YANLIŞ okumadınız, başlığımız doğru.

İnsan bedeninde veya zihninde istemsiz olarak meydana gelen kimi rahatsızlıklara, işlevsiz kalmalara ve normalin dışındaki hallere hastalık diyoruz.

Gündelik işlerimizi yapamaz hale geliyoruz veya verimimiz düşüyor.

Keyfimiz kaçıyor, tadımız kalmıyor.

Ağrılarımız dayanılmaz durumlara gelebildiğinden acılar içinde kıvranabiliyoruz.

Bu durum çoğu defa yeti kayıplarına yol açabildiğinden kişi kendisini işlevsiz ve değersiz görebiliyor. Uzun süren hastalıklarda ise kişi kendini bakım verenlere yük olarak görebildiğinden aile içi iletişim olumsuz yönde etkileniyor hatta bazen tamamen kopabiliyor.

Bu ve buna benzer pek çok şey yaşanabiliyor.

Kendimiz veya çevremiz üzerinden gözleyerek öğrendiğimiz klasik durumlar yani…

Bugün sizlerle paylaşmak istediğim tamamen bunların tersini söyleyen bir vaka…

YILLAR evveldi.

Dükkanına sıkça uğradığım ve hep dürüm ikramıyla karşılandığım “Bıçakçı Cafer” ağabey bir gün henüz son lokmamı almışken “Haydi kalk, hasta ziyaretine” gideceğiz demişti.

Durmak olmaz, kalkıp gittik.

Orta yaşların üzerine henüz çıkmış bir adamdı. Saçlarında birkaç tel beyaz vardı.

Giderken aldığım bilgilere göre gençliğinde bıçkın bir kişiymiş. Kolay kolay dur durak bilmez, kimseyi de dinlemezmiş. Kafasına koyduğunu tüm engellemelere karşın yine de bir yolunu bulur yaparmış.

Dolaysıyla başını türlü belalara koymuş. Hapis yatıp çıktığı da bilinirmiş.

Dolayısıyla düzenli bir işe güce sahip olamamış.

Bunların haricinde kumara ve içkiye de müptela olmuş. Ailesini kaybetmiş, arkadaşlarını da çevresinden kaçırmış. Uzaktan tanıyan ve bu hikâyeyi bilenler ise şerrinden emin olmak için kenar geçip hiç bulaşmak istemezlermiş.

Tüm bunları dinledikten sonra “Ağabey, neden gidiyoruz o zaman?” deyivermiştim. Cafer Usta “Tam da bu sebepten işte” diyerek cevaplamıştı.

Heyecanlanmadığımı ve biraz da ürkmediğimi söylemem gerçekçi olmaz çünkü henüz ergenlik yaşlarını süren taze bir delikanlıydım.

KAPIYI çaldık sonradan annesi olduğunu öğrendiğimiz bir nine kapıyı açmıştı.

Elimizdekileri sessizce yere bırakarak hastanın yattığı afif aralık olan kapıya yönelip içeri girdik.

İnanılması güç bir coşkuyla karşılandık.

Ne yapacağını, bizi nereye oturtacağını ve nasıl ağırlayacağını bilemez bir hâli vardı.

Usta ile derin bir sohbetin tülünü aralamışlardı.

Hayretler içerisinde kalmıştım. Evet, yatakta yatıyordu, hastaydı ama sözlerinden bu hiç mi hiç anlaşılmıyordu.

En küçük bir şikâyeti yok gibiydi.

Muhabbetin peşrev faslını tamamlayan Cafer usta “Geçmiş olsun, şimdi nasılsın, daha iyice misin?” diye sorduğunda “İyiyim, hem de çok iyiyim” cevabını almıştı ama beni şaşırtan kısmı bundan sonrasında söylediği “Hastalık beni iyileştirdi” demesiydi.

Anlamakta zorlanmıştım tabi.

Hastalıklar, dertler, kederler hakkında malum bilgilerin dışında fazladan bir şey biliyordum.

SONRASINDA durumu takip ettik, gerçekten ziyaretinde bulunduğumuz kişiyi hastalık iyileştirmişti.

Başkalarına haddini bildirme, kafasına koyduğu en kötü şeyleri mağdur olanların acılara zerre kadar aldırmadan yapması ve buradan kendince bir kahramanlık öyküsü çıkarması gibi taşkınlıklar gitmişti.

Yerine halim, selim bir adam gelmişti ki, görmeden inanmak hayli güç.

Belli ki, mevcut durumunu önce kabullenmiş ve hastalık sebebiyle bunlar üzerinde düşünerek belli sonuçlara ulaşmıştı. Kendisinden insanların korkup kaçmasına neden olan kötülüklerin sebepleri üzerinde kafa yormuştu.

Maruz kaldığı ve üç-beş ameliyat ile ancak kendisini yatağa bağlı hâle getirebilen süreci iyi tahlil etmişti.

ZİYARETLERİ kesmedik.

İki haftalık aralarla gitmeye devam ettik. Son ziyaretimizde biz daha kendisine bir şey sormadan “İyileşme yolculuğuna çıktım ve devam ediyorum” demişti.

Kastettiği durum bedensel hastalığı değildi. Bu fiziki hastalık onu ruhsal olarak onarmış, dinginleştirmiş ve yaptığı kötülüklerden nedamet getirmesine vesile olmuştu.

Esas hastalığın kalbi hastalık olduğu bilincine ulaştırmıştı. Ebedi şikayetle sonuçlanacak davranışlarından hızla sıyrılmış ahlaki marazlarını ibadet, dua ve şükürle gidermeye başlamıştı.

Bizi yattığı yerden uğurlarken “Esas hastalık hayatın hakikatinden uzak düşmek ve şükürsüz kalmakmış” dedi.

Demek ki, çoğu zaman biz hastalıklarımızı iyileştirmek için çabalarken. Arzu edip istememiz halinde hastalıklarımız da bizleri iyileştirebiliyormuş.

Ya Selam!