Türkiye’de cinayet ve şiddet başta olmak üzere tüm suç oranlarında ciddi bir artış var. Yıllara göre suç istatistiklerine bakıldığında vahim boyutlara ulaşan artışların ekonomik kriz dönemlerine denk gelmesi elbette sürpriz değil. Sorgulanması gereken nokta Türkiye’de sorunların çözümü için ilk başvurulan yöntemin psikolojik ya da fiziksel şiddet olması ve öfke kontrolünün halkın çoğunluğunun başarısız olduğu bir beceri olmasıdır. Buna rağmen silaha ulaşabilirliğin bu denli kolay olması ve şiddet olaylarında uygulanan cezaların caydırıcılığının az olması yüzünden ne suç oranlarında azalma görülebiliyor ne de insanlar suç işleme konusunda daha dikkatli davranıyor.
Avrupa’da organize suç endeksinin en yüksek olduğu ülke Türkiye, dünyada en çok suç işlenen ülkeler listesinde 14. sırada bulunuyor. Türkiye’de çeşitli mafya gruplarının hükumet ve diğer siyasetçilerle yakın ilişkiler kurarak polis ve yargı karşısında kendilerine koruma sağlıyor olmaları adalet sisteminin halk tabanında eleştirilmesine yol açıyor. Zira bu durumda kanunlar sadece arkası sağlam olmayanlar ve parasıyla kendini koruyamayanlar için geçerli oluyor. Bu da devlet mekanizmalarına ve onların koruduklarına karşı ciddi bir öfke doğuruyor. Gelecekten ve güvenlikten ümidini kesen insanların yanlış yollara sapmalarını kolaylaştırıyor.
Her cinayet bir trajedidir ancak son zamanlarda gerçekleşen cinayet olaylarında gençlerin, çocukların ve kadınların daha fazla hedef olması ve cinayetin veya teşebbüsün bu kadar basit nedenlere dayanması gelecekten endişe duymamıza sebep oluyor. Özellikle 11 Mayıs’ta Balıkesir’de kurye olarak çalışan üniversite öğrencisi Ata Emre Akman’ın, 6 farklı suç kaydı bulunan ve elini kolunu sallayarak ortalıkta gezen bir madde bağımlısı tarafından 29 kere bıçaklanarak öldürülmesi kamuoyunda adalet sistemine karşı ciddi bir tepkiye ve öfkeye yol açtı.
Çok uzun süredir Türkiye’nin gündeminde olan ve MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin savunduğu af yasaları yüzünden bağımsız yargıya olan inanç giderek yok oldu. Türk milletinin güvenliğine büyük bir tehdit oluşturan af yasaları her sene meclisteki gündem konularından bir tanesi oluyor. Biliyorsunuz bu af yasalarından faydalanıp anında tahliye edilenlerden biri Alaattin Çakıcı idi. Mafya ve çete gibi organize suç örgütü kurma ve üyeliği suçlarından hapse girenlerin cezasında indirim yapılan çok fazla kişi oldu ve bu af ile beraber cezasının bitimine 3 yıl kalan kişiler tahliye edildi.
Elbette tahliye edilenlerin hepsi mahkumiyetleri süresince dersini almış olmuyor ve özellikle arkasında güçlü isimler varsa yeni bir suç işlemekten çekinmiyor. Bu rahatlık ise toplumda yozlaşmaya neden oluyor ve bunun ucu Ata Emre Akman gibi gençlerimizin hayatına dokunuyor. Mevcut adalet sisteminde 1 gün hapiste kalmak cezadan 3 gün siliyor. Bu gevşeklik ise suça meyilli kişilerin suç işlemekten korkmamalarına yol açıyor. Hatta çoğu ülkede insanlar, sabıka kaydı ile övünüyor ve kendini bulunduğu ortamın ağası olarak görüyor. İnsanlar da maalesef buna prim veriyor.
Suç oranlarının azalmasında toplumun her bireyine büyük sorumluluk düşüyor. Suça meyilli kişilere saygı göstermemekle, onları yaptığı yanlıştan döndürmek ya da suç işlemeden önce verdikleri mesajları dikkatle algılayıp şikâyet etmekle işe başlayabiliriz. Bu kişiler kendi yakınlarımız, dostlarımız, komşularımız olsa bile hiçbir şekilde müsamaha göstermemeliyiz.
Cinayet haberlerinde, cinayetin işlendiği yerde yaşayan ya da çalışan insanlarla yapılan röportajları dikkatle izleyin. Göreceksiniz ki her biri aslında o cinayetin ayak seslerini duymuş ancak üstüne düşmemiş kişilerdir. Görünen köy kılavuz istemez mantığıyla aldığımız şiddet mesajlarını, daha vahim sonuçlar doğurmadan gerekli mercilere iletmekle ya da müdahale etmekle mükellefiz. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyerek hayatımıza devam edersek o yılan bir gün bizi de sokabilir.
Devamlı olarak çevresine zarar veren ve hatalarından ders çıkarmayan insanların sırf ceza süresi bitti diye halkın arasına öylece karışmasına izin verilmemeli, mahkûmiyet süresi bittikten sonra psikolojik rehabilitasyondan geçirilmesi gerekiyor. Bunun için belirli bölgelerde merkezlerin kurulması, suça meyilli ya da belirli bir suçtan dolayı mahkûm edilmiş insanların burada topluma karışmaya hazır hale gelene dek tutulması ve ruhen onarılması gerekiyor.
Tecavüzcülerin, katillerin, uyuşturucu bağımlılarının rehabilite edilmeden ve zarar vermeyeceğinden emin olunmadan topluma karışmasına izin verilmemelidir. Hiçbir insan bir psikopatın, nefret yüküyle gezen bir ruh hastasının ikinci şansının kurbanı olmayı hak etmiyor. Toplum ruh sağlığı hizmetlerine, savunma sanayine gösterildiği kadar özen göstermemiz gerekiyor zira kendi içimizde sorunlarla boğuşurken dış etkenlere karşı dayanıklı olmamız mümkün değildir.