları Cennete götürür, uymayanları da yüz üstü Cehenneme sürükler.' (Hilye, 1, 257.)
Nakli esas almadan, tefsir şartlarına riayet etmeden, imanlı ve ihlaslı bir gönülle yönelmeden Kuran hakkında yapılan ileri geri yorumlar, Kuran'ı saptırmaktan başka bir şey değildir.
Tarih boyunca yazılan bütün muteber tefsirler nakli esas almışlardır. Tefsir rivayetlerini toplayıp yazıya geçiren ve bize ulaşmasını sağlayan en temel eser olan 30 ciltlik Taberi Tefsiri bunun en güzel örneğidir.
Esasen dirayet tefsirleri bile nakle dayanır. Buna en güzel misal de F. Razi Tefsiridir. Bu tefsirde konuların izahında hep Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Sahabe'den nakiller verilmekte, dirayet bu ölçüler çerçevesinde ortaya konmaktadır.
Tarih boyunca hiçbir güzide müfessir, nakilden bağımsız olarak kendi arzu ve isteği doğrultusunda bir yoruma kalkışmamıştır.
Son zamanlarda buna tevessül edenlerin yaptığı, İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey değildir. Onun için nebevi kaynaktan gelmeyen hezeyanlar tefsir kabul edilemez.
Kuran'ı, tefsir şartlarına riayet etmeden anlayıp anlatmaya kalkmak 'Kuran'ı kendi reyiyle tefsir' diye adlandırılır. Hadis-i şerifte bunu yapanlar şöyle tehdit edilmiştir:
'Kim Kuran'ı kendi reyiyle tefsire kalkışırsa ateşteki yerine hazırlansın.' (Tirmizi, Tefsir 1.)
Meselenin mahiyetini bilmeyen kardeşlerimiz bazen soruyor. Diyorlar ki 'Yahu bu adamlar Kuran'ı biliyorlar; ilimleri var; peki nasıl oluyor da Kuran'ı böyle saptırıp insanların inançlarının bozulmasına sebep olabiliyorlar?'
Bu sorunun cevabını Casiye: 23'te buluyoruz. Ayet-i kerime mealen şöyledir:
'Nefsinin arzusunu ilah edinen, bilgisi olduğu halde Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hala düşünüp ibret almayacak mısınız?'
Görüldüğü üzere ayet-i kerimede böylelerinin 'ilimlerinin olduğu' ifade ediliyor. Bunlar ilimleri olmadığı için değil, bilakis ilimlerini nefsani arzuları istikametinde kullandıkları için 'bir ilim üzere' sapıyorlar.
İşte bu hal, ilmi heva ve heves istikametinde istismar etmenin sebep olduğu vahim durumdur.
Demek ki Kuran'ı anlamak için önce sahih iman, Allah korkusu, takva, ilimle amel etmek ve amelde de ihlas sahibi olmak gerekir. İşte Kuran ancak bunu yapanlara açılır ve Kuran'ın tarif ettiği nurlu yolu ancak onlar görürler.
II- KURAN'I ANLAMANIN İKİ YOLU
Söz buraya gelmişken Kuran'ı doğru anlamanın başlıca iki yönü olduğuna da dikkat çekmek isteriz:
Birincisi buraya kadar anlattığımız Tefsir Usulü ilminin şartlarını taşıyan 'ilmî yol'dur.
İkincisi ise 'kalbî idrak yolu'dur. Ki buna ilm-i vehbî denir. İmam Gazali buna 'Rabbani öğretim' adını verir. Bu yol; iman, ihlas ve teslimiyetten sonra Allahu Teala'nın kalbe indirdiği bir nurla hakikatlerin idrak edilmesidir.
Kuran lafız ve mana olarak Allah kelamı olduğundan, onun hakiki manasını ancak Allah bilir. Ondan sonra Kuran'ın gerçek müfessiri, onun kendisine vahyedildiği Resulüllahtır (s.a.v.). Çünkü yukarıda da geçtiği gibi Resulüllahın (s.a.v.) Kuran'ı tebliğin yanı sıra tebyin görevi de ayetlerle sabittir. O, bu görevini vahyin bir şekli olan vahy-i gayrı metlüvv ile yerine getirmiştir. Bu da Sünnet ve hadis olarak ortaya çıkmaktadır.
