“Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, zillet ve âcizliğin gerektirdiği bir yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allah’a mahsustur de ve O’nu tekbir ile yücelt.” (İsrâ: 111)

Okuyucularımız şahidimizdir: Neredeyse son yarım seneden bu yana Ayasofya ve Kariye Camilerindeki tevhid ve ihlası ortadan kaldıran şirk unsurlarından ve bu mekânların ücretli girişle fiilen müze statüsüne geçilmesiyle Hıristiyan ayinlerinin yapılmasına fırsat ve zemin hazırlanmasından bahsediyor, bunun bir akaid ihlali olduğunu söylüyoruz.

Bu bağlamda imanı iptal eden bu felaketten -şirkten- korunmak için Allah’ı tenzih, tesbih ve zikrin nasıl koruyucu bir zırh ve kalkan olduğunu da son yazılarımızda anlattık.

Bu yazımızda, esasen baştan sona şirkten sakındırıp tevhidi anlatan Kuran’dan; tenzih, tesbih ve zikirle başlayıp yine bunlarla sona eren İsrâ Suresi başta olmak üzere birkaç sureyi örnek vererek bu konunun hayati önemine son bir kez daha işaret edeceğiz.

1- İsrâ Suresinin İlk ve Son Ayetleri

“Subhânellezî” diye başlayan İsrâ Suresinin ilk ayeti mealen şöyledir:

“Kulu Muhammed’i geceleyin, Mescid-i Haram’dan kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir…”

Ayetin “subhânellezî” diye başlamasıyla, Allah’ın bu surede haber verdiklerinin hepsinin hayati önem taşıdığına, her birinin gerçek olduğuna, bu konularda şüphe edilmemesi gerektiğine, Cenâb-ı Hakkın her türlü boş, faydasız ve hikmetsiz işten uzak olduğuna vurgu yapılmış olmaktadır. Nitekim bu ilk ayet-i kerimede anlatılan hadise de Hz. Peygamber’in (s.a.v.) isra ve miraç mucizeleridir.

          Şimdi bir de surenin son ayetinin mealine bakalım:

“Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, zillet ve âcizliğin gerektirdiği bir yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allah’a mahsustur de ve O’nu tekbir ile yücelt.” (İsrâ: 111)

Görüldüğü gibi bu ayette de insanlar tenzih, tesbih ve Allah’ı zikre yönlendirilerek şirk reddediliyor. Tenzih ve tesbihin Allah’a hamd etmenin, tekbir yoluyla zikretmenin şirki nasıl reddettiğine dair önemli bir ayettir bu.

“…Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Abdülmuttalip ailesinden olan gençlere ve çocuklara bu surenin son ayetini öğretip ezberletirdi.” [1]

Bilindiği üzere bu ayet, bayram günlerinde camilerde tekbir getirmeyi teşvik etme adına imam ve müezzinler tarafından yüksek sesle okunmaktadır.

Biz de manevi bir hazine olan bu ayet-i kerimenin sık sık okunmasını önce kendi nefsimize, sonra evlatlarımıza ve değerli okuyucularımıza önemle tavsiye ederiz.

Kuran’da buna benzer pek çok misal vardır; detaylarına giremesek de birkaçına işaret edelim:

Mesela Yasin Suresinin “Fesubhânellezî” diye başlayan son ayet-i kerimesi mealen şöyledir:

“Her şeyin hükümranlığı elinde olan Allah’ın şanı yücedir! Siz yalnız O’na döndürüleceksiniz.”

Yasin’den hemen sonra gelen Saffat Suresi ise “Subhâne rabbike” diye başlayan 180. Ayetten itibaren mealen şöyle biter:

“Senin Rabbin, kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. Peygamberlere selâm olsun. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.”

Hadid, Haşr ve Saff Sureleri “Sebbaha lillahi” diyerek, yani tesbihle başlar ve hepsi de aynı ayettir. Mealen şöyledir:

“Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ı tesbih etmektedir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Cuma ve Teğabün Sureleri ise “yüsebbihu lillahi” diyerek, yine tesbihle ve aynı ayetle başlar:

“Göklerdeki ve yerdeki her şey, mülkün sahibi, mukaddes, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’ı tesbih eder.”

