Devam ettiğimiz serimizde vadettiğimiz konumuzu bir hafta tehir ederek, bu yazımızda önemi ve aktüalitesi münasebetiyle “Trabzon’da Estirilen Pontus Rüzgârları”na dikkat çekeceğiz.

Devam ettiğimiz serimizde vadettiğimiz konumuzu bir hafta tehir ederek, bu yazımızda önemi ve aktüalitesi münasebetiyle 'Trabzon'da Estirilen Pontus Rüzgarları'na dikkat çekeceğiz.

Bilindiği üzere geçtiğimiz günlerde, 15 Ağustos'ta, yani Trabzon'un 1461'de Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesinin yıl dönümünde Maçka'daki Sümela Manastırında Ekümenik Patrik Bartholomeos idaresinde bir ayin yapıldı. Hemen peşine, 19 – 27 Ağustos arasındaki günler de 'Sümela Kültür Yolu Festivali' ilan edildi ve bu yönde şehirde pek çok etkinliğe yer verildi.

Bazıları bu iki hadiseye 'din ve vicdan özgürlüğü' ve 'kültürel faaliyet' gibi zaviyelerden bakılması gerektiğini ileri sürebilir. Hayır, öyle değildir. Bu yazımızda meselenin arka planını siyasi, hukuki, dinî ve kültürel açıdan tahlil edeceğiz.

I- NEDEN 15 AĞUSTOS?

Sümela Manastırındaki ayin için neden 15 Ağustos tarihi, yani şehrin fetih günü seçilmiştir?

Bu sorunun doğru cevabının doğuracağı tehlike, iki bahane ile kamufle edilmeye çalışılıyor.

Bunlardan birincisi fethin tarihinin 15 Ağustos değil, 26 Ekim olduğudur.

Evet, Trabzon'un fethi uzun yıllar boyunca 26 Ekim 1461 tarihi esas alınarak kutlanmıştır. Bu, İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın kullandığı dolaylı bir belgeden ulaşılan bir tarih olup, diğer tarihî belgelerle uyumlu değildir ve bu sebeple de hep tartışmalara sebep olagelmiştir.

Nihayet Türk Tarih Kurumu 2021 yılında, fethi 15 Ağustos olarak kutlamış, o seneden bu yana da fetih günü bu şekilde güncellenmiştir. Nitekim Trabzon Valiliğinin resmî internet sitesinde de söz konusu tarih, 15 Ağustos olarak paylaşılmaktadır.

Sümela Manastırında icra edilen ayin üzerindeki dikkatleri dağıtmak isteyenlerin sarıldığı ikinci bahane de, bu ayinin adının 'Meryem Ana Yortusu' olduğu, Meryem Ana'nın göğe yükselmesi (!) hadisesi münasebetiyle yapıldığı, yani fetihle bir alakası olmadığıdır. Bu da hiç inandırıcı değildir…

Meryem Ana Yortusunun ille de Trabzon Maçka'nın dağlarında bir manastırda yapılması mecburiyet değildir.

Cumhuriyet tarihinde ilk kez 2010 yılında çıkan izinle Sümela Manastırı'nda ayin yapılmış, ondan sonra da restorasyon için verilen üç yıllık ara haricinde her yıl devam etmiştir.

Bu ayinle, Sümela Manastırı, Hıristiyan Ortodoksların önemli merkezlerinden biri konumuna getirilmiştir.

Hiç şüphesiz ki aklını kullananlar için, metruk bir manastırın bizim elimizle restore edilmesinde, Trabzon'un fethi gününe denk getirilerek her sene bu tarihte büyük bir organizasyonla içinde ayin yapılmasında önemli bir mesaj olmalıdır. Esasen bir 'beşinci kol faaliyeti' olan bu ayinle Trabzon'a, Türkiye'ye ve tüm dünyaya zımnen şu mesaj verilmektedir:

'Trabzon Pontus'tur, bu topraklar bizimdir, eninde sonunda yine bizim olacaktır.'

İşin daha acıklı ve hüzün verici tarafı ise, Sümela Manastırındaki ayin her sene, uluslararası medya tarafından takip edilecek kadar mühim addedilirken; fetih kutlamalarının, 15 Ağustos olarak yapıldığı son iki senede son derece cılız kalmış olmasıdır.

