“Allah’ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” (Fetih: 23) Bid’atçı, modernist ve reformistlerin, bilerek veya bilmeyerek ilahlaştırdıkları, put edindikleri bir kavramdır “değişim”. Dinde reform denen sapkınlık da bir nevi bu değişim putuna kulluk anlamına gelmektedir.

'Allah'ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.' (Fetih: 23)

Bid'atçı, modernist ve reformistlerin, bilerek veya bilmeyerek ilahlaştırdıkları, put edindikleri bir kavramdır 'değişim'. Dinde reform denen sapkınlık da bir nevi bu değişim putuna kulluk anlamına gelmektedir.

Bu yazımızda bu 'modern zamanlar putu'ndan bahsedeceğiz.

1- DİN VE DEĞİŞİM

Değişim, bir önceki durumdan başka bir duruma geçmek demektir.

Yani değişim olduğunda bir önceki hal ortadan kalkar, yeni bir hal ortaya çıkar.

Bazıları bilmeden yahut art niyetle insan ve toplum hayatındaki 'tekamül' ve 'terakki'ye de 'değişim' diyerek; getirdikleri bu tanım üzerinden değişimi müspet bir mana ile lanse etmektedirler. Bu çok yanlıştır. Tekamül ve terakki, fıtratın tabii meyli istikametinde olgunluğa doğru mesafe almasıdır. Alet ve vasıtalar da bu paralelde kullanılır. Yani tekamül, aslî hüviyeti muhkemleştirerek onun üzerine yükselmek iken, değişim aslî hüviyetin dejenerasyonu ve yozlaşmasıdır.

Okuyucularımızdan bu inceliği bütün yazı boyunca hafızalarında tutmalarını istirham ediyorum.

Değişim olgusu dine tatbik edildiğinde, söz konusu dinin mahiyetinin, temel hususiyet ve prensiplerinin değişmesi gündeme gelir. Bu durum vahiyle sabit yegane hak din İslam açısından düşünüldüğünde, tahrifin / bozulmanın kapısını açmak demektir. Çünkü böyle bir yaklaşım İslam'ın hak ve hakikat olma vasfını temelden sarsacaktır.

Bunun bir manası da (haşa) Allah'a cehalet isnat etmektir.

Çünkü bu, 'İslam bütün zamanların ihtiyaçlarını karşılayamıyor, bütün zamanlara hitap edemiyor' demektir.

Şu ayet-i kerime, bu zihniyetteki insanlara verilebilecek en güzel cevaptır:

'Siz Allah'a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.' (Hucurat: 16)

Keza şu ayet-i kerimeler de, her yerde ve her zaman Allah'ın kanunlarının geçerli olduğunu haber vermektedir:

'O, gökte de ilah olandır, yerde de ilah olandır. O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.' (Zuhruf: 84)

'Allah'ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.' (Fetih: 23)

Hem bilindiği üzere, Allah noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıftır. Her şeyi bilir, her şeye kadirdir. Cenab-ı Hak kendini bize böyle tanıttığı halde, değişim karşısında dinin de yenilenmesi gerektiğinden dem vurmak, (haşa) Allah'ın gelecek zamanların şartlarını bilemediği, o şartlara uygun hükümler indiremediği manasına gelir, bunun da açık 'küfür' olduğu ortadadır.

İslam zaman ve mekan üstüdür; her devirde, her mekanda, her toplumda geçerlidir. Hak ve hakikattir. İnsanın yaratılıştan gelen ihtiyaçlarının en mükemmel şekilde karşılanmasının; toplumda adalet ve hakkaniyetin hakim kılınmasının yegane yoludur. Onun bu hususiyeti, 'değişim' denen putu yerle yeksan eder.

2- DİNİ / İSLAM'I ZAMAN VE ŞARTLARA MAHKÛM ETME HEZEYANI

Reformist ve modernistler daha evvel Hıristiyanlığa tatbik edilen reform illetini yegane hak din olan İslam'a da uygulamak isterler. Bu çok büyük bir hadsizlik ve en büyük zulümdür.

Zaman ve şartlardaki değişimi gerekçe göstererek dinde reform istemek, sadece ve sadece buna cüret eden bedbahtların taşkınlık, azgınlık ve sapkınlıklarını izhar eder. İslam'da reform için tek bir makul gerekçe gösterilemez.