A’lâ Suresi ise şöyle başlar:

“Sebbihisme rabbikel a’lâ / Yüce Rabbinin adını tesbih et.” (A’lâ: 1)

Bütün olarak inen en son sure kabul edilen Nasr Suresi ise tesbih, hamd, istiğfar ve tevbe ihtiva eden şu ayetle biter:

“Fesebbih bihamdi rabbike vestağfirh(u) innehu kâne tevvâbâ / Rabbine hamd ederek tesbihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir.” (Nasr: 3)

İkisi birden “Muavvizeteyn” diye anılan Felak ve Nas Sureleri de bize zahir batın bütün şerlerden, bütün düşman ve tehlikelerden Allah’a sığınmayı öğretmektedir:

“De ki: Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.” (Felak: 1-5)

“De ki: Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik'ine, insanların İlah'ına sığınırım.” (Nas: 1-6)

Haşr Suresinin son ayetlerinde de yine “subhanallahi” ve “yüsebbihu” kelimeleriyle tesbihe dikkat çekilmekte ve bu tesbihe Cenâb-ı Hakkın güzel isimlerinin zikri de eklenmektedir. “Hüvallahüllezi” diye anılan, sabah ve akşam namazlarından sonra okunması sünnet olan ve okuyanlara çok büyük müjdeler vadedilen[2] bu ayetler mealen şöyledir:

“O, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır. Gaybı da, görünen âlemi de bilendir. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir. O, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O öyle Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur! (O,) Melik (mülkünde istediği gibi tasarruf eden)dir, Kuddûs (her noksanlıktan münezzeh olan)dır, Selâm (her kusurdan ve âfetten sâlim olan)dır, Mü'min (çokça emniyet veren)dir, Müheymin (her zaman gözetip koruyan)dır, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen)dir, Cebbâr (dilediğini yaptıran)dır, Mütekebbir (büyüklük ve yücelik kendisine mahsus olan)dır. Allah, (onların) ortak koşmakta oldukları şeylerden pek münezzehtir. O, Hâlık (herşeyi yaratan), Bâri' (yoktan var eden), Müsavvir (her mahlûka sûret veren) Allah'tır. Esmâü'l-Hüsnâ (en güzel isimler) O'nundur. Göklerde ve yerde ne varsa, O'nu tesbih eder. Çünkü O, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.” (Haşr: 22-24)

Yasin Suresinde her şeyin çift yaratıldığına işaret ederek büyük bir hakikati haber veren ayet-i kerime de “subhanellezi” diye başlamaktadır ve mealen şöyledir:

“Yerin bitirdiği şeylerden, insanların kendilerinden ve (daha) bilemedikleri (nice) şeylerden, bütün çiftleri yaratanın şanı yücedir.” (Yasin: 36)

Keza Mülk Suresi de “Tebârekellezi” diye başlamaktadır, mealen şöyledir:

“(Bütün) mülk (ve hâkimiyet) elinde (tasarrufunda) olan (Allah) ne yücedir! Ve O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Mülk: 1)

Buhari ve Müslim’de yer alan hadislerde Kuran’ın üçte birine denk olduğu haber verilen İhlas Suresi de tam bir tenzih, tesbih ve zikir mesajı vermektedir:

“De ki: O, Allah'tır, bir tektir. Allah Samed'dir. (Her şey O'na muhtaçtır, o, hiçbir şeye muhtaç değildir.) Ondan çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir). Hiçbir şey O'na denk ve benzer değildir." (İhlas: 1 – 4)

İhlas Suresinin sonundaki tenzih cümlesini teyit eder mahiyette, Şûrâ Suresi 11. Ayet de mealen şöyledir:

“…O’nun misli gibi / ona benzer hiçbir şey yoktur…” (Şûrâ: 11)

Bütün bu sure ve ayetler ve buraya alamadığımız daha niceleri, biz müminlere şirk ve küfre karşı ne kadar hassas olmamız gerektiğini öğretmekte ve Allah’ın kadrini gereği gibi bilmemizin ne kadar mühim olduğunu bildirmektedir.

Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemeyenler, kibirli olup kendi nefsini beğenenlerdir. En büyük cehalet ve mahrumiyet, Allah’ı şanına yakışır bir şekilde yâd edememektir. Bu gerçeği mealen şu ayetlerden öğreniyoruz:

“Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O’nun elindedir. Gökler de O’nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir.” (Zümer: 67)

“Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (Hac: 74)

“Rabbiniz şöyle dedi: Bana dua edin, duanıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir hâlde cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min: 60)

Kibirli ve gururlu olup nefsini beğenenler Allah’ı tenzih, tesbih ve zikirde tembel ve çekingen davranırlar. Bu manaya vurgu yapan şu ayet önemlidir:

“Size ne oluyor ki, Allah’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?” (Nuh: 13.)

