“ÖNCE halleşelim sonra helalleşelim.” Kimi görse isminin önüne yüksek sesle “Hele” ekler ve ardından mutat olarak bu cümleyi kurardı.
Mıknatıslı bir seslenişi vardı.
Değil insanlar, bu kalbi coşkudan coşkuya salan çağrısına istese kurtlar ve kuşlar bile gelebilirdi.
Öyle içten, öyle gönülden ve öyle sıcacık çağırırdı ki, direnmek fermana mahsustu.
Kabullenen bir yapısı vardı kişileri.
Kim neyse, öyle.
Ne küçültüp mahcup eder ne de gereksiz büyüterek ona fazladan yük yüklerdi.
O, hafif yaşamayı severdi.
Borçlandırmazdı.
Minnet duyulacak hiçbir tavır içinde olmaz eşitler arasındaki sıkı muhabbete çevirirdi sohbeti.
…
SAKLISI yoktu.
İkinci bir ajandası bulunmazdı.
Şimdilerde pek kalmadı ya, işin başı nasılsa sonu da öyle olurdu.
Önü, ardı farklı insanlardan değildi yani.
Sizinle konuşurken “Bakalım bu işin sonu nereye varacak?” korkusu kaplamazdı içinizi.
Eğer birine şeffaf denilecekse bu onun hakkıydı.
Bunca zaman oturup kalkarız, laf çeviririz, sözü söze ularız, ipe kelam dizeriz amma sonu sürpriz bir
mahcubiyetle hiç neticelenmedi.
Ancak yine de ayrılırken “Madem halleştik o zaman helalleşelim de” derdi.
…
ÖNCELERİ anlamazdım
Aklım ermezdi.
Gereksiz bir rutin olarak görüp önemsemezdim.
Ancak sonradan kafama dank etti.
Çözdüm meseleyi ama bu duruma bir isim bulmak istedim, nereden icap ettiyse artık.
İnsanız işte, hepimizin belli hassasiyetleri, farklı minik takıntıları oluyor işte.
Sonunda konunun “Rıza üzere yaşamak” olduğuna kâni oldum.
…
GEÇENLERDE yokuş aşağı kendi derunumda kaptırmış gidiyordum.
Yanda iki sandalyeli kırık dökük eski bir köftecide oturuyordu, fark etmemişim.
Arkamdan seslendi: “Hele İmanım bakele!”
Baktım ve gördüm. İşmar etti, gittim.
Elimden tuttu, diğer sandalyeyi işaret ederek oturmamı istedi ve ardından o meşhur cümlesini söyledi
yine: “Önce halleşelim sonra helalleşelim.”
…
BEN ona döküldüm, o bana.
İnsan başı sıkı sıkıya kapatılmış bir küp misali ki, açmaya gör.
Ne önü var ne sonu.
Kişi kendisi şaşırıyor kendisine.
“Ben ne ara bu kadar stres, dert, tasa, keder, vehim ve korku biriktirdim” diye şaşakalıyorsun.
Sadece bunlar mı, hayır.
Sevinç, neşe, coşku, umut ve hayaller…
Demem o ki, karıştıkça karıştık.
Külümüzü göğe savurduk.
İyi de ettik.
Ehlini bulursanız siz de yapın.
…
HALLEŞME tek taraflı değil, karşılıklı oluyor.
Ondan bir ilmek çekilince senden de bir ilmek salıyor kendisini.
Alıştığımız monologlara hiç benzemiyor.
Nefsi zıplatıp karşı koyma girişimlerine sebep olacak nasihat edası barındırmıyor.
Yaranın yaraya değmesi gibi…
Dahası canın cana değmesi…
Kalbin kalbi hissetmesi…
Ortak vuruş, beraber hissediş, birlikte coşma, aynı anda ağlama gibi hususları içeriyor bağrında.
Helalleşme zaten hepimizin malûmu. Onu ayrıca dillendirmeye lüzum yok.
Demem o ki, önce hâlimize ârif olmalıyız.
Ki, halleşmeyi öğrenebilelim. Ardından birbirimize doğan hukukumuzun bilincine erelim.
Sonrası zaten kendiliğinden sökün edip geliyor.
Ya Selâm!