İslam ahkamı, zaman ve mekan şartlarını aşarak her devire, her çağa, her insana ve her topluma kurtuluş ve saadet vadeden bir hususiyete sahiptir. Bu, Allah'ın mükemmel binası olması dolayısıyla İslam'a mahsus mucizevî bir keyfiyettir.

İslam'ı zaman ve mekan şartlarına mahkûm edenler, 'İslam' yerine bu şartları 'asıl' kabul ettikleri için, bu kabule denk düşen 'putlaştırma' ifadesini kullanıyoruz.

Bu zihniyet aynı zamanda 'tarihselcilik' demektir. Çünkü tarihselcilik, hadiseleri zamanın şartlarına göre yorumlayarak anlamlandırmaktır.

Değişimi put edinmek, hak ve batıl kavramlarının da buharlaşıp gitmesine sebep olur. Halbuki hak ve batıl arasındaki zıtlık, İslam'ın en temel mesajlarındandır. 'Hak geldi batıl zail oldu' (İsra: 81) mealindeki ayet-i kerime bu mesajı en vurgulu şekilde ifade etmektedir.

Eğer din zamana ve şartlara bağlı olarak değişecekse, zaman ilerledikçe önceki kabuller tarihin mezarlığına gömülecek demektir. Böyle her devirde farklı renk ve mahiyette yorumlanacak bir din, nasıl hakikat ifade eder ve nasıl kurtarıcı olabilir?

Bunu, vahiyle sabit olup, tarih boyunca bir virgülü bile değişmeden gelen Kuran ve İslam için düşünmek, bütün beşeriyetin mahvına sebep olmak manasına gelen büyük bir cürümdür. Çünkü bu, yani hak ve hakikatin mahiyetinin değiştirilmesi, bütün insanlığın dünyada buhranına, ahirette de ebedî felaketine sebep olur.

3- DEĞİŞİM PUTUNA GİYDİRİLEN YALDIZLI KOSTÜMLER

Reformist ve modernistler insanların karşısına bilimsel kisvelerle çıkmayı, yaldızlı laflar etmeyi pek severler. Mesela şu tabirleri çok kullanırlar:

Çağdaş dünya, modern toplum, 21. yüzyılın ihtiyaçları, 21. yüzyılın din anlayışı, uzay çağı, çağdaş medeniyet, çağı yakalamak vs…

Demagojik bir mantıkla hayal balonunu şişirdikçe şişiren bu tabirlerde aşırı abartı ve yalan vardır. Hepsi de buram buram batı hayranlığı ve buna bağlı olarak da kesif bir aşağılık kompleksi kokmaktadır.

Batı kültürü temelde muharref Hıristiyanlığa, 18. asırdan sonra ise, kökleri Eski Yunan / Helen kültürüne ve Roma hukuk sitemine dayanan materyalist felsefeye istinat eder. Dolayısıyla batı kültür ve medeniyetinin dünya kültür ve medeniyeti haline getirilmesi demek, bütün bu coğrafyalarda muharref Hıristiyanlığın ve materyalist dünya görüşünün hakim kılınmaya çalışılması demektir.

Bu sebeple yukarıda saydığımız çağdaş dünya, modern toplum vs. gibi tabirlerin arkasına sığınan değişim borazancıları, batı kültürünü dünya kültürüymüş gibi empoze ederek insanlığın aklı ve anlayışıyla alay etmektedirler.

Halbuki bütün mutluluk ve güzelliklerin kaynağı gibi gösterilen batıda, psikolojik buhranlar, depresyonlar, tatmin edilemeyen arayış hissiyle çareyi ölümde aramalar, yani intiharlar başını almış gitmektedir.

4- DEĞİŞEN VE DEĞİŞMEYEN NEDİR?

Değişim putunun ne kadar zayıf ve köksüz bir temele oturduğunu anlamak için 'Değişen ve değişmeyen nedir' sorusunu cevaplamak gerekir.

Teknolojinin hızlı bir şekilde ilerlemesi insanları şuursuzca her şeyin değiştiği vehmine sürüklemiş olsa da, esasta değişen bir şey yoktur. İnsan hep aynı insandır. Zamanla değişen, sadece ve sadece alet ve vasıtalardır.

