SUÇU yok akan derenin… Sen ondan kenar dolaşıyorsun. Yaklaşmıyorsun. O dinlendirici muhteşem sesinin âhengine kalbini tutmuyorsun. Oysa o, duyan kulaklara en güzel senfonisini ikrâm ediyor.

SUÇU yok akan derenin…

Sen ondan kenar dolaşıyorsun.

Yaklaşmıyorsun.

O dinlendirici muhteşem sesinin ahengine kalbini tutmuyorsun.

Oysa o, duyan kulaklara en güzel senfonisini ikram ediyor.

Geçtiği yerleri yeşertiyor.

Besliyor.

Suçu yok akan derenin…

SUÇU yok aşk ırmağının…

Senin buna yeteneğin zayıf.

Geliştirmeye de hiç mi hiç niyetlenmiyorsun.

Aşk ırmağının kıyısına küçük bir tas ile gelinir mi hiç?

Bu insanın ruhunu doyurup kanatlandırır mı?

Sen büyüte büyüte kabını ancak bir maşrapa seviyesine çıkarabildin ancak.

Aşk ırmağı bir maşrapaya sığar mı?

Sonra da suçlamaya başlıyorsun 'Aşk bana yar olmadı' diyerek.

Suçu yok aşk ırmağının…

SUÇU yok bir oraya bir buraya sekip duran serçenin…

Suçu yok engin göklerin derinliğine bir yükselip bir inen kuşların.

Suçu yok süzüle süzüle maviliklere bağrını açan martıların.

'Onlar uçuyorlar bense bu zemine çakılı kaldım' demen yersiz.

Anlamsız.

Ve yararsız.

Kanatların var mı senin?

Ve onları açmayı denedin mi hiç?

Benlikten yana tüm ağırlıklarını bulunduğun yere bırakıp hafiflemeyi en son ne zaman düşünmüştün?

Ne vakit denemiştin?

Onların vermeye çalıştığı dersi almayı düşünmedin hiç…

Kendini hep beğendin, gereğinden fazla önemsedin…

Ve ağırlaştıkça ağırlaştın.

Hantallaştın.

Şimdi de kabahati onlara mı buluyorsun?

Suçu yok uçan kuşların…

SUÇU yok her sabah hiç şaşırmadan, vazifesini ihmal etmeden doğan güneşin.

O hem ışıtmaya hem ısıtmaya devam ediyor.

Sen ışık geçirmez kalın perdelerini çekip karanlık bir izbeye çekildin.

Sindin.

Gözünü yumdun.

Güneş ısıtmıyor diye yakınmaya hakkın var mı? Beni aydınlatmıyor diye söylenmen çözüm getirir mi?

Çık ortaya.

Silkin.

Ve üşüyen ruhunu ısıt…

Suçu yok her sabah senin için doğan güneşin…

SUÇU yok yıldızların…

Onlar her an sevdayı demliyorlar muhabbetten anlayan yüreklere.

Durmadan söyleşiyorlar aşktan yana.

Sen başını bile kaldırmıyorsun. Bir selam vermeyi bile esirgiyorsun onlardan.

Oysa onlar geceyi sabaha ilikleyene kadar aşk lügatından heceler atıyorlar eteklerimize, avuçlarımıza.

İnan bana onlar kabahatli değil.

Daha ne kadar öfkelenecek, sorumluğunu üstlenmeyecek ve başkalarını suçlayıp duracaksın?

Suçu yok türkülerin, şarkıların…

Suçu yok kıyıyı döven denizlerin…

Suçu yok ummana açılan gemilerin…

Suçu yok dörtnala yare varmaya çalışan küheylanların…

Suçu yok göz aydınlığı tebessümlerle sahibine merhaba diyen ebru teknelerinin…

Suçu yok tenhalarda açıp sahibini bekleyen papatyaların…

Suçu yok bağrını gülün dikenine isabet ettirip döşünü kanatan bülbüllerin…

Suçu yok bir ney'in içinde dönüp dolaşarak muhteşem seslere dönüşen nefeslerin…

Suçu yok ressamın fırçasından tuvale kendini atan renklerin…

Suçu yok…

Suçu yok yalnızlığın.

Sen onun kaftanına sığınıp saklanıyor ardından ona mı yükleniyorsun fütursuzca?

Suç bizde, kabahat bize ait, kusur bizim düşüncelerimizin kısırlığında, tutumlarımızda, davranışlarımızda.

Suçu başkalarında aramak yetişir artık…

Ya Selam!