İslam’a yönelik tahrifat ve reform girişimleri son yarım asırdan beri bütün Müslümanların ve hususen de milletimizin maruz kaldığı en korkunç felaketlerden biridir. Bu çerçevede İslam akaidini temelden ihlal eden en büyük entrika da, Vatikan’ın başlattığı dinlerarası diyalog ve hoşgörü projesidir.
İslam'a yönelik tahrifat ve reform girişimleri son yarım asırdan beri bütün Müslümanların ve hususen de milletimizin maruz kaldığı en korkunç felaketlerden biridir. Bu çerçevede İslam akaidini temelden ihlal eden en büyük entrika da, Vatikan'ın başlattığı dinlerarası diyalog ve hoşgörü projesidir.
Dinlerarası diyalog bir akaid cinayetidir, Kuran'ı ve İslam akaidini tahrif eden, tarihin en tehlikeli sapkınlıklarından biridir. Fakat ne hazindir ki kendinde İslam adına konuşma yetkisi gören birçok ilahiyatçı bu sapkınlığa duçar olmuştur. İslamî bir alt yapısı olmadan onları dinleyen yine pek çok insan da bu felakete kapılmış vaziyettedir.
Dinlerarası diyalog meselesi İslam dünyasında sanki 'iki insanın karşılıklı konuşması' gibi anlaşılmış, anlatılmış ve bu konunun tehlikeli mahiyeti halkımıza yeterli şekilde izah edilmemiştir.
Bu sebeple meseleyi 'diyalogda çekinecek ya da karşı çıkacak ne var ki…' gibi bir yaklaşımla hafife alanlar olduğu gibi, diyalogu İslam'ı tebliğ etmek için bir fırsat gibi görüp gösterenler bile olabilmektedir.
Halbuki 'dinlerarası diyalog' tabirindeki diyalog kelimesi, Türkçede 'karşılıklı konuşma' anlamındaki diyalog değildir. Dinlerarası diyalogun ne olduğunu öğrenmek isteyen, Vatikan kaynak ve yetkililerinin ona yüklediği manaya bakmak zorundadır.
- Paul'ün 1991 yılında ilan ettiği Redemptoris Missio (Kurtarıcı Misyon) isimli genelgesinde aynen şöyle söylemiştir:
'Dinlerarası diyalog, Kilise'nin bütün insanları Kilise'ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır... Bu misyon aslında Mesih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir.'
1964 yılında 2. Vatikan Konsilinde kurulan 'Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası'nın 1973 yılında, sekreterlik görevine getirilen Pietro Rossano da, Sekreterya'nın yayın organı Bulletin'deki bir yazısında şunları ifade etmiştir:
'Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil'i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilise'nin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih'in sevgisini ve Mesih'in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilise'nin İncil'i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır.'
Dinlerarası diyalog işte bu beyanlar esas alınarak tahlil edilmelidir.
Buna göre Vatikan'ın diyaloga yüklediği anlam, diğer din mensuplarını Hıristiyanlaştırmak için bir yöntem olmasından ibarettir.
Meseleye İslam açısından baktığımız zaman açık ve net söyleyebiliriz ki İslam tek ve yegane hak din olarak, hiçbir muharref veya beşerî dinle diyalogu kabul etmez. Böyle bir diyalog, İslam'ın ilahî, yani Allah'ın vaz'ettiği ve bozulmadan kalan tek din olma vasfına aykırıdır. Hakla batılın diyalogu ya da ortak noktada buluşması, ne dinen, ne ilmen ve ne de aklen mümkün değildir.
Mesela İslam akaidi temelde 'tevhid'e, yani Allah'ın birliği esasına dayanırken, Hıristiyanlıkta teslis, Yahudilikte de yine şirke düşmek söz konusudur. Çünkü Hıristiyanlar ilah kavramını 'baba', 'oğul' ve 'ruhu'l kudüs' şeklinde üçlerken, Yahudiler de 'Uzeyr Allah'ın oğludur' gibi nitelemelerle ve de Yehova'yı birtakım cismanî sembollerle tanımlamaları sebebiyle, mahiyet olarak Allah'a şirk koşmaktadırlar.