Mesela,

- Toprağı ekip biçmek temel bir ihtiyaç ve zarurettir. Toprağın işlenmesinde eskiden kara saban ve pulluklar kullanılırken sonradan traktör devreye girmiştir. Vasıta değişmiş, ama hayatın ikamesi için toprağı ekip biçme ihtiyacı değişmemiştir.

- Barınmak için ev - konut bir ihtiyaçtır. Eskiden bu ihtiyaç kerpiç, taş ve ahşap yapılarla karşılanırken günümüzde beton binalar tercih edilmektedir. Burada da vasıta / malzemeler değişmiş, ama barınma ihtiyacı değişmemiştir.

- Eskiden ulaşım ve seyahat ihtiyacı yürüyerek yahut at, deve ve merkep gibi bineklerle karşılanırken günümüzde otomobil, otobüs, tren, uçak kullanılmaktadır. Yine vasıta değişmiş, fakat ulaşım ve seyahat ihtiyacı değişmemiştir.

- Eskiden savunma için ok, kılıç, kalkan, mızrak vs. kullanılırken şimdi top, tüfek, tank, füze, insansız hava aracı vs. vardır. Vasıta değişmiş, savunma ihtiyacı değişmemiştir.

- Fikir ve kültür hayatı geçmişte el yazması eserlerle temsil olunurken günümüzde bu iş gelişmiş matbaalar ve medya üzerinden yürütülmektedir. Araç ve vasıtalar değişse de öğrenme, ilmî çalışma ve yazma ihtiyacı değişmemiştir.

- Eskiden haberleşmek için ateş, güvercin, atlı kuryeler vs. kullanılırken günümüzde telefon ve internet vardır. Yine vasıta değişmiş, ancak haberleşme ihtiyacı değişmemiştir.

Elbette ki örnekleri çoğaltabiliriz; zira bütün hayat böyledir.

'Değişmeyen nedir?'e gelince:

İnsan fıtratı değişmez.

Tabii ilimlerin temellerini oluşturan fennî kanunlar değişmez. Ki bu fennî kanunların diğer bir adı da 'Sünnetullah'tır. Yani Sünnetullah / Allah'ın kanunları asla değişmez. (Bkz. Ahzab: 62, Fetih: 23) Ki, bugün varlığıyla övünülen teknoloji, Sünnetullahtan olduğunu söylediğimiz fen ilimlerinin tatbik sahasına konmasından başka bir şey değildir.

Devam edelim:

Allah'ın kelamı ve ilahî hakikatler değişmez. Kitap ve Sünnet'e dayalı İslam ahkamı değişmez.

İlimlerin varlık sebebi de, kanun ve kurallarının değişmemesidir. Zira değişim üzerine ilim bina edilemez.

Düşüncenin kanunları da değişmez.

Matematiğin, geometrinin, cebirin, fizik ve kimyanın vs. kanunları değişmez. Ancak izahlarda farklı boyutlar olabilir.

'Değişim putu'nu allayıp pullayıp sahneye çıkaranlar, bütün bu ilmî gerçeklerden ya habersizdirler ya da ard niyetli hareket ediyorlar.

5- İSLAM'DA DEĞİŞEN VE DEĞİŞMEYEN NEDİR?

İslam Hz. Peygamber'e (s.a.v.) indirilen vahiyle sabit, Allah'ın kanunu ve nizamı olduğundan, Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından tebliğ edilen hakikatler değişmez.

'Peki, İslam gönderildiği zamandan sonra gelişen hadiselere nasıl cevap verir?' diye sorulacak olursa, bunun cevabı bilindiği gibi içtihat ve kıyastır. Kıyas, hakkında nass (ayet - hadis) bulunan bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak illetten dolayı, hakkında nass bulunmayan meselenin hükmüne bağlamak demektir.

İçtihat ve kıyas temelde nassa, yani Kitap ve Sünnet'e dayandığından, böylece gelişen yeni olayların tamamı İslam'ın temel kaynaklarına istinat ederek çözüme kavuşturulmuş olur. Durum bu iken, değişimi put edinip dinde reforma kalkışmanın ilmî bir yanı olamaz. Bilakis bu, isyandır, tuğyandır; yukarıda meali verilen ayet-i kerimede geçtiği gibi Allah'a din öğretmeye yeltenmektir.