Geçen sene, 2022'de Zağnos Vadisi Parkında yapılan törende katılım o kadar az olmuştu ki, Büyükşehir Belediye Başkan Vekili bile, konuşmasında bu yönde bir eleştiri getirmek zorunda kalmıştı.

Bu seneki kutlama ise Meydan'da (15 Temmuz Şehitler ve Hürriyet Parkı'nda) yapıldı. Ama basın bile bu kutlamada haber değeri görmemiş olacak ki, birkaç yerel internet sitesi dışında konuyla ilgili bir paylaşım göremedik…

Sümela Ayini şaşalı bir şekilde öne çıkarılırken fetih kutlamalarının böyle sönük kalması son derece hazin ve bir o kadar da düşündürücüdür.

Evet, Sümela'daki ayin sıradan bir kilise ayini değildir.

Bunun delili, ayinin Ekümenik Patrik Bartholomeos tarafından yönetilmiş olmasıdır.

Fener Rum Metropolitliğinin (Patrikhanenin) başındaki Patrik Bartholomeos 'Ekümenik' unvanı kullanmaktadır. Bu kelime 'Ortodoks Hıristiyanların Devlet Başkanlığı' anlamındadır. Evet, Fener Rum Patriği Ekümeniktir; yani Ortodoksların hayalî olarak kurdukları devletleri Yeni Doğu Roma'nın devlet başkanıdır.

Türkiye Cumhuriyeti her ne kadar onun bu vasfını tanımıyorsa da, Patrik fiilen hem Türkiye'de hem yurtdışında bu Ekümenik unvanını kullanmaktadır.

İyi bilinmelidir ki Ekümeniklik 'megali idea'nın en üst perdeden ilan edilmesidir.

İşte bu Ekümenik Patriğin Sümela'daki ayini idare etmesi, dinî görünümlü siyasi bir mesajdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu mesaj 'Trabzon Rum Pontus'tur, bizimdir, mutlaka geri alınacaktır' mesajıdır.

Herhalde Patrik Bartholomeos Trabzon'a gelirken 'Ekümenik' unvanını İstanbul'da bırakmamıştır.

Sümela'daki ayinin 15 Ağustos'a getirilmesi, Fatih'in Trabzon'u fethine cevaptır. Bu ayin Trabzon'un merkezinde, Trabzonlulara ve onların şahsında bütün Türkiye'ye, Müslüman Türk egemenliğine karşı bir meydan okuma manasına gelmektedir.

Uluslararası hukuk yönünden bakıldığında Ekümenik unvanını kullanan Patriğin bu ayini idare etmesi, hem Lozan Anlaşmasına hem de bu anlaşmayı temel alarak kurulan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesine, özellikle egemenlik anlayışına tamamen aykırıdır. Bundan daha önemlisi ise böyle bir ayine müsaade edilmesinin bu vatanı bize bırakan ecdadımızın kemiklerini sızlatmış olmasıdır.

Burada önemle bilinmesi gereken husus, Sümela bir kilise değil, manastırdır.

Manastır, münzevi hayat yaşamak isteyenlerin şehirden ve uygarlıktan uzakta, ulaşılması zor alanlarda kurdukları, özellikle Hinduizm, Budizm ve Hıristiyanlıkta tercih edilen yapılara denir. Hıristiyanlıkta ruhban sınıfını teşkil eden keşiş ve rahiplerin ikamet yeridir.

Sümela Manastırında 15 Ağustos Trabzon'un fetih günü yapılan ayinler, ayin olmanın ötesinde tam bir gövde gösterisine dönüşmekte, Ortodokslarca planlanan hedef ve maksada hizmet etmektedir. Düpedüz 'Trabzon Pontus'tur' mesajı vermektedir.

Bu sebeple bu ayine müsaade edilmemeli, verilen müsaade de iptal edilmelidir. Akıl, mantık, tarihî ve tecrübî şartlar, Müslüman Türk milletinin egemenlik hakları bunu gerektirmektedir.

II- BU AYİNİN VERDİĞİ MESAJIN SİYASİ, HUKUKİ VE DİNÎ AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

Siyasi Açıdan:

Sümela Ayini siyasi açıdan bir egemenlik meselesidir. Yani bu ayin dinî görünümlü de olsa, mahiyeti itibariyle egemenliğimizi ihlaldir. Sebeplerini yukarıda belirttik.

Hiçbir devlet kendi egemenliğini ihlal eden bir eylem yahut etkinliğe müsaade etmez.