Öte yandan her biri kutsal kitaplarını kendi elleriyle tahrif edip bozduklarından, dinlerinde muhteva olarak da ilahîlik / mukaddeslik özelliği kalmamıştır. Bu muharref kitapların içinde, kırıntı nev'inden bazı orijinal ifadeler kalmış olsa bile, onları bulup çıkarmak mümkün değildir. Kaldı ki o orijinal kırıntılar, şirk temelinden gelen muhtevaya gark olduklarından, artık müstakil olarak 'tevhid'i ifade etme vasfından mahrumdurlar ve söz konusu kitabın 'şirk' ihtiva etme özelliğini değiştiremezler.
Malumdur ki Allah'ın Kitabının beşer eliyle tahrif edilmesi bir akaid sorunudur ve Allah'a şirk koşmaktır. Çünkü bu bir beşerin kendi sözlerini (haşa) Allah'ın kelamı yerine koyması, böylece Onun kelamını itibarsızlaştırması, kendisini de ilah gibi görüp göstermesi anlamına gelmektedir.
Hal böyle iken on dört asırdır, bir virgülü bile değişmemiş olan Allah'ın kelamı Kuran, nasıl olur da haham ve papaz uydurması haline gelen muharref Tevrat ve muharref İncil ile ortak hususlar taşıyabilir?
Dinlerarası diyalog aklen ve ilmen de mümkün değildir derken, işte bu gerçeği vurgulamak istiyoruz.
Bir inancın din olabilmesi için her şeyden evvel kendi içinde tutarlı olması bir zarurettir. Bu meyanda gerçek din vasfını taşıyan, sadece ve sadece İslam'dır.
İslam ekmeldir. (Bak: Maide: 3.)Yani noksansız ve mükemmeldir. İslam'ın ne noksanı ve ne de fazlalığı vardır. Çünkü o Allah'ın seçtiği ve vaz'ettiği dindir. Tamamen ilahîdir. Beşerî zaaflardan, yanlış ve uydurmalardan uzaktır; beşerîleşmeye kapalıdır. Çünkü korunmuştur. (Bak: Hicr: 9.)
İşte bu korunmuşluk sebebiyledir ki Allah'ın Kitabı Kuran, lafız olarak asla değiştirilemez. Şimdiye kadar hiç kimse buna muvaffak olamamıştır, bundan sonra da olamayacaktır.
Ne var ki Kuran ayetleri mana olarak saptırılmaya maruz kalabilir. Nitekim bugün yaşanan da budur. Bu mana sapmasını da Cenab-ı Hak alim ve ihlaslı kulları vasıtasıyla engeller. Böylece Kuran daima bozulmadan kalır. Bu sebepledir ki bir Vatikan projesi olan dinlerarası diyalog, Müslümanlar üzerinde bazı itikadî sapmalara neden olmuşsa da dinin mahiyetini değiştirmeye muvaffak olamamıştır, olamayacaktır. Ancak bilerek ya da bilmeyerek bu diyalog fitnesine kapılanlar itikaden zarar görebilir, hatta imanlarını da kaybedebilirler. İşte bizim derdimiz, sıkıntımız da budur.
Şimdi İslam'ın dinlerarası diyaloga neden kapalı olduğunu, buna teşebbüs etmenin neden küfür anlamına geleceğini daha iyi anlayabilmek için, bazı tahliller yapalım:
1- İSLAM'DA HAK - BÂTIL AYRIMI VE BU AYRIMIN ÖNEMİ
Hak din sadece Allah'ın bildirdiği din olan İslam'dır.
