KELİMELERLE şaşırtmayı severdi.

Bu onun için dikkat çekmenin bir yöntemiydi de…

Ne zaman beyinlerimiz uyuşmaya başlasa veya aküyü yakacak gibi olsak üzerinde ittifak etmekte zorlanacağımız nüanslar barındıran kelimeler atardı önümüze… Ortalık toz duman olurdu tabi.

Çayını yudumlarken meydana gelen hararetli durumdan pek bir keyiflenirdi.

Belirli bir süre hiç müdahale etmez içimizdekileri boşaltmamızı beklerdi. Bu ise bir nevi beyin jimnastiğine fırsat tanımak demekti.

BİLDİĞİMİZİ sandığımız nice kavramları aslında bilmediğimizi ve çokça çuvalladığımızı acı içinde görürdük.  Mahcup olurduk.

Öncesinde aslını astarını bilmediğimiz, ötesine berisine vakıf olmadığımız nice kavramları, kelimeleri harmanda buğday savurur gibi uygun rüzgâr bulduğumuzda savurduğumuzu teessürle idrak ederdik.

Bir defasında “Şek, şüphe, tereddüt ve reyb” arasında ne gibi incelikler olduğunu sormuştu da hepimiz birden rezil olmuştuk. Meğer çoğumuz bu dört kavramı birbirinin yerine bazen de aynı cümle içinde tek anlamı varmış gibi hiç özen göstermeden kullanıyormuşuz.

Yine bir başka sohbette “Kervan ve katar” ne demek demişti de aynı yüz kızarıklığı ile karşılaşmıştı.

BUGÜN söz yine harlanmış, muhabbet demini almıştı ki, “Erenler, kulak isterim” diye ünlemişti.

Sessizlik talebinde bulunmak demekti bu onun için.

Kulak kesildik tabi.

Bir süre sessizliği dinledikten sonra “Ürker misiniz, korkar mısınız?” deyiverdi.

Bu iki kavramı her birimizden cümle içinde kullanmamız istedi.

Belli ki, varmak istediği bir yer, öğrenmemizi istediği ince bir yarım vardı yine.

Hepimiz tekeri çamura saplanmış bir araba gibi patinaj yapmaya başlayınca “Size bir ipucu vereyim” diyerek şu cümleyi söyledi: “Görülenden ürkülür, görülmeyenden korkulur.”

Zaman zaman ortalığı velveleye vermek için şaşırtmayı amaçlayan doğru gibi görünen yanlış yargıları önümüze atardı. Bu sebeple söyleneni mantıksal örgü ile tartmaya mecbur kalırdık.

Dişe dokunur bir fikir üreten çıkamadı aramızdan…

Pes etmeye ramak kalmıştı ki, ikinci ipucu sayılabilecek ama emin olamadığımız diğer önermesini dile getirdi: “Ürkmek hayvana, korkmak insana özgüdür.”

ZOR sınavlardı bunlar, öyle tatlı tatlı anlattığıma bakmayın.

Debelenirdik, terlerdik.

Savunamadığımız açıklamalar getirdiğimiz vakit karşı fikirlerin altında ezilirdik.

O sebeple dil bilgisine sahip olmak, etimolojik seyre vakıf olmak, kazanılan yeni ve kaybedilen eski anlamlara hakimiyet gerekirdi.

Ve sonunda muhakkak yüce kitabımızdan örnekleme yapmamız gerekirdi ki, bu bizim için başlı başına zahmetli bir işti.

ARKADAŞLARIMIZ dökülmeye başlardı döktürüyorum derken.

Bu riski göze alamadığımız zaman ortaya işe yarayışlı bir şeyler çıkmıyordu.

Ürkme meselesine pek giren olmadı daha çok korkma üzerinde fikirler gelmeye başladı.

Karanlıktan korkarım diyen olduğu gibi yalnızlığı dile getirenler oldu. Bir arkadaş bağlanmaktan ve terk edilmekten dem vurdu. Bir başkası başarısızlığı öne sürdü.

Sorumluluktan korkarım diyen oldu. Ölmeyi en büyük korkusu olarak tarif edenler çoğunluktaydı. Kaybetmekten, kendisi olamamaktan, kendi gerçeğine ulaşamamaktan, potansiyelini açığa çıkaramamaktan, kaybetmekten, kayıplar yaşamaktan korktuğunu cümle içinde kullananlar oldu. Biri belirsizliği en büyük korkusu olarak ifade ederken bir başkası cehaletten ve sefaletten korktuğunu itiraf etti. Dostların sırt çevirmesinden, ailesi tarafından anlaşılmamaktan, öcüden, yalandan, iftiradan, evlilikten, üzülmekten, korkunun kendisinden korkanlar çıktı aramızdan. İçimizdeki en babayiğit görünen iğneden ve kan görmekten korktuğunu söylemişti ki, hepimiz şaşırmıştık.

Aklımda kaldığı kadarıyla en ilginç bulunan iki korku uyumak ve gök gürültüsü olarak kayda geçmişti.

DAVRANIŞ şekillerini değiştiren korkunun enva-i çeşidine sahipmişiz. Orada birbirimizi daha yakından tanımıştık.

Psikologların dile getirdiği korkunun türleri ve bunlara karşı donakalmak, kaçmak veya üstüne gitmek gibi açıklamaları içeren hazır verilerden hareket etmemize usta izin vermediğinden meseleyi kendimiz üzerinden tarif etmemiz gerekiyordu.

Korkunun doğurduğu ani gelişen ve sıçrama ile şaşkınlığa sebep olan hissimiz olan ürkme konusuna hiç girilemedi.

Bu durumda ürkmek mi, korkmak mı sualine çoğunluk korkmak demiş olduk ama diğerini de ötelememeli, üzerinde düşünülmeli.

Ya Selâm.