Buna canlı bir misal verelim:

Fatih Sultan Mehmet, Atina'yı Trabzon'dan 3 yıl evvel 1458'de fethetmiş ve fetih nişanesi olarak da bir camii yaptırmıştır. Fethiye Camii adındaki bu camii, şehrin en eski camisidir. Şehrin Osmanlı idaresinden ayrılmasının ardından askerî cezaevi vs. gibi farklı amaçlarla kullanılan bu yapıda 2010 yılına kadar tarihî eserler depolanmıştır. 2017'de restorasyonu tamamlandıktan sonra ise sergi salonu olarak kullanılmaya başlanmıştır. Üstelik binlerce Müslümanın yaşadığı Atina'da ibadete açık resmî tek bir camii bile yoktur. Müslümanlar ibadetlerini apartmanların bodrum katları ve dernek merkezleri gibi kendi imkanlarıyla kurdukları mekanlarda yapmaktadırlar.

Şu garip hale bakınız ki Sümela'da, dağın başında metruk halde bulunan bir manastır, yıllar süren restorasyon faaliyetleri ve harcanan akla ziyan paralarla Ortodoksluğun önemli bir mekanı haline getirilip ayine açılırken; Atina'da kalabalık bir cemaatin ihtiyaç duyduğu tam teşkilatlı bir cami, amacı dışında kullanılmak suretiyle devlet tarafından itibardan düşürülmektedir.

Soralım:

Biz, Atina'da, Fethiye Camiinde, fetih gününün yahut şehrin Osmanlı'dan ayrıldığı günün yıl dönümünde bir etkinlik yapmak, Kuran okumak, Mevlid okutmak istesek, acaba Yunan Devleti buna müsaade eder mi? Asla etmez.

İşte bu bir örnektir. Bunun gibi Balkanlarda, İspanya'da yıkılan, kapatılan, başka maksatlarla kullanılan her bir camimiz de ayrı bir ibrettir.

Hukukî Açıdan:

Uluslararası hukuk yönünden de Sümela'daki bu ayin Lozan Anlaşması hükümlerine ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesine tamamen aykırıdır. Zira Lozan'da T.C. Devletinin bağımsız ve egemen bir devlet olduğu görüşü zahiri anlamda da olsa kabul edilmiştir. Sümela ayini bu açıdan uluslararası hukuku açık bir ihlalidir.

Dinî Açıdan:

Sümela'daki ayin Müslüman Türk milletinin akidesini, imanını ihlal anlamı da taşımaktadır. Biz kimsenin dinî inancına ve bu doğrultudaki ayinine karışmayız. Ama bizim vatan topraklarımızda, statüsü 'kilise' olmayan ve cemaati de bulunmayan bir mekanda Hıristiyanlığın teslis akidesinin ilanı demek olan bir ayin icra edilmesi, bu topraklarda yaşayan Müslüman Türk milletinin inanç değerlerini ihlal anlamına gelmektedir.

Zira Hıristiyanlıktaki teslisin üçlü tanrı inancı anlamına geldiğini ve Allah'ın kulu ve Rasülü olan Hz. İsa'nın (a.s.) (haşa) 'Allah'ın oğlu' olarak nitelendirildiğini ve bunun İslam akaidine göre Allah'a şirk koşmak anlamına geldiğini hemen herkes bilir. Nitekim bu konuyu şu ayet-i kerime açıkça vurgulamaktadır:

'And olsun, 'Allah, üçün üçüncüsüdür' diyenler kafir oldu. Halbuki bir tek ilahtan başka hiçbir ilah yoktur. Eğer dediklerinden vazgeçmezlerse, and olsun onlardan inkar edenlere elbette, elem dolu bir azap dokunacaktır.' (Maide: 73.)

Allahü Teala'nın isim tecellilerinin zuhur ettiği, bu suretle vahdaniyete delil teşkil eden, yeşilin her tonuyla kaplı bu zümrüt mekanda şirk ifade eden bir ayinin yapılması, elbette ki Müslüman milletimizin şahs-ı manevisini, dolayısıyla da milli kimliğimizi ihlal anlamına gelmektedir.