Zaten geniş manasıyla Allah'ın Hz. Âdem'den itibaren bütün peygamberlere gönderdiği dinin adı da İslam'dır.
Ama önceki peygamberlere vahyolunan kitaplar tarih boyunca tahrife uğradığından ve onların özünün de Kuran'da bulunması dolayısıyla, bugün İslam denince sadece Hz. Muhammed'in (s.a.v.) getirip tebliğ ettiği din anlaşılmalıdır.
Bugün dinlerarası diyalog uğruna yapılan temel yanlış, Hz. Peygamberden evvelki kitapların tahrife uğradıkları ve hükümlerinin neshedildiği gerçeğinin gizlenerek, şirke bulaşmış muharref dinlerin de ilahî birer din gibi gösterilmesidir. Bu büyük bir hiledir, buna çok dikkat edilmelidir.
Müslüman kardeşlerimiz şunu çok iyi bilmelidir:
İslam'ın dışında kalan bütün din ve inançlar batıldır. 'Hak geldi, batıl zail oldu' (İsra: 81.) ayeti bunu anlatır.
Hak - batıl ölçüsü İslam'ın en temel ölçüsüdür. Dinlerarası diyalog işte bu ölçüyü ortadan kaldırmak gayesi güder. Dinleri eşitleme ve ortak noktada buluşturma gayretleri bundandır.
İslam'ın tek ve yegane hak din olduğunu, ondan başka bir dinin Allah nezdinde asla kabul edilmeyeceğini şu ayetlerden net şekilde anlamak mümkündür:
'Doğrusu Allah katında din İslam'dır.' (Âl-i İmran: 19.)
Bu ayetin devamında ehl-i kitabın, yani Yahudi ve Hıristiyanların kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtiras sebebiyle ayrılığa düşüp haktan uzaklaştıkları anlatılır ve ayet şöyle biter:
'… Her kim Allah'ın ayetlerini inkar ederse, şüphe yok ki Allah hesabı çabuk görendir.'
Bir başka ayet mealen şöyledir:
'Her kim de İslam'dan başka bir din ararsa, artık imkanı yok (o din) ondan kabul olunmaz. Ahirette o hüsrana uğrayanlardan olur.' (Âl-i İmran: 85.)
Allah'ın İslam dinini seçtiğini, o dinden razı olduğunu ve adını da İslam koyduğunu anlatan şu ayet de çok önemlidir:
'…İşte bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım, sizin dininizin İslam olmasına razı oldum…' (Maide: 3.)
Bu ve benzeri onlarca ayetin hükmü gayet açıktır.
Allah katında tek hak din olması münasebetiyle, İslam her türlü batıl ve yabancı unsurun bünyesine girmesine veya hükümlerini zaafa uğratmaya yönelik her girişime ve bu cümleden olarak da diyaloga karşıdır. Bunların tümünü kendine yöneltilmiş bir saldırı, tahrifat ve mahiyetini bozma teşebbüsü olarak kabul eder.
2- BÂTILIN KARAKTERİ VE KÜFRÜN ÇEŞİTLERİ
Yukarıdaki ayetlerden anlaşılacağı üzere İslam batıl kavramını 'İslam'a ters düşen her şey' olarak anlar, anlatır. Ancak batılın / sapmanın da türleri ve grupları vardır. İslam akaidi açısından küfür türlerini üç kategoride toplamak mümkündür:
- Münkirler, yani inkarcılar: Bunlara günümüzde ateistler denmektedir.
- Müşrikler ve beşerî dinlerin mensupları: Bunlar Allah'a şirk koşmayı inanç haline getiren tüm putperestler ve yanı sıra uydurulmuş din mensuplarıdır. Uzakdoğu'daki Hinduizm, Budizm ve Konfüçyanizm bunlardandır. Bunlar temelde insanlar tarafından uydurulmuştur. Budha ve Konfüçyüs'ün din uydurması gibi.
