GEÇMİŞİN çengeline takılmıştı. Yaşadığı tüm olumsuzluklar, kendisine yapılan haksızlıklar zihninde bugün yaşanmış gibi canlanıp tekrar ediyordu. Bundan müşteki miydi, bilmiyorum. Ama psikolojisini etkilediği her hâlinden belliydi.
GEÇMİŞİN çengeline takılmıştı.
Yaşadığı tüm olumsuzluklar, kendisine yapılan haksızlıklar zihninde bugün yaşanmış gibi canlanıp tekrar ediyordu.
Bundan müşteki miydi, bilmiyorum.
Ama psikolojisini etkilediği her halinden belliydi.
Hatta giderek bedensel yakınmaları da başlamıştı.
Kendisini işine veremiyor hatta ailesini ihmal ediyordu.
Zamanla çevresinden kopmaya başlamış, dostlarını da ihmal eder olmuştu.
Giderek sosyal bir çekilme yaşamış kimselerle görüşmemeyi tercih ediyordu.
Kendisine gelen telefonlara cevap vermiyor dışarıya çıkması için gelip ısrar eden arkadaşlarını da cevapsız bırakıyordu.
Giderek bu ısrarlar doğal olarak azalmış ve zamanla yapayalnız kalmıştı.
Aile uzaklaşmış, dostlar kaybolmuştu ama acıları azalmak yerine katlanarak artmıştı.
Hayat artık onun için yaşanılası değildi.
En küçük bir beklentisi bile kalmamıştı kimseden…
…
ANNESİ yıllar evvel bu dünyadan göçüp gitmiş olmasına karşın sanki karşısındaymışçasına onunla mücadele ediyordu.
Zihnindeki savaş gizlenemez olmuş ve artık diline vurmuştu.
Bağırıp çağırıyordu.
Yer yer sövüyordu da…
…
BABASI kendilerini terk edip gittiğinden beri bir kere bile görmemişti ama onunla da kavgası en canlı haliyle sürüp gidiyordu.
Sürekli sorguluyordu.
Durup durup 'Neden?' diye bağırıyordu ama ona cevap veren yoktu.
Anne babasıyla olan bu kıyasıya mücadelesi ne yazık ki onu iyi bir baba yapmamıştı.
Ebeveynlik görevini yerine getirememiş çocuklarını kendisinden kaçırmıştı.
Eşinin elinden de artık bir şey gelmiyordu.
Kardeşleriyle münasebeti zaten hiçbir dönem süt liman olmamıştı.
Sanki ateşle çevrili bir azap odasında yaşayıp gidiyordu.
Buna yaşamak denilebilirse tabi…
…
UZUN yıllar önce iletişimleri kesilen bir arkadaşı nasıl olduysa bulmuştu kendisini.
Olandan bitenden haberi yoktu.
Durumuna acıdı ama bununla yetinmek istemiyor ona ulaşmak için mümkün olan her yolu deniyordu.
Sonunda yukarıda anlattığım durumu kendisine aktardı.
Arkadaşı uzunca düşündükten sonra şöyle demişti:
'Affedersen unutursun!'
…
AFFETMEK…
Bu hiç aklına gelmemişti.
Nasıl affedebileceğine dair en küçük bir fikri yoktu.
Affetmek mümkün müydü, bunu bile bilmiyordu.
Nasıl başarabileceğini kestiremedi dolayısıyla, bu nedenle sordu.
'Nasıl olacak bu?'
…
HİKÂYENİN sonrasını bilmiyorum doğrusu.
Arkadaşı ne kadar zaman ayırabildi, ikna edebildi mi, bir yola girebildiler mi, bir çare arayabildiler mi, hiçbirini bilmiyorum.
Ama o söz zihnimde yer etti: Affedersen unutursun.
Affetmek karşı tarafla doğrudan ilişkili değil belki de.
Direk şahsın kendisiyle alakalı.
Affedebildiği zaman kişi içinde bulunduğu cendereden kendisini kurtarıyor.
Hapishanesinden çıkıyor.
Özgürleşiyor.
Kendine zulmetmekten vazgeçiyor.
Kolay mı, değil elbette.
Ama mümkün…
'Affetme terapileri' kavramını siz de duymuşsunuzdur.
Şikayet ettiğiniz hususları memnuniyetle uğurlamak sizi rahatlatıyor.
Ve her gün kendinizi kapattığınız cezaevinden çıkarıyor.
Yeniden doğmuş oluyorsunuz.
Bizlerinde böyle sorunları yok mudur? Az da olsa vardır. Kendimizi şöyle bir gözden geçirip affederek unutmaya ne dersiniz?
Yapabilir miyiz?
Ya Selam!