Tarihî Açıdan:

Pontusçu Rumların iddia ettiği gibi Trabzon, Rum Pontus şehri değil, kadim bir Türk yurdudur. Tarihi bilenler şu gerçeği teyit ederler: Trabzon Rumlardan önce de Türklerin yurdu idi. Tarihi M.Ö. 3 binli yıllara kadar uzanan uzun bir dönemde Kıpçak, Kiper, Kuman, İskit ve Sakalar gibi birçok Türk kavmi Trabzon'u vatan tutmuştu. Bundan dolayı Trabzon kadim bir Türk yurdudur; Fatih'in fethinden sonra da bir Müslüman Türk şehridir. Bunu da dünya aleme ilan ediyoruz. Bu gerçek Yunanlıların ve diğer Pontusçuların 'Trabzon bir Pontus şehridir' iddiasını kökünden çürütmektedir.

III- 'SÜMELA KÜLTÜR YOLU FESTİVALİ (!)'

Girişte de belirttiğimiz gibi 15 Ağustostaki Sümela ayininden hemen sonra Trabzon'da festival adlı bir dizi etkinlik de başladı.

Esasen bu etkinlikler birbirine yakın bir takvim içinde Türkiye genelinde 11 şehirde yapılıyor. Bazılarının isimleri şöyle:

'Troya Kültür Yolu Festivali', 'Kapadokya Balon ve Kültür Yolu Festivali', 'Efes Kültür Yolu Festivali', 'Konya Mistik Müzik Festivali'

Bu isimlerde Hıristiyan kültür ve medeniyet unsurlarının öne çıkarıldığı ortadadır.

Bizim yazımızın konusu Trabzon'daki etkinlikler ve bu çerçevede daha ziyade dinî, hukuki ve siyasi boyut olsa da, meselenin ekonomik yönüne de işaret etmek gerekir.

Zamların üst üste geldiği, enflasyonun alabildiğine yükseldiği, insanımızın ekmek, çay, şeker almakta zorlandığı bir ekonomik kriz ortamında, milyonlarca liraya mal olan bu festivalleri yapmak, acaba bir 'zaruret'(!) midir?

Pandemi denilen (ve gerçek mi kurgu mu olduğu cihetiyle ayrıca değerlendirilmesi gereken) süreçten, hemen sonrasında da 11 vilayetimizi yerle bir eden depremden sonra, kahir ekseriyeti mağdur olan milletimizin yaşam standartlarının iyileştirilmesini öncelemek gerekirken; böyle 'festivallerle' milli serveti saçıp savurmak kamuoyu nezdinde nasıl izah edilebilir?

Halka 'Sabredin, tedbirli hareket edin' nasihati verilirken, bu iktisat ve tasarrufun devlet- millet kaynaşması, devlet - millet beraberliği ile uygulanması gerekmez mi?

Sıcak ve somut bir örnek vermek gerekirse 'deprem bölgesi için bir fedakarlık' gerekçesiyle millet Motorlu Taşıtlar Vergisini iki kat ödemeye mecbur tutulurken; festivallere ayrılan bu devasa bütçenin de deprem bölgesi ve mağdur halkımızın ihtiyaçları için kullanılması, 'sosyal devlet' mantığının bir gereği değil midir?

Demek istiyoruz ki bu festivallerin masraf ve israf boyutu da mutlaka hesaplanmalı, halkımıza bunun -eğer yapılabiliyorsa- makul bir izahı yapılmalıdır.

Buradan Sümela Kültür Yolu Festivaline dönecek olursak:

Her şeyden evvel bu etkinliklere 'festival' adı verilmiş olması bile, diğer bütün sakınca ve tahrifatları bir yana, zihniyetteki yozlaşmayı gösteriyor. Çünkü bizim kültürümüzde bu tarz etkinliklerin adı 'şenlik'tir. Festival ise Fransızca bir kelimedir. 'Kültür'den bahsedip, Türkçesi dururken Fransızca bir kelimeyi tercih etmek, kültürün mü yoksa milli kültürden uzaklaşmanın mı göstergesidir, doğrusu durup düşünmek lazım…

İkinci olarak bu 'festival'in adı neden 'Fetih' ya da 'Fatih Kültür Yolu' değil de 'Sümela Kültür Yolu' festivalidir?

Bu soruyu sormak ve cevap istemek en tabi hakkımızdır.

'Sümela' bir manastırın adı, manastır da Hıristiyanlığa ait bir mekan olduğuna göre, buradaki kültürden maksadın Hıristiyan kültürü olduğu açıktır.

