Gizli ve hatta çok gizli bir anlaşmadır. Büyük Britanya yanı İngiltere ile Fransa arasında yapılan
Ortadoğu’nun dağıtılma, Osmanlı devletinin parçalanmışlığı ve bu parçalanma sonrası İngiltere ile
Fransa arasında nasıl pay edileceğinin yapıldığı aşağılık bir operasyon ve anlaşmadır.

Son derece sinsi, gayri hukuki, gayri meşru ve gayri ahlaki olması dolayısıyla gayet gizli tutulmuş
bir anlaşmadır.

İmzalandığı tarih, Kut’ül Amare kuşatmasında Osmanlı ordusu karşısında büyük hezimet yaşayan
İngiltere, bir bakıma Ortadoğu’da ki planları ve sömürmek istediği ülkelerden hissesine düşenleri (!)
istemeye istemeye ortak etmek zorunda kalır Fransa’yı.

Az evvel de bahsettiğimiz üzere hukuken, vicdanen ve ahlaken sorunlu olması dolayısıyla Dünya
kamuoyundan özenle saklanıp gizlenen bu Antlaşma, 1917’de Rusya’da iktidarı ele geçiren yeni
Sovyet Hükümeti tarafından ifşa edilmiştir

Anlaşmanın en çarpıcı ayağını ise Cennet mekân diye lanse edilen Sultan Abdülhamit’in can
güvenliği karşılığında İngiltere kraliçesine teslim edilen Kıbrıs olmasıdır.

İngiltere’nin gerek Ortadoğu, gerek Süveyş kanalı ve gerekse deniz yollarının hâkimiyetini elinde
tutma çabası, lojistik bütün güç ve imkânları ele geçirmek istemesi, Kıbrıs’a neden böylesi büyük
ehemmiyet yüklediklerini zaten açık etmektedir.

Özellikle de Kıbrıs’ı ellerine geçirmelerinin hemen sonrası ciddi bir Rum nüfusunu Kıbrıs’a yerleştirmiş
olmasıyla birlikte, burasının kendilerine yurt olarak verileceği iddiasıyla tüm Rum ve Yunan
kesimlerinin de sempati ve desteğini alan İngiltere, ileriki süreçte kendisi için risk oluşturabilecek
bütün unsurları pasifize etmiştir.

Güney sınırlarımız da Arap Coğrafyası ile aramıza kendi adamız olan Kıbrıs’ı, Doğu ve Kuzey doğudan
Ermenistan tamponu ile Türki devletlerle aramıza mesafeler koyanların yine aynı devletler ve onların
asırlara dayanan uzun vadeli projeleridir.

Güney, Kuzey ve Doğusu itibarıyla adeta bir sarmalın içerisine hapsedilen Türkiye, 1948’de tamamen
haksız ve hukuksuz bir şekilde bağımsızlığını ilan eden İsrail’e karşı bir tek olumsuz tavır, tutum ve
beyanda bulunamamış ve bu piç yapılanmayı ilk tanıyan devletler arasında bulunmak zorunda
kalmıştır.

1948 ve Nakbe!

Nakbe! yani büyük felaket anlamını taşıyan, içerik ve ihtiva ettiği şeyler bakımından da gerçekten
büyük bir felaketin adıdır Nakbe. 14 Mayıs 1948’de işgal ettiği bütün toprakları İsrail toprakları ilan
eden İsrail, bütün Filistinlileri de göçe zorladığı büyük felaketin / felaketlerin başlama tarihidir.

Sykes - Picot anlaşmasının tarafları olan İngiltere ve Fransa’nın ve daha sonra 2. Dünya savaşıyla
birlikte mutlak ve çok ciddi bir hegemonist güç olarak meydana çıkan ABD’nin de desteğini alan İsrail,
bölgenin en büyük değil tek gücü olmuştur.

Bir tarafa Şii İran ve diğer tarafa Sünni Irak ve hemen altına Selefi Sudi Arabistan’ı dizayn edenler
büyük bir ihtilaf, kanlı bir gelecek ve anlaşılması, uzlaşılması mümkün olmayan bir bombayı, bir
fitneyi bölgenin kucağına bırakmışlardır.