Kuran'ı anlamak aslında bir 'kalbî idrak' meselesidir. Kalbî idrakte akıl, kalple bütünleşerek 'ulu'l elbab' adını alır.
Kalbe Allah'ın nurunun inmesi, Kuranî ifadesiyle 'kalbin İslam'a açılması' Kuran'ı anlamanın en etkili ve en kalıcı yoludur. Kalbin İslam'a açılması şu ayetlerde anlatılır:
'Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir.' (En'am: 125.)
'Allah'ın, göğsünü İslam'a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir? Allah'ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay haline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler.' (Zümer: 22.)
Kuran'daki mana ve hikmetlerin kavranması; onda şek ve şüphenin olmadığının anlaşılması, ancak takvaya ermekle mümkündür. Şu ayetler bu gerçeği anlatır:
'Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Takva sahipleri için bir hidayettir.' (Bakara: 2.)
'Bu (Kuran), insanlar için bir açıklama, takva sahipleri için ise bir hidayet ve bir nasihattir.' (Âl-i İmran: 138.)
Kuran'ın kalbî bir idrakle, iman ve ihlas nuruyla anlaşılacağına işaret eden birçok ayet-i kerime vardır. Bunların tefsirlerdeki izahına giremeyeceğimizden, sadece bir kaçının mealini aktarmakla yetineceğiz.
Ki bu ayetler İmam Gazali'nin İhyasında (3. Ciltte) iman eden, takva sahibi olan kişilerin Rabbanî öğretimle ilim ve hikmeti kavrayacaklarını anlatan te zikredilmektedir.
'…Allah'a karşı gelmekten sakının ve (Onu) dinleyin. Allah, fasık toplumu doğruya iletmez.' (Maide: 108.)
'…Allah'a karşı gelmekten sakının. Allah, size öğretiyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.' (Bakara: 282.)
'Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza hidayet edeceğiz. Şüphesiz Allah, mutlaka Muhsinlerle (iyilik yapanlarla) beraberdir.' (Ankebut: 69.)
'Rabbinin huzurunda (hesap vermekten) korkan ve nefsine kötü arzuları yasaklayana gelince, onun varacağı yer şüphe yok ki cennetin ta kendisidir.' (Naziat: 40 – 41.)
'Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu açar. Onu beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah'a tevekkül ederse, O kendisine yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah, her şeye bir ölçü koymuştur.' (Talak: 2 – 3.)
'Ey iman edenler! Eğer Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız o size Furkan (iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış) verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf sahibidir.' (Enfal: 29.)
Bu ayetlerdeki temel mesaj, kişinin nefsine muhalefet ederek, onu tezkiye ve terbiye ederek takvayı elde ettiğinde ulaşacağı hidayet, nur ve idraktir.
Kuran'da heva ve hevesini öne çıkaran, aklını adeta putlaştıran kimselerin düştükleri hidayet mahrumiyeti de anlatılır. Yine sadece ilgili ayetlerin meallerini vermekle yetinelim:
'Dileseydik o ayetlerle onu elbette yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp solur.' (A'raf: 176.)
'Hayır, hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları (kötülükler) kalplerini paslandırmıştır.' (Mutaffifin: 14.)
'O halde bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka arzusu olmayan kişilerden sen de yüz çevir. İşte bildikleri bu kadar. Şüphesiz kendi yolundan sapanı en iyi bilen Rabbindir, doğru yolu bulanı da en iyi bilen O'dur.' (Necm: 29 – 30.)
'…Gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur.' (Hac: 46.)
'Kim bu dünyada körlük ettiyse ahirette de kördür, yolunu daha da şaşırmıştır.' (İsra: 72.)
Görüldüğü üzere nefsini öne çıkarıp, vahiy ve naklin yerine kendi aklını koyanlar, bu şekilde bir nasipsizlikle cezalandırılırlar. Allah kimseyi bu duruma düşürmesin.
Tahrifatçıların da düştükleri bu badireden çıkmaları ve istikamete dönmeleri dua ve temennimizdir. Ama eğer hidayetten yana nasipleri yoksa Allah bunların şerrinden ümmet-i Muhammedi halas eylesin.