BİR ziyaret sırasında tanıdım kendisini. Bakır işiyle uğraşırmış. Zanaatkar imiş. Alanında önemli buluşları olduğu, çok zahmetli işlerin altından kolaylıkla kalktığı, zoru kolayladığı söylenirmiş hep.
BİR ziyaret sırasında tanıdım kendisini.
Bakır işiyle uğraşırmış. Zanaatkar imiş.
Alanında önemli buluşları olduğu, çok zahmetli işlerin altından kolaylıkla kalktığı, zoru kolayladığı söylenirmiş hep.
Hele gençliğinde cevval mi cevvalmiş.
Attığını vurur, tuttuğunu koparırmış.
Söze de kolay dönermiş dili. İkna ediciymiş. Husumeti olan aileler için genellikle kendisinden yardım istenirmiş. Kimseyi incitmeden ortayı suhuletle bulur sıkılı yumruklar tokalaşır, öfkeden irileşmiş gözler sevgi enerjisini salmaya başlarmış.
Kendisine hürmet göstermeyen, söylediğine itibar etmeyen kimse yokmuş.
Zamanla bir nevi kanaat önderi haline gelmiş kısacası.
…
BUNCA yaşına rağmen kimseye muhtaç olmadan yaşaması, yük olmaması, akli melekelerini koruması, kapısına danışmak için gelenlerin eksik olmaması vaktiyle aldığı duaların bereketinden olduğuna inanılırmış.
Bende inandım.
Duyduklarım kalbimi tatmin etti.
Şüpheye düşürecek bir ayrıntı bulamadım bir tek husustan başka.
…
ANADOLU güzel insanlar harmanı.
İyilik düşünüp iyilik bulanların yurdu.
Adı o zamanlar bilinmese bile empatinin hüküm sürdüğü diyar olmuş.
Başkasının derdiyle hemdert olanların kendi dertlerini de Rabbimiz gidermiş demek ki…
Ne mutlu.
…
SÖZÜN çerağı yandığı zaman hemen ışığının altına girerim. Kalbimin sandığını açarım ardına kadar.
Ki, ne varsa alabileyim.
Yine öyle oldu.
Ücra bir kasabanın eğri büğrü yollarından zahmetle ulaşılabilen bu köyüne iyi ki gelmişim.
Kuzenim burada öğretmen olmasa elbette böyle bir fırsatım olmayacaktı.
Üstümüzü örten üzüm asmasının altında ne kadar vakit geçirdik bilmiyorum zira saate bakmayı ayıp saydık.
İyi de ettik.
…
GECE boyunca muhabbetin arasına sıkıştırdığı 'Ben ne söylediysem denize karşı söyledim' sözü takılmıştı zihnime. Kuzenime daha önce nerede yaşadığını sordum ve aldığım cevaba şaşırdım, zira gençliğinde hiç kasabanın dışında yaşamamış, işlerden elini eteğini çekince de köyüne geri dönmüş.
Düz taban olması sebebiyle askerlikten muaf olduğundan bu söylediğinin yani deniz görmüş olmasının fiziken doğru olması mümkün değildi.
Resmen içim içimi yedi, neden sormadım diye.
Peki, ama durumu bilmelerine rağmen diğer dinleyenler neden itiraz etmiyordu?
Neden sen ne vakit denizi bulunan bir şehre gittin ki demiyorlardı?
Şaştım kaldım doğrusu.
…
SABAH ilk işim bakırcı amcayı selamlamak oldu.
Söz mihveri üstümüzde dolandı durdu.
Muhabbetin yumağı açıldıkça açıldı, inci mercan saçıldı adeta.
Kendimi o kadar kaptırmıştım ki, soru sormak hiç aklıma gelmemişti. Üstelik aynı cümleyi yeniden defalarca duymuş olmama rağmen.
Söz sükûnet bulup ortalık biraz sakinleşince merhum Mihriban Türküsü'nün şairi Abdurrahim Karakoç'un 'Anadolu'da Bahar' şiirinin son dizelerini okumaya başladım.
'Çıkıp baksan Çamlıca'nın başına / İki kıt'a bir boğazda aşina...
Karakoç'um, gel, yorulma boşuna / İstanbul'u tarif etmek zor şimdi.'
Ne ima ettiğimi hemen anlamıştı. Bir süre yüzüme dikkatlice baktıktan sonra 'Sen denizi merak ettin hemi' dedi. Başımı öne eğerek tasdik ettim.
'Evladım, insanın kalbi denizlerden öte bir denizdir. Ummandan öte ummandır' dedi.
Utanmıştım.
'Ben şu yaşıma kadar hep o kalp denizine karşı söyledim sözlerimi. Onun durgun ve dalgalı hallerini hesap ettim. Kimsenin denizini incitmedim. Merak ettiğin buysa sözlerim bu sebeple insanlar tarafından kabul gördü' diyerek tamamladı sözlerini.
Amacıma ulaşmış ve mutlu olmuştum.
İnşallah bizlerde bu bilinçle söyleriz birbirimize sözlerimizi.
Ve o kalp denizini hiç incitmeyiz.
Ya Selam!