Özellikle eğitimciler gayet iyi bilirler ki, bütün kültürler ait oldukları inançlara göre şekil alır. Yani kültürün kaynağı dindir.

Peki, Türkiye Hıristiyan olmadığına, Müslüman olduğuna göre, Müslüman yurdunda Hıristiyan kültürünü böyle bir yoğunlukta gündem etmenin manası nedir?

Bunu düşünmek gerekmez mi?

Dünyaya bakalım: Hiçbir devlet kendi kültürünü bırakıp yabancı kültürleri tanıtmak için festival tertip etmez. O halde Sümela ile ilişkilendirilen bu 'Kültür Yolu'nun Müslüman mahallesinde salyangoz satmak anlamına geldiği açıktır.

Festivalin Verdiği Mesaj:

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından paylaşılan etkinlik broşüründe yer alan bilgilere göre bu festival için seçilmiş 25 etkinlik noktası var. Bunlardan yazımızın konusuyla alakalı olarak bazıları şunlar:

- Ganita: Ganita 'güzel mekan' anlamında Rumca bir kelime olup, 1900'lü yılların başlarında Rum bir aile tarafından sahilde açılan bir çay bahçesinin adıdır. Trabzon'da geçtiğimiz aylarda tamamlanan son sahil düzenlemesine de bu ad verilmiştir.

- Kızlar Manastırı: Boztepe eteklerinde 14. yüzyılda inşa edilmiştir. Yapının aslına uygun restorasyonu 2014 yılının Mart ayında Kültür ve Turizm Bakanlığınca başlatılmış ve 2 milyon TL'ye mal olan restorasyon, 2018 yılında tamamlanmıştır. Festivalin mekanlarından biri de burasıdır.

- Küçük Ayvasıl St. Anna Kilisesi: Ortahisar Çarşı mahallesindedir. 1923 yılına kadar kilise olarak kullanılan yapı, günümüzde kilise değil, müze hüviyetindedir.

- Ayasofya Camii: Ayasofya'ya ilerleyen paragraflarda tekrar döneceğiz. Burada şu kadarını söyleyelim ki, Nihat Hatipoğlu, Nurullah Genç, Dursun Ali Erzincanlı gibi, İslami ve milli kimlikle tanınmış şahısların 'Sümela Kültür Yolu Festivali' adlı, yabancı kültürleri ve Hıristiyanlığı öne çıkaran bir faaliyetin içinde yer almaları çok ibretlik bir durumdur. Açık söyleyelim, bu isimlerle bu festival meşrulaştırılmak istenmiştir. Bunun hesabı ne tarih ve millet önünde ve ne de mahkeme-yi kübrada verilemez. Müslümanın neye, nasıl, nerede hizmet edeceğine dair sahip olması gereken basiret ve feraset hani nerede? Çok yazık…

- Sultan Murat Yaylası: Festival mekanlarından birinin de Sultan Murat Yaylası olarak seçilmesi son derece düşündürücüdür.

Birinci Dünya Harbinde lojistik aksaklık sebebiyle Ruslar tarafından şehit edilen yetmişten fazla askerimiz burada yatmaktadır. Dikkatinizi çekmek isterim ki, o yiğitlerimizi şehit eden Rus askerleri, Sümela ayinini yapanlar gibi Ortodoks Hıristiyan'dı. Ortodoksluk mesajı veren 'Sümela' adını taşıyan bir etkinliğin Sultan Murat Yaylasındaki şehitlere kadar uzanması kabul edilebilir bir durum mudur?

Makul olan ve milletimizin inanç ve kültür değerlerine de mutabık düşen, bu mekanda yapılan etkinliğe 'Sümela Yolu' değil, 'Şehitler Yolu' adını vermektir. Bu yapılan ise, şehitlerimizin ruhlarını muazzep ettiği gibi, dolaylı olarak da dinlerarası diyalog mesajı vermektedir. Bu, tıpkı Çanakkale'de bu aziz millete karşı İngilizlerin safında savaşıp öldürülen ANZAK askerlerine 'şehit' denmesi gibi iflas etmiş bir mantığın eseridir.