Sonuç olarak insanı belli bir fıtratla yaratan da, o insan için din olarak İslam'ı gönderen de Allah olduğuna göre; mesele gayet açık, net ve anlaşılırdır. Dünyanın neresine gidilirse gidilsin, insanın fıtrattan getirdiği ihtiyaçları hep aynıdır. Bu ihtiyaçlar hak ve adalet ölçüleriyle çözüme kavuşturulmalıdır ki yozlaşma ve ifsat olmasın. Elhasıl hak ve hakikat, zaman ve mekan üstüdür; hiçbir yerde veya zamanda değişmez. Tıpkı iki kere ikinin her yerde ve her zaman dört etmesi gibi…

6- DEĞİŞİM PUTUNU DESTEKLEYEN GÜÇLER

Buraya kadar yapılan izahlardan anlaşılacağı üzere değişim denen put koskoca bir balondan ibarettir. Peki öyleyse ona tapınmayı hangi güçler emrediyor?

Elbette ki başta nefis ve şeytan…

Onlardan sonra da şeytanlaşmış insanların heva ve arzuları… Çünkü ideoloji ve menfaatleri bunu gerektirmektedir.

Bu tip insanlardan oluşan millet ve devletler ve onlara hakim olan siyasi kadrolar bu değişim putuna kulluğa davet eden en geniş platformdur.

Daha özel manada ise İslam'a düşmanlığı meslek edinmiş batılı müsteşrikler de değişim putunun yılmaz savunucularıdırlar. Hal böyleyken bu müsteşriklerin uzantısı konumundaki yerli sözcülerin nasıl değerlendirilmesi gerektiğini okuyucularımızın basiret ve firasetine havale ediyoruz.

7- İSLAM'IN İKİ ANA HUSUSİYETİ

İslam'da akıl putunu da, değişim putunu da, diğer bütün sahte mabudları da yerle yeksan edecek iki temel hususiyete işaret edelim:

Bir: 'Hak ve batıl' ölçüsü.

İki: 'Mutlak adalet' ölçüsü.

İslam'ın ortaya koyduğu hak - batıl ayrımı, bütün alemde, gönüllerde, akıllarda ve ilimlerde, gerçekleri algılamak için en temel esaslardandır. Günümüzde 'düşünceye saygı' sloganıyla hakla batıl arasındaki çizgi buharlaştırılmaya çalışılmaktadır. Halbuki hak da batıl da kıyamete kadar varlığını koruyacaktır. Müslümana düşen, hak tarafında yer almaktır.

Mutlak adalet ise içine en küçük bir zulüm bile karışmayan adalettir.

İslam'daki mutlak adaleti anlamak için şu iki hususa dikkat çekmek gerekir.

- Allahü Teala, kullarını çok sevdiğini, onlara çok merhametli olduğunu haber vermektedir. 'Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler' (Maide: 54) ifadesi; yine birçok ayette geçen 'Ğafuru'r- Rahim', 'Erhamürrahimîn' gibi ifadeler bunun delillerindendir.

- İkinci husus ise, ahiret hayatında hiç kimseye zerre kadar zulüm yapılmayacağını beyan eden ayetlerdir. Mesela onlardan ikisi mealen şöyledir:

'O gün kimseye, hiç mi hiç zulmedilmez. Size ancak işlemekte olduğunuz şeylerin karşılığı verilir.' (Yasin: 54)

'Bu yakıcı azap, bizzat kendi ellerinizle işlediğiniz günahlar yüzündendir. Yoksa Allah kullarına asla zulmedici değildir.' (Enfal: 51; Ayrıca bkz: Tevbe: 70, Hud: 101, Kaf: 29.)

Dünyadaki adalet Cenab-ı Hakkın 'ekmel olduğunu' ve yine 'ancak ondan razı olduğunu' haber verdiği yüce İslam'la ikame olunur. Ahirette ise zaten yukarıdaki ayetlerde haber verildiği gibi herkes kendi ameliyle cezalandırılacaktır. Dolayısıyla her iki cihanda da mutlak adaletin adresi İslam'dır.

SONUÇ

Değişimi dine tatbik etmeye kalkanlar, İslam'ı Hıristiyanlığa benzetip reforma kalkışanlardır. Bunlar insanlığın huzur ve saadetine kast etmiş, bu manada da en büyük 'insanlık suçu'nu işleyen zalimlerdir. Şayet uyanmazlarsa cehennemi boylarlar. Bizden söylemesi.