DELİ DOLU bir hayatı vardı. Feneri nerede söndürdüğü bilinmezdi. Bazen bir parkta kimi vakit bir duvar dibinde yazları ise sahilde bir kayığın içinde uyandığı olurdu.

DELİ DOLU bir hayatı vardı.

Feneri nerede söndürdüğü bilinmezdi. Bazen bir parkta kimi vakit bir duvar dibinde yazları ise sahilde bir kayığın içinde uyandığı olurdu.

Neden bir yurt yuva edinmediği, böyle bir hayatı tercih ettiği sorulduğunda hiç tereddüt etmeden 'Ben rint meşrep bir ademoğluyum. Sizler gibi kayda kuyuda gelemem. Özgürlüğüm kimliğimdir' şeklinde cevap verirdi.

Bu artık bilinen bir durum haline geldiğinden kimse gerçekten bir sorgulamaya tabi tutmaz bir iki takılmayla konular başka yöne kayıp giderdi.

Herkes onu saf görürdü ama aslında öyle değildi. Hepimizden uyanıktı.

Dışarıdan fark ettirmese bile içten içe ciddi sorgulamalar yapar kendisini, çevresini ve hayatı tahlil ederdi.

UZAK bir semtte bir Cuma namazında rastlamıştım uzun bir zamandan sonra.

Kendisini fark ettirmeden saf değiştirmek istemişti ama göz hapsine aldığımdan buna fırsat bulamamış çıkışta caminin çay ocağında oturmuş iki lafın belini keyifle kırmıştık.

Meğer bizim deli oğlan beş vakit ehl-i salat imiş. Namazını hiç kaçırmaz vakti vaktine kazaya bırakmadan ikame edermiş.

MEĞER gördüğümüze takılıp göremediğimiz ne çok şey varmış.

Gördüklerimizi yaşamın bütünü sayma gafletimiz aslında bize pahalıya mal oluyormuş.

İnsanları peşin hükümle bir çerçeveye almak ve o çerçeveyi hiçbir şartta değiştirmeye razı olmamak büyük yanılgı.

İnsan kendi görüşlerinden nasıl oluyor da bu kadar emin olabiliyor?

Nasıl oluyor da fikirlerini mutlak hakikat gibi konumlandırıyor?

Nasıl oluyor da benim bildiğim ya da bana söylenenler değişmez gerçeklerdir diyebiliyor?

Veriye yani vahye dayalı olmadığı halde nasıl bu kadar kendini bağlayabiliyor temelsiz söylemlere?

Anlaması güç gerçekten…

BU düşüncelerimi dile getirdiğimde o rint meşrep arkadaşım 'İmanımız ne yazık ki sazan sarmalında' demişti. O güne kadar böyle bir cümle hiç duymamıştım.

'Ne demek bu şimdi?' diye üsteleyince anlattı.

'Tezgaha geliyoruz mirim, tezgaha, ütülüyoruz' dedi.

İMANIMIZ sazan sarmalında ona göre…

Profesyonel bir dolandırıcılıkla, üçgenle karşı karşıyayız.

İşleri birbirine dolaştıran, aklımızla kalbimizi kavga ettiren bu.

Bütünlüğümüzü bozup bir nevi şizofrenik bölünmeye sebebiyet veren yaklaşımlar bunlar.

Kanıta dayalı ilahî vahiy ile beşerin zihninden ürettiği ve bize şaşmaz veri olarak sunduğu yalanlar ile kıskaca alınmış durumdayız.

Ne yazık ki…

TEZGÂH nasıl işliyor peki?

Birileri birilerini önce kendine inandırıyor. Mutlak otorite olduğuna ikna ediyor. Gizemli bir atmosfer oluşturuyor. Burada bir mest olma durumu gerçekleşiyor. Kendisine gizli ilimlerin verildiğine inandırıyor. Bu kapıda olanların nasipli olduğu, seçildikleri bu sebeple kıymetinin bilinmesi gerektiği özenle ve sık sık ifade ediliyor. Kurtulmuş oldukları değişik vesilelerle işleniyor. Misafir ettikleri kendisi gibi ileri gelenlerden görülenler de bu konuyu ele alıp gelenlere ne kadar önemli oldukları söylenerek değerli hissettiriliyor.

Sonra bu söylemlere inandırılanlar aynı şeyleri yapmaya başlıyorlar ve arayış içinde olan, hayatın sillesini yemiş, duygusal girdaplara sürüklenmiş olan kurbanlar sohbet, muhabbet denilerek getiriliyorlar.

Bu gelen kişiler öven ve övülen iki taraf arasında üçüncü kişi olarak makasa alınıyor ve onların kişiliklerine, zaaflarına ve ihtiyaçlarına göre duymak isteyecekleri şeyler belirlenmiş bir akışa göre işleniyor.

Yani sazan sarmala alınıyor.

Adım adım Kur'an'ın gerçeklerinden yine ona aitmiş gibi gösterilen söylemlerle koparılıyor.

Başkalarına ait kitapların okunması yasaklanıyor. Başkalarını dinlememesi öğütleniyor.

Burada duyduklarını belli bir seviyeye gelene ve izin verilene kadar başkalarıyla paylaşmaması tembih ediliyor.

Ve…

Özellikle anlayamayacağı için Kur'an-ı Kerim okumaması ve kendilerinin söylediklerinden şaşmaması salık veriliyor.

ŞİMDİ gel de bizim rint meşrep ağabeye kulak verme.

Yıllarca içinde debelenip durduğumuz ve imanımızı kaptırdığımız sistemi çok önceden çözmüş.

Biz ise onun haline bakıp kendimizi ondan üstün saymışız.

Ne gaflet!

Ya selam.