Sultan Murat şehitlerine uzanan Sümela Kültür Yolu zihniyeti bu yönüyle milletimizin inanç ve kültür değerlerine bir saldırı anlamı taşımaktadır. Ne kadar acı…

Mekanlardan sonra, bu mekanlarda gerçekleştirilen etkinliklere de bazı örnekler verelim:

- Trabzon Fuar Merkezinde Bengü, Metin Özülkü, Ömür Gedik, Gökhan Tepe, Ferda Anıl Yarkın, Oğuzhan Koç vs. şarkıcıların konserleri (Bu isimleri, popülerliklerinden yola çıkarak kendilerine ödenen paralara dair bir kanaat oluşsun diye yazıyoruz…)

- Kızlar Manastırında Dünyadan Şarkılar Trio Konseri,

- Trabzon Devlet Tiyatrosu Haluk Ongan Sahnesinde Shakespeare'in Bütün Oyunları,

- Kızlar Manastırında Akkase Ebru Sergisi ve 'Amberin Sırları' Fotoğraf Sergisi,

- 15 Temmuz Şehitler ve Hürriyet Parkında (Meydan Parkı) Piyano Resitali,

- Sümela Manastırında Manastır Kütüphanesi,

- Karadeniz Teknik Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezinde Carmen (Bale),

- Trabzon Devlet Tiyatrosu Haluk Ongan Sahnesinde Kanlı Nigar (Bu oyunun konusunu bilen bilir, bilmeyenler de internetten bakabilir, biz haya ettiğimiz için burada yazamıyoruz)

Görüldüğü gibi bu etkinlik konularının Trabzon'un milli kültürüyle uzaktan yakından alakası yoktur. Hemen tamamı ya yabancı kültürlerin, özellikle Hıristiyan batı kültürünün malı ve yahut da onların özentisidir. Böyle bir kültür anlayışının milli ve İslami kültürle bağdaşır bir tarafı yoktur. Trabzon halkı Müslümandır. Müslüman bir topluma arz edilen bu tarz yabancı, inanç ve kültür değerlerimize aykırı etkinliklerin bir faydası olmayacağı gibi, tekrarlanması durumunda zamanla yol açacağı zararlar tahmin bile edilemez.

Bu etkinlik alanlarından birine yakın bir yerde ikamet etmem dolayısıyla her akşam müzik sesleri ve ışıklandırmalar evime kadar geliyor. Özellikle müzikli mekanlarda yaşanan hadiselere dair de sahadan sıcak bilgiler alabiliyorum. Ahlaki yozlaşmanın hangi seviyede olduğunu üzülerek görüyor ve duyuyorum.

Bu vesileyle etkinlik noktalarından biri olan Ayasofya'ya dair, önceki yazılarımda da zaman zaman gündem ettiğim bazı acı gerçeklere işaret etmek isterim:

Etkinliklerde 'Ayasofya Camii' olarak adlandırılıp bu doğrultuda ilahi, şiir, söyleşi vs. gibi organizasyonların yapıldığı bu mekana 'camii' demek ne yazık ki mümkün değildir.

1461'de Trabzon'un fethiyle birlikte fetih hakkı olarak camiye çevrilen bu yapı, 1961'e kadar ibadete açık iken, sonrasında müzeye çevrilmişti. 52 yıl aradan sonra 2013'te Müslüman kardeşlerimizin verdiği hukukî mücadele sonunda Ayasofya'nın tekrar aslına (camiye) çevrilmesi kararı bizi çok sevindirmişti. Ama çok geçmeden gördük ki yapının sadece bir kısmı cami olarak ibadete açılmış, kubbedeki Hıristiyanlık sembolleri (freskler) sadece namaz kılanların üstünde görülmeyecek şekilde bir perdeyle kapatılmış; doğu kısmı ise ayakkabıyla gezilebilecek şekilde müze olarak hizmet vermeye (!) devam ediyor ve oradan bakanlar bu perdeli kısımdaki bütün süslemeleri görebiliyorlar. Kubbedeki ana tasvir ise İsa'nın tanrısallığını (!) sembolize ediyor.

Yabancı turistlerin bu mekanı müze görüntüsü altında ayaküstü de olsa bir mabed olarak kullanacaklarını, kendi muharref inançları / teslis akideleri doğrultusunda burada birtakım ritüeller yapacaklarını anlamak zor değildir. Yani namaz kılmaya tahsis edilen yer dışındaki kısma 'müze' denmesi bir aldatmacadan ibarettir; burası fiilen kilise fonksiyonu icra etmektedir.

Aynı çatı altındaki bir mekanda cami ile kilise bir arada bulunuyorsa orasının tevhid özelliği kaybolmuş demektir. Bu durum ayet ve hadislere ve de cami hukukuna tamamen aykırıdır. Tevhidle teslis şirki asla bir arada düşünülemez.

