KOLAY değil elbette ama bu mümkün değildir anlamına da gelmez. Pekâlâ olabilir, başarılabilir. Ancak zordur. Evvela sağlam bir fikrî yapıya sahip olmak lazımdır. Doğruyu yanlıştan çekip çıkarabilecek bir zihnî ve kalbî uyanıklığa erişmek elzemdir.

KOLAY değil elbette ama bu mümkün değildir anlamına da gelmez.

Pekala olabilir, başarılabilir.

Ancak zordur.

Evvela sağlam bir fikrî yapıya sahip olmak lazımdır.

Doğruyu yanlıştan çekip çıkarabilecek bir zihnî ve kalbî uyanıklığa erişmek elzemdir.

Ardından düşüncenin ayakları yere basacak, şüpheleri giderecek ve kimi itirazları da karşılayabilecek şekilde ifade edebilmeye malik olmayı lüzumlu kılar.

Bu kadar mı peki, hayır.

Bazı bedelleri ödemeyi ilk baştan göze almayı icap ettirir bu sarmaldan çıkmak.

SUSKUNLUK SARMALI Alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Neumann tarafından geliştirilen bir siyaset bilimi ve kitle iletişim teorisi olarak bilinir.

Meselemiz bunların ayrıntısını aktarmak değildir. Dileyen konunun bilimsel yönlerini araştırabilir.

Üzerinde durmak istediğimiz husus bu durumun çocukluk çağımızdan itibaren bizim hayatımıza getirdiği yük ve bunu nasıl karşıladığımızdır.

Bu sarmaldan çıkmak için neler yaptığımızdır.

Mücadelemizdir.

'SU büyüğün sus küçüğün' anlayışından geliyoruz toplum olarak.

'İtaat kültürü'nün mensuplarıyız yani.

Kabuğu kırmak öyle kolay değil kısacası.

Zira suskunluğumuz doğduğumuz ailede başlıyor ilk olarak.

'Büyüklerin yanılmazlığı' mutlak kabulü üzerinden ilerlediğimiz vakit küçüklerin her zaman yanlış yapacağını peşinen kabul etmiş oluyoruz.

Biraz kafamızı dışarı çıkarmaya çalıştığımızda 'Cüretkar', 'Haşarı', 'Sözünü ve yerini bilmez', 'Çıkıntı', 'Âsi' gibi pek çok tanımlama ile kolaylıkla yaftalanabiliyoruz.

Suskunluk sarmalına razı olanlarımız ise 'Beyefendi' ve 'Hanımefendi' nitelemeleriyle ödüllendiriliyor.

Bu şekilde yetişen çocuklar sevilmek için bile susmak gerektiğini öğrenerek büyüyorlar.

Dolayısıyla aynı şey evlilik yaşamlarında da sürgit devam ediyor.

Kendi fikrini açıklayamadığı bir yuvanın mutlu görünen ama içinde onlarca söyleyemediği duyguya hapishane olan ağrılı bağırla ölüp gidiyoruz bu dünyadan.

Çünkü gerçek fikrimizi dile getirdiğimizde sevilmeme ihtimali ortaya çıkıyor.

Hakiki kanaatlerimizi, beğenilerimizi, tercihlerimizi ifade ettiğimizde sahte bile olsa gördüğümüz değerin yitip gitmesinden endişe ediyoruz.

Zamanla farklılaşan anlayışlarımızın üstünü yine huzursuzluk çıkabileceği kaygısıyla örtmeyi yeğliyoruz.

Kısacası ilişkiler de suskunluk sarmalının kıskacında solup gidiyor.

Aynı şey iş hayatımız için de söz konusudur.

Parlak bir fikir ve gelecek öngörüsü bile olsa yönetici veya patronun hoşuna gidip gitmeme seçeneğini hep dikkate almak zorunda hissediyoruz kendimizi.

Çünkü eve ekmek götürmemiz gerekiyor.

YILLAR önce değer verdiğim bir yazar çok sevip saydığı bir kanaat önderi hoca arkadaşı için 'Yazıp çizdiğim fikirleri bilse bırak selam verip almayı, muhabbete oturmayı, muhtemelen derimi ilk yüzmek isteyecek kişi olur' demişti espri ile…

Mesele işte bu kadar mühimdir.

Suskunluk sarmalının profesyoneli olanlar hangi arkadaş grubu, hangi sosyal çevre ile nelerin konuşulup nelerden uzak durulması gerektiği mevzusunda çok seçici olurlar.

Ortama göre pozisyon alırlar.

Yani misyon değil pozisyon adamı olmayı tercih ederler.

İNANÇ grupları için yine aynı mesele geçerli değil mi?

Gittiğiniz bir cemaatin, dergahın, tekkenin veya kanaat önderinin söylemlerine muhalif bir düşünceye ses vermeniz mümkün olabiliyor mu?

Küçük yaşlarımda kaldığım öğrenci evinde birisi tarafından getirilen sistemi henüz bilmeyenlerin sorularına hiç iyi gözle bakmadıklarını, ortamın sabote edildiğini düşündüklerini gün gibi hatırlıyorum.

Bizler bu ortamda olan ilgili kişileri ilminden, irfanından ötürü ne kadar yüceltirsek yüceltelim yine beşer değiller mi? Her fikirlerinin isabet etmesi ve mutlak doğru olması mümkün mü?

Yine aynı şey siyasi oluşumlar için geçerli değil mi? Liderin fikrine karşı farklı fikir geliştirmek önemli riskler barındırmıyor mu bu çağda hala politik arenada?

NETİCE nedir peki?

Yıllar yılı suskunluk sarmalının boyunduruğu altında yaşadık.

Sosyal medya ile bu suskunluğumuz bozuldu ama ne bozulma!

Freni patlamış kamyon gibi önümüze geleni alıp sürüklemeye başladık. Bizimle mutabık olmayan her düşünceyi saygı sınırlarını da aşarak yere vurmaya, kara çalmaya, yanlış algılar oluşturmaya yeltendik.

İtidali, yani dengeyi bulamadık. İlki yanlıştı, ikincisi de öyle.

Suskunluk sarmalından çıkalım evet, ama bunu başkalarını karalamak, hedeflediğimiz bir paranteze sıkıştırmak, asılsız suçlamalarla susturmak için değil hakikatin tüm sadeliğiyle ortaya çıkması kullanalım.

Makul olalım yani, ne yapacaksak uçlara savrulmadan yapalım.

Ya Selam!