Kimi evrimciler, domuz gribi ve kuş gribi gibi hastalıkları evrime delil olarak göstermeye çalışıyor. Virüslerinin kendi kendine oluştuğunu öne sürüyorlar. Ancak bu iddianın bilimsel olarak geçerli olmadığı yeni araştırmalarla açıkça ortaya kondu.

Öncelikle bilinmesi gereken, virüslerin bilinen canlı hücrelerinden farklı organizmalar olduğu ve hayatta kalabilmek için mutlaka bir canlı hücresine ihtiyaç duyduklarıdır. Virüsler 3 bölümden oluşur: Kendilerini çoğaltacak bir genetik bilginin bulunduğu RNA ya da DNA, bu genleri koruyan bir protein kılıfı ve dış ortamda bu protein kılıfını koruyan lipitlerden oluşan bir zarf. Görüldüğü gibi hiçbir hücre organeline sahip olmayan sadece genetik bilgi içeren, aktif hale gelmesi için mutlaka canlı hücresine ihtiyaç duyan bu yapının canlı olduğu iddia edilemez. Dolayısıyla virüslerin evrim geçirdiğini iddia etmek bu yönden de doğru olmaz. Evrimciler böyle bir iddiada bulunamayacakları gibi, öncelikle virüslerin, hastalığa sebep olan bu genetik bilgiye nasıl sahip olduğunu, virüsün yerleşeceği canlıların özelliklerini nerden bildiğini, sahip olduğu bilginin özel olarak korunması için bu bilginin bir protein kılıfı içine nasıl yerleştirildiğini ve canlı olmayan dolayısıyla sözde evrimleşerek de meydana gelemeyecek bu yapının nasıl meydana geldiğini açıklamalıdır.

Virüsler sahip oldukları genetik bilgiye diğer virüslerden transfer yoluyla ekleme yapabilirler. Ancak bu zaten virüslerde yaratılmış olan genetik bilginin yine birbirlerine aktarılabileceği gibi bir sistemle birlikte yaratılmış olduklarını gösterir. En önemlisi de virüsler hep virüs olarak kalır başka bir canlıya asla dönüşmez.

Örneğin H1 N1 domuz gribi virüsü Kuzey Amerika domuzlarındaki (H) hemagglutinin geni ile (N) neuraminidase ve Avrupa domuzlarındaki (M) matrix geninin yeniden dizilimidir. Yani mutasyonlar sonucu ortaya çıkan yeni bir bilgi yoktur, aksine canlılarda zaten var olan genetik bilginin yeniden kombine edilmiş halidir.

Virüslerin yüzey proteinlerinde hücrelere bağlanma noktalarında meydana gelen bir ya da birkaç değişiklik virüslerin bağışıklık sistemi tarafından tanınmasını engeller. Virüslerin dış yüzeylerinde proteinde meydana gelen değişiklikleri, üniforma değiştirmiş askerlerin savunma sistemi tarafından tanınmamaları gibi düşünebiliriz. Virüslerin H1N1, H5N1, H7 N9 gibi çeşitli isimler almasının sebebi de bu küçük değişikliklerdir. Ama virüs yine virüstür ve hep virüs olarak kalır, başka bir canlıya dönüşmez. Sadece (H)hemaglutinin deki 1 den 18 e kadar sıralanan çeşit içinden bir tanesinin, 1 den 11 e kadar sıralanan (N) nöraminidaz ile kombine olmasıyla bir çeşitlilik meydana gelir. Unutulmaması gereken bu genlerin zaten virüsün genetik bilgisinde ilk yaratıldıkları andan itibaren var olduğudur. Yani hiçbir mutasyon yeni anlamlı bir genetik bilgi eklemez ve virüsün başka bir canlıya dönüşmesine sebep olmaz.

Ayrıca virüslerin sadece dış kılıfında meydana gelen bu değişikliklerin virüse bir zarar vermemesini evrime delil gibi göstermeye çalışan evrimcilere virüsün canlı bir yapı olmadığını tekrar hatırlatalım.

Evrimcilerin en büyük açmaza düştükleri noktalardan biri hiçbir mutasyonun genetik bilgide anlamlı bir artış meydana getirmemesi aksine bilginin bozulmasına sebep olmasıdır. Bu gerçek sözde evrimin hayali mekanizması olan mutasyon iddiasını da ortadan kaldırır.

Düşünülmesi gereken başka bir konu da virüslerin yüzey proteinlerinde canlı hücrelerine tutunacakları reseptörlere bağlantıya uygun yapılar olmasının evrimle açıklanamayacağıdır. Şuursuz ve canlı bile olmayan virüsün, bağlanacağı canlı hücresini tanıyor olması, virüsü de ona bağlanacak canlı hücresini de aynı aklın meydana getirdiğini gösterir. Bu akıl her şeyi yaratan kusursuzca var eden Yüce Rabbimizin sonsuz aklıdır.