Dolayısıyla Sümela'daki ayin, Sümela Kültür Yolu Festivali ve Ayasofya'nın mevcut hali, bu manada ortak bir mesaj vermektedir.

Ayasofya'nın bu içler acısı durumu vesilesiyle, Trabzon'dan -yine önceki yazılarımda dikkat çektiğim- ikinci bir örnek daha vermek isterim:

O da, yine kiliseden çevrilme Ortahisar Merkez Camii'dir.

Tahminen beş yıl kadar önce bir vesileyle eski Trabzon müftüsü, rahmetli Nuri Güneş Hoca ile birlikte bu camide ikindi namazı kılmıştık. Cami restorasyondan yeni çıkmıştı. Sol bölümdeki Hıristiyanlık resim ve sembollerini görünce şaşırdım. Çünkü üniversite yıllarında bu camide defalarca namaz kılmıştık ve o zamanlar böyle sembol ve resimler yoktu. Anlaşılan onları kapatan sıvalar kazınarak bu semboller ortaya çıkarılmıştı. Bu yetmiyormuş gibi bir şey daha öğrendik:

Caminin zeminine kalın camdan bir döşeme yapılmıştı. Bu cam döşemenin altı boş bırakılmış ve bir ışıklandırma tertibatı kurulmuştu. Bize namaz kıldıran imama bunun sebebini sorduk. Orada Hıristiyanlıkla ilgili resim ve simgeler olduğunu, turistler ve Patrik Bartholomeos gibi Hıristiyan öncüleri şehre geldiğinde bu camiye de uğradıklarını ve kendilerinden halıyı kaldırıp ışıkları yakarak onlara gerekli hizmeti yapmalarının istendiğini söyledi. Donduk kaldık. 'Kardeşim, bu bir dinlerarası diyalog faaliyeti değil mi?' dedim. Rahmetli Nuri Güneş Hocamız da şöyle dedi: 'Demek ki biz Trabzon'u henüz tam olarak fethedememişiz!'

Başka da söyleyecek bir söz, şaşkınlığımızı anlatacak bir kelime bulamadık. Dışarıya çıktık, hemen karşıdaki başka bir tarihî mescidin duvarında da cam muhafaza içine alınmış bir haç gördük.

Trabzon'un tarihî camilerindeki bu inanç ve kültür ihlalini Sümela ayini ve Sümela Kültür Yolu adı verilen festivalle bütünleştirdiğimiz zaman, resmin tamamı, yani ne yapılmak istendiği ortaya çıkmaktadır. Bu, turizm ya da kültürel faaliyet adı altında bir milletin inanç ve kültür değerlerinin tahrip edilmesi demektir.

İşte bu tehlikeye dikkat çekmek için yazımızın başlığını 'Trabzon'da Estirilen Pontus Rüzgarları' şeklinde koyduk.

Bu tür faaliyetlerin her yıl tekrarlanmasıyla zaman içinde Trabzon kamuoyunda Hıristiyan kültürüne bir sempati oluşacağını, belki de Rum Pontus kültürünün halk tarafından benimseneceğini, Güneydoğu'daki Kürt sorununun bir benzeri olarak Karadeniz'de de Trabzon merkezli bir Rum Pontus sorunu yaşanacağını düşünmek, asla paranoya değildir.

Nitekim batıda hemen her devletin, devlet politikası gereği Türkiye'yi bölme parçalama haritası vardır. Ve bu haritaların hepsinde Trabzon merkezli Karadeniz Bölgesi 'Rum Pontus' olarak ifade edilmektedir.

Bundan dolayı diyoruz ki, egemenliğimize ve milli ve manevi değerlerimize yönelmiş olan ayin ya da festival görünümlü bu yabancı kültür çıkarmasına 'turizm' bahanesiyle müsaade edilmemeli; bu büyük manevi, milli ve tarihî sorumluluğun altına girilmemelidir.

IV- KONUYA DAİR FARKLI BİR YORUM

Türkiye kamuoyu bilmektedir ki, Yunan - ABD işbirliği ile Ege'de, Adalarda askerî üsler ve yığınaklar yapılmakta ve silahlanma bütün hızıyla devam etmektedir. Üstelik 15 Temmuz 2006 darbe girişiminde Yunanistan - ABD - Ermenistan ittifakı da tespit edilmiştir. Allah'ın lütfu ve milletimizin canını ortaya koyan fedakarlığı ile, planlanan bu işgal girişimi püskürtülmüş, başarısız kılınmıştır.