- Muharref dinlerin mensupları: Bunlar asılları ilahî olup, orijinal iken sonradan, din adamları sayılan hahamlar ve rahipler eliyle bozulmuş, tahrif edilmiş ve böylece beşerîleşmiş dinlerin mensuplarıdır. Yahudilik ve Hıristiyanlık böyledir. Yahudi hahamları Tevrat ve Zebur'u, Hıristiyan rahipleri ve papazları da İncil'i tahrif edip bozmuşlardır. Dolayısıyla bu dinler de şirke bulaşıp beşerîleşmişler, orijinal hallerini, yani ilahî ve hak olma vasıflarını kaybetmişlerdir.
Netice itibariyle bugün dünyada tek hak din İslam'dır.
Yahudi ve Hıristiyanlar 'ehl-i kitap' adını, baştan hak iken sonradan tahrif edilmelerinden dolayı bir tanımlama olarak Kuran'dan almışlardır.
'Kitap ehli olmak' konuya vakıf olmayan bazı kimselerin zihninde olumlu bir çağrışım yapsa da, bu tabir 'hak olan kitaplarını kendi elleriyle tahrif edip bozan, böylece batıla, küfre ve şirke düşenler' olarak anlaşılmalıdır. İşin gerçeği budur.
3- AYETLER IŞIĞINDA HIRİSTİYAN VE YAHUDİLERİN BOZUK İNANÇLARI
Şimdi de ehl-i kitabın bozuk inançlarını, küfür ve şirk telakkilerini Kuran ayetleri ışığında görelim:
Kuran-ı Kerim'de Yahudi ve Hıristiyanların kendi peygamberlerinin (haşa) Allah'ın oğlu olduğunu iddia etmek suretiyle şirk koştukları anlatılır:
'Yahudiler, 'Üzeyr, Allah'ın oğludur' dediler. Hıristiyanlar ise, 'İsa Mesih, Allah'ın oğludur' dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkar etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah, onları kahretsin! Nasıl da haktan çevriliyorlar!' (Tevbe:30.)
Kuran'da onların Meryem oğlu İsa'yı, haham ve papazlarını Allah'tan başka rabler edindikleri de anlatılır:
'(Yahudiler) Allah'ı bırakıp, hahamlarını, (Hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rab edindiler. Oysa bunlar da ancak, bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.' (Tevbe: 31.)
Allah'tan başka birini rab edinmenin veya Allah'a oğul isnat etmenin şirk olduğu açıktır. Hem onlar son resul ve nebi Hz. Muhammed'e (s.a.v.) iman ve itaat etmedikleri için de ayrıca küfrü irtikap etmişlerdir.
Netice itibariyle bu ayetlerin ışığında anlıyoruz ki Yahudi ve Hıristiyanlar hem şirke hem de küfre düşmüşlerdir. Akaid ölçüleri gün gibi ortadadır.
Tevbe: 31'den hemen sonra gelen ayette Yahudi ve Hıristiyanların bir özelliği daha zikredilir. O da 'Allah'ın nuru' diye vasfedilen İslam'ı söndürmek, yok etmek istemeleridir. Yani Kuran burada bize mucizevî bir şekilde her devirde yaşanan İslam düşmanlığını haber vermektedir. İşte ayet-i kerime:
'Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler hoşlanmasalar da Allah, nurunu tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz.' (Tevbe: 32.)
Müteakip ayet de bunu tamamlar:
'O, Allah'a ortak koşanlar hoşlanmasalar bile dinini, bütün dinlere üstün kılmak için, peygamberini hidayetle ve hak dinle gönderendir.' (Tevbe: 33.)
Dikkat edilirse bu ayet-i kerime, yukarıda vurgulamaya çalıştığımız, bugün hak din olarak sadece Hz. Muhammed'e (s.a.v.) indirilen İslam'ın anlaşılması gerektiği gerçeğini net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Gelecek yazımızda da bu konuya devam edeceğiz.