SORU(N) VE CEVAPLAR
Soru sahibi olmak sorun sahibi olmak demektir. Soru sahibi olmak demek diğerlerinden farklı, özgür ve özgün olabilmek demektir. Soru, sorunlu ve sorumlu olabilmenin ön koşuludur. Sorusuzluk, sorunsuzluk ve sorumsuzluk demektir ki, ülke olarak en can alıcı sorunumuz da tam burada başlıyor.
Bu sebepledir ki İnsan, sormak ve sorgulamak üzere programlanmış ve anlamlı soruların cevapları üzerine de görevlendirilmiştir.
Olaya ister teolojik açıdan, ister felsefik açıdan ve isterseniz modern bilim açısından bakın meselenin omurgasını soruların oluşturduğunu görmekten yana zorlanmayacaksınız. Hayat = sorgulamak deyimi abartıdan da varestedir.
Evet, sormak ve sorgulamak bir başka ifadeyle dert edinmek, sıkıntı ve soru(n) edinmek demektir. Bu dert edinmişlik beraberinde cevaplar aramayı ve sorunların çözümüne dair engel olunamaz dürtülerin de başlangıcını oluşturmaktadır. Yani çözüm için sormak ve sorgulamak gereklidir.
Sormak ve sorgulamak evvela bir şüphe duymakla başlar. Zira sorguladığınız şey kuşku duyduğunuz, güven duymaktan yana zorlandığınız şeydir. İşte tam bu nokta da cevapları arama süreci başlamakta. Sormayan, sorgulamayan kişinin rahatlığı (!) duyarsızlık ve umarsızlığı bir teslimiyetten kaynaklanmakta ve bu teslimiyet onda ki tüm inancın ve güvenin sarsılmazlığına(!) delalet etmektedir.
Neye ve neden inanır, neden güvenir İnsan?
İnanmanın ve güvenmenin kendi içerisinde bir kriteri yok mudur?
İnanılan ve güvenilen objeye olan teslimiyet, haliyle sorma ve sorgulamanın da önünü tıkayan başlıca nedendir. Öylece, sormadan ve sorgulamadan gösterilen teslimiyetin sonucun da isabet edilmiş olsa dahi bir değer ifade etmeyeceği bilinen gerçekler arasındadır.
Elbette sormak ve sorgulamak, kendisine dert edinmek demektir ki, daha olayın başın da rahatsızlığa, dert ve sıkıntılara tabi ve talip olmak demektir. Sormayan, sorgulamayan ve bunları kendisine sorun etmeyen kişilerin rahatlığı göze çarpacak olsa bile, kendisini değiştirme, dönüştürme ve geliştirme noktasına dumura uğrayacağı da ayrı bir gerçektir. Olay sadece bununla da kalmayacak, her zaman ve koşulda önüne her gelenin rahatlıkla kullanacağı edilgen bir İnsan olacağı da aşikârdır.
Soruların çokluğu cevapların zenginliğine ve cevapların anlam, önem ve kalitesi de bireysel değişim ve dönüşümün çapına denk gelecektir. İşte bu sebeple aydınlık ile karanlık, cehalet ile bilgi eşit değildir. Mevcut durumun kazancına Dinsel olarak bakarsanız Cennet, seküler olarak bakarsanız Dünyevi gelişmişlik ve her iki yoldan da bakacak olursanız mutlak saadetin kendisine tanık olacaksınız.
Sormak ve sorgulamak eylem ve erdemini çekip alırsanız İnsanın elinden, yaşayan ölüden farksız bir atıl hale getirmiş olacaksınız. Önüne ne konulsa itiraz etmeyen, söylenilen ne olursa olsun teslimiyet gösteren, kadercilik anlayışına sığınmış yığınların oluşması için başkaca hiçbir şeye gereksinim kalmamış demektir.
Sormak ve sorgulamak evvela bir cürret, bir göze alış bir reddedişle başlamaktadır. Sormaya başladığınız, sorgulamaya başladığınız an, reddettiklerinizin sayısında ciddi bir attış ve beraberin de bu küçülme teke ininceye kadar devam edecektir. Özü itibarıyla insan bir fıtrat sahibidir. Bir akıl, bir vicdan ve ruh sahibi olması hasebiyle, sahici soru ve beraberinde ki samimiyete dayalı arayış, kaçınılmaz olarak kendisini TEK olana götürecek ve sayısız kutsalların hiçselliğine tanık kılacaktır.
Hemen ve bu an başlayalım kı ‘’ kutsallarımızı ‘’ sorgulamaya…