Ama şimdi görüyoruz ki, kıta sahanlığı başta olmak üzere Yunanistan'la Türkiye arasında bilinen anlaşmazlıklar Lozan Anlaşmasını ihlal anlamında olduğu halde, Yunanlılar tarafından devamlı olarak kaşınmakta, Ege Adaları işgal edilmekte, anlaşmalara aykırı olarak silahlandırılmakta, adeta Türkiye'nin Ege'ye açılan limanları kapatılarak Ege Bölgemizin denizle irtibatı kesilmek istenmektedir.

Batının / ABD'nin şımarttığı Yunanistan bu menfur emellerini açıkça ortaya koyarken, Türkiye'yi işgal planları hazırlanırken, Sümela ayini, Sümela Kültür Yolu gibi faaliyetlerle Pontusçuluğun ekmeğine yağ sürecek işlere girişmenin anlamı nedir? Bu büyük çelişki mutlaka irdelenmeli ve yapılması gerekenler yapılmalıdır.

Önceki satırlarda da ifade ettiğimiz gibi 11 farklı şehirde, ülke genelinde yapılan bu festival adlı etkinliklerde yabancı kültürlerin tanıtılmasına zemin hazırlanmaktadır.

Tam da bugünlerde 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferinin kutlanması da bir tezat teşkil etmiyor mu?

Malazgirt demişken,

Malazgirt ruhuyla tezat teşkil eden bir başka etkinlik de, zafer kutlamaları kapsamında Ahlat'ta, tıyneti herkesçe bilinen Hande Yener adlı şahsa konser verdirilmesi olmuştur. Bunun, Müslüman ecdadın, hususen de şehitlerimizin kemiklerini sızlattığına şüphe yoktur.

SONUÇ

Kültür Bakanlığı ve Büyükşehir Belediyeleri işbirliğiyle yapılan bu etkinlikler, yazımızda işaret ettiğimiz boyutlar sebebiyle tekrar gözden geçirilmeli, inanç ve kültür tahrifat ve tahribatına ve egemenliğimizin ihlaline müsaade edilmemelidir.

Tarih ve millet önünde, daha da önemlisi yarın mahkeme-yi kübrada Allah huzurunda bunun hesabı verilemez.

Trabzon özelinde söylüyorum ki, Trabzon'da eli kalem tutan arkadaşlarımız, dostlarımız bu kültürel yıkıma, egemenliğin ihlaline seyirci kalmamalı, gerekli mesajı sözlü ve / veya yazılı olarak vermelidirler.

Vatanına, milletine, inancına ve milli kültürüne bağlı Trabzon halkı da 'eğlence' havası verilen bu faaliyetlere itibar etmemeli, hukuki çerçevede en yüksek perdeden tepkisini göstermelidir.

Trabzon halkı, milletimizin bütün fertlerinde olduğu gibi, belki daha da fazla milli kimliğimize, birlik ve beraberliğimize sadıktır. Bu vatan için çok bedeller ödemiştir. İlk akla gelen ve en unutulmaz misal de, Trabzon Lisesinin 1914 yılında mezun veremeyişidir. Çünkü bütün son sınıf talebeleri Çanakkale'de şehit olmuştur.

Diyeceğimiz odur ki Trabzon bizimdir, Türkiye bizimdir. Başka Trabzon, başka Türkiye yoktur. Bu bakımdan başta Pontus olmak üzere, hiçbir yabacı rüzgara yelken açılmamalıdır.

İyi bilmeliyiz ki dinî bütünlüğümüz milli bütünlüğümüzün temeli ve teminatıdır. Bunlar birbirinden ayrılmaz bir bütündür.

Biz bu yazıyla hem özel manada memleketimiz olan Trabzon'a hem de bütün vatanımıza karşı sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmeye çalıştık. Bundan sonra bu yanlışlar dizisine son vermek için sıra, idarede yetkili ve sorumlu olanlarındır. Kamuoyu olarak bu meselenin takipçisi olacağız.

Allah Trabzon'umuzu ve ülkemizin bütününü her türlü saldırı ve işgallerden ve de kültür istilalarından muhafaza eylesin.