NİCE zamandır bir ümitsizliğin girdabına düşmüştü. Ruhunun demir mengeneler içinde sıkıştırıldığını hissediyor, bunaldıkça bunalıyordu. Başını alıp gitmek istiyordu ama bunun tam bir çare olmadığının da bilincindeydi.

NİCE zamandır bir ümitsizliğin girdabına düşmüştü.

Ruhunun demir mengeneler içinde sıkıştırıldığını hissediyor, bunaldıkça bunalıyordu.

Başını alıp gitmek istiyordu ama bunun tam bir çare olmadığının da bilincindeydi.

Nereye gitse gerisin geriye dönüşü bundandı.

Kendi hücresine tekrar kapanması bunu gösteriyordu.

Dili dönmek istemiyordu.

Kelimeler dışarıya çıkmamama sanki yeminliydi.

Kimseye kendini anlatmak istemiyordu.

Vaktiyle anlattıkları da zaten anlamamışlardı.

Kuru ve manasız birkaç lakırdıdan sonra hiçbir şey anlatılmamış, derdini paylaşmamış gibi neşelerine devam ediyorlardı.

MERAK edenler olmamış mıydı?

Olmuştu ama onlar da gereksiz bir tecessüs duygusuyla orasını burasını deşmeye girişmişlerdi.

Maksat anlamak, destek olmak, yanında bulunmak değildi.

Sahte bir gazetecilik merakıydı.

Kanatabildikleri kadar kanatmaktan geri durmuyorlardı.

Gereksiz olan merakları karşılık bulunca yarayı kapatmaya gerek bile duymadan marazı bir hazla uzaklaşıyorlardı.

Bu ise üzüntü üstüne üzüntüydü onun için…

İşte bu sebeplerle kendine kapanmıştı.

Susmuştu.

Yıllar böyle geçip gitmişti.

BİR arkadaş meclisinde tanışmıştık.

Aynı muhabbet yaygısının etrafında buluşmuş rızıklanmıştık.

Yanık bir gönle sahip olduğu belliydi.

Bakışları, duruşu, oturuşu, söz söyleyişi ve susuşu hep bu izleri taşıyordu.

Nezaketliydi.

İncelikli davranış onun en öne çıkan tutumuydu.

Medarı maişet derdi herkesi bir yere fırlatıyor malum.

Doğduğu yerde değil doyduğu yerde yaşamayı tercih ediyordu.

Geçenlerde sürpriz bir karşılaşmamız oldu.

Çayı ortak ettik sohbete.

Bir cennet tebessümü yerleşmişti çehresine.

Mutlu olmuştu belli ki.

'Hissettim' dedi, 'Derinden hissettim.'

'Neyi hissettin?' dedim.

'Senin dua dokunuşlarını hissettim. Ne zaman kendimi gergin, yetersiz, çekilmez, bunalmış, aciz, güvensiz, daralmış bulsam birden bire içimde bahar rüzgarları esiyor.

Çayır çimen gibi taptaze hissediyorum.

İçimde çiğdemler, nilüferler, leylaklar, papatyalar seyrine doyulmaz güller açıyor biliyor musun?

İnkar etme lütfen, bana serinleten niyazlar gönderiyorsun. Hissediyorum' dedi.

BİR şey diyemedim.

Demeli miydim onu da bilmiyorum.

Onu dualarımda hissettiğim, niyazlarıma ortak ettiğim elbette doğruydu.

Dua dokunuşlarından daha naif, daha nazik, daha incelikli, daha şefkatli, daha kapsayıcı bir başka dokunuş var mı ki?

Ondan daha iyileştirici, içimize bahar bahar neşe salan, rahmet yağmurlarına sebep olan başka bir dokunuş var mı, gerçekten bilmiyorum.

Birinin kalbinde olup, gönlünden diline taşan dualarda yer almaktan daha gönendirici ne olabilir ki!

Bir tek şu istisnası olabilir sadece…

Herkes duasında yer verdiklerinin duasında yer almak ister.

Dua dokunuşunda bulunduklarının dualarının kalbine dokunmasını ister.

Onları üzerine bir yorgan gibi örtmek ister ki, üşümesin ruhu.

Ne diyelim; dualarımızda yer alanların dualarında yer alalım inşallah…

Ya Selam!