“De ki: Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde yüzlerinizi (O’na) doğrultun. Dini Allah’a has kılarak O’na ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.” (A’râf: 29)

Burada Kuran’ın haber verdiği en önemli gerçeği, altını çizerek ifade edelim:

Kuran’da anlatılan en büyük gerçek, kelime-yi tevhidin mana ve ruhudur; başka bir ifadeyle vahdaniyet; yani Allah’ın bir olduğu, eşi ve benzeri olmadığı, noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf olduğudur. En çok karşı çıkılan, en şiddetli şekilde reddedilen şey ise, Allah’a şirk koşmaktır.

İşte tenzih, tesbih, zikir, tekbir ve hamd; her türlü şirki reddetmek Allah’ı şanına yakışır bir şekilde yüceltmek için en etkili lafızlardır. İmanı korumanın yolu ve metodu da budur.

Kuran’ın bir adının “Zikir” olmasıyla, zikrin bir manasının “Kuran” olması, bize Kuran’ın baştan sona zikir lafız ve manalarıyla örülü olduğunu gösterir.

2- İsrâ 111. Ayette Allah’ın Kendisini Andığı Üç Önemli Sıfat ve Allah’ı Tenzih, Tesbih ve Tekbirin Beş Kademede Gerçekleşmesi

İsrâ Suresinin son ayetinde Allah kendini şu üç sıfatla anmaktadır:

“1- Allah çocuk edinmemiştir. Çünkü çocuğu olanın baba olması gerekir. Baba olanın, bir başkasının oğlu olması ya da Âdem gibi çamurdan yaratılması veya İsa gibi babasız doğması lüzumu ortaya çıkar. Aynı zamanda onun ölümlü olması, oğlunun da ona vâris bulunması zarureti doğar.

Bunların hepsi de, öncesi ve sonrası olmayan Allah hakkında caiz değildir. O bu gibi beşerî sıfatlardan münezzeh ve yücedir.

2- Mülkünde hiçbir ortağı yoktur. Öyle bir durum olsaydı, vahdaniyet ve vahdaniyetin gerektirdiği düzen ve denge olmazdı.

3- Aşağılanmaz ve horlanmaz ki, dost ve yardımcıya ihtiyacı olsun. Bu, sonradan yaratılan ve vücudu mümkün olanlara ârız olan sıfattır. Allah’ın (c.c.) ise vücudu vaciptir bir illete muhtaç değildir. O, bizatihi ilk illettir. ( İlk sebeptir.)

Zira vücudu vacip olanın varlığı kendisindendir. Vücudu mümkün olanın ise varlığı başkasıyla, yani illet ve malul çerçevesinde gerçekleşir.” [3]

Dikkat edilirse bütün bu manaları taşıyan İsrâ Suresinin son, yani 111. Ayetiyle, esasen Hıristiyanların teslis akidesi de reddedilmektedir. İşte bizim uzun zamandır yazılarımızda konu edinerek Allah’ın evi olan mescidlerde şirk manası taşıyan teslis sembollerine karşı çıkmamızın Kurani ve itikadi mesnedi budur. 

Tam da burada şirkin tehlikesine dikkat çeken şu iki ayetin mealini bir kere daha hatırlayalım:

“Ve bir zaman Lokman oğluna nasihat ederken şöyle demişti: Ey oğulcuğum! Allah'a şirk koşma! Muhakkak ki şirk, gerçekten (pek) büyük bir zulümdür!” (Lokman: 13)

“Allah için, Hakk'a yönelen kimseler olarak O'na şirk koşan kimseler olmaksızın (o çirkin şeylerden sakının)! Kim Allah'a şirk koşarsa, sanki gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir.” (Hac: 31)

Şimdi bir de tefsirden Allah’ı tenzih, tesbih ve zikretmenin önemini ve bunun başlıca beş kademede olacağını anlatan bir bölüm aktaralım:

“Allah’ı tenzih ve tekbir beş kademede gerçekleşir:

1- Onun zatı her türlü noksanlıktan münezzehtir ve büyüklük; kıyas ve nispetsiz ancak ona mahsustur.

2- Sıfatlarıyla pak ve münezzehtir ve bütün kemal sıfatları ona mahsustur. Noksan sıfatlardan beridir ve çok yücedir.