Bırakılan bu fitne ve bombaların başlarına ise kendilerinden olup Müslüman gibi görünen ve lanse
edilen Kripto Yahudi ve Hristiyanları da Kral, İmparator ve Prens olarak bırakarak maliyetsiz bir
oyunu şeref(!) tribününden izlemeye koyuldular.

6 gün savaşı!

6 gün, evet evet hepi topu 6 günlük bir savaş sonucunda ve üstelik henüz bir piç devletçiğin köklü ve
iz bırakmış(!) devletler karşısında müthiş(!) bir zaferi ve topraklarını ise tam %400 büyütmesiyle
sonuçlanan bir savaş.

Piç bir devletçik Suriye, Mısır ve Ürdün’ün fiilen ve Suudi Arabistan, Irak, Sudan, Fas, Tunus ve
Cezayir’in de silah, mühimmat ve lojistik destek verdiği bu savaşta İsrail: Doğu Kudüs, Golan Tepeleri,
Gazze Şeridi ve Sina Çölü'nü ele geçiriyor!!! 68 bin 300 kilometrekarelik bir alanı, Ürdün, Suriye ve
Mısır topraklarını işgal eden İsrail, sınırlarını altı günde dört kat genişletmiş oluyor…!!!!

Neydi bu savaşı piç bir devletçik lehine ve üstelik böylesi devasa boyutlarda sonuçlandırmasına
sebep!?

Az evvel değinmiştik ya İngiltere ve Fransa Müslüman gibi görünen eli yüzü temiz(!) ama iç dünyası
(İtikat) itibarıyla kendi evlatlarını Kral, İmparator, Cumhurbaşkanı, Şah ve prens olarak bırakınca

sonucun İslam ve Müslümanların lehine olmasını beklemekten daha büyük bir ahmaklık var mı ?!

Üstelik, daha utanç verici tarafı ise yaşanmış bunca utanç verici ve bunca acılara rağmen aynı
beklentinin devam ediyor olması ve hala kimler tarafından yönetildiğine bakamayacak,
göremeyecek ve uykudan uyanamayacak bir millet ve coğrafyanın adı İslam ve Müslüman…!

Gelelim dönemin devlet başkanlarına!

Mısır devlet başkanı Cemal Abdünnasır Pan-Arabizm iddiası sonrası Mısır+Suriye devleti kurma,
Süveyş kanalını millileştirme iddiası ve Mısır'da Üçlü Saldırganlık olarak bilinen Süveyş Krizi'nde
kazandığı siyasi zaferden sonra popülaritesi en çok yükselen lider konumundaydı.

Mısır sokakları Nasır resimleri ile donatılmış, Arap dünyasının kurtarıcısı olarak lanse edilmişti. Büyük,
çok büyük sözler söylüyor ve büyük büyük vaatlerde bulunuyordu Cemal Abdünnasır.

Koca bir Arap devleti kuracak, Büyük bir Arap Milliyetçiliği ile tüm Ortadoğu, Afrika ve Asya hayallerini
pazara sürerken uyutulmuş ve nabzına göre şerbet verilmiş Arapların ayakları yerden kesilmişti.

6. gün savaşları sonrası İsrail diye bir devlet kalmayacak ve bu Coğrafyadan bütün Yahudiler
sürgün edileceklerdi..!

Filistin’in toprak bütünlüğü, Özgür Kudüs, Kutsal Arap ittifakı türü söylemler bir bakıma kabul
olunmuş duanın Mısır üzerinde hayat bulması gibiydi..

6 gün sonunda hiçbir şey sanıldığı gibi, söylenip vaat edildiği gibi olması bir kenara elde ve avuçta olan
ne varsa her şey kaybedilmişti. Küçük ve piç İsrail devasa bir devlet olmuş ve oldurulmuştu. Ve o gün
bu gündür hiçbir şey eskisi gibi olmadı…!