3- Fiillerinde münezzehtir ve çok büyüktür. Mülkünde icra ettiği her şey hikmetine ve azametine uygun anlamdadır.

4- Hükümlerinde münezzeh ve büyüktür. Her hükmü mutlak hikmete dayalıdır. Yaptığından ve indirdiği hükmünden, kâinattaki tasarrufundan sorulmaz.

5- İsimlerinde münezzeh ve büyüktür. O ancak isimleriyle anılır, isim ve sıfatları anılarak dua edilir. Onun her ismi onun büyüklüğünü yansıtır.

Böylece tenzih ve tesbih makamından hamd makamına, hamd makamından tekbir makamına geçiş sağlanmış ve surenin bütün sır ve hikmeti bu üç makamda özetlenmiş ve gizlenmiştir.” [4] 

Aynı tefsirde İsra Suresinin bu özelliği şu şekilde özetlenip sonlanmaktadır:

“İsra Suresine Allah’ı her türlü noksanlıktan, beşerî sıfatlardan tenzih ile başlanır. Ona hamd etmek ve büyüklüğünü anmak sözleriyle bitirilir. Çünkü Allah’ın yüceliğini, kudretinin sınırsızlığını, ilminin de her şeyi kapsayıp kuşattığını bilmeyenler, onu tenzih ve tesbih etmeyi düşünmezler. İmanın tadını, zevkini, kalbinin derinliğine indirip gönlünü Allah sevgisi ve saygısıyla dolduran takva sahipleri ise eriştikleri derece gereği Allah’ın mülkünde ortağı ve yardımcısı olmadığını idrak ederler ve bu hava içinde sık sık ona hamd ederler. Büyüklüğünün kıyas ve nispete girmediğini anlayarak Allahu Ekber diyerek teslimiyet gösterirler.”[5]

Sonuç olarak anlaşılmaktadır ki Allah’ı tenzih, tesbih ve zikir, maddi ve manevi hayatın her safhasında hâkim olmalıdır. Bu keyfiyet elbette camiler için de geçerlidir ve camilerde hiçbir şirk unsurunun olmamasını şart koşar. Çünkü her bir şirk unsuru, tevhid ve ihlası iptal eder.

Bu durum çok hayatidir. Zira İslam akaidinin kaide ve kuralları, hüküm ve prensipleri, herhangi bir beşerin dahli olmadan direkt Kuran ve Sünnetten kaynaklanarak tespit edilmiştir. Bunları esnetmek veya başka manalara hamletmek mümkün değildir. Bundan dolayı bir Müslümanın herhangi bir akaid ihlalini müsamaha ile karşılaması da düşünülemez. Kaldı ki konumuz olan ihlal, Kuran’ın en şiddetli şekilde karşı çıktığı ve tevile imkân olmayan açık bir şirk hadisesidir. Okuyucularımıza, teslis sembollerinin şirk olduğuna dair Tevbe: 30 – 32, Mâide: 73 gibi ayetleri tekrar tetkik etmelerini tavsiye ederiz.

Bütün bu sebeplerle, idarenin, yetkili ve sorumluların, Müslüman Türk milletinin 1200 yıllık akidesini yerle yeksan eden Ayasofya ve Kariye Camilerindeki söz konusu uygulamaya bir an evvel son vermelerini talep ediyor ve bunun ısrarla takipçisi olacağımızı bir kez daha tekrarlıyoruz.


[1] İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Celal Yıldırım, Miraç Yayınları, İstanbul, 2024, c. 7, s 511.

[2] İlgili hadis-i şerif şöyledir:

“Kim sabah kalkarken üç defa ‘Eûzü billâhi’s-Semî’ıl-Alîmi mine’ş-Şeytânirracîm / Allah’ın rahmetinden kovulmuş olan şeytandan, işiten ve bilen Allah’a sığınırım’ der ve Haşir Sûresi'nin sonundan üç âyet okursa, Allah o kimseye akşama kadar duâ ve istiğfar etmek üzere yetmiş bin melek vazifelendirir. O günde ölürse şehid olarak ölür. Kim geceye girerken okursa o da aynı dereceye ulaşır.” (Tirmizî, Fedâilü`l-Kur`ân 22, Mevakıt 65; Müsned, 5/26)

[3] A.g.e., s. 510, 511.

[4] A.g.e., s. 511.

[5] A.g.e., s. 511.