PENCEREMİN perdesini havalandıran rüzgâr idin. Ne zaman bunalsam, dertlere karsam kendimi bir rüzgâr gibi gelir odamın sıkışmış stresli havasını yenilerdin. Tazelerdin. Sessiz, sedasız yapardın bunu.
PENCEREMİN perdesini havalandıran rüzgar idin.
Ne zaman bunalsam, dertlere karsam kendimi bir rüzgar gibi gelir odamın sıkışmış stresli havasını yenilerdin. Tazelerdin.
Sessiz, sedasız yapardın bunu.
Ne olduğunu bile tam anlayamadan ortalık serinliklere bırakırdı kendini.
Ve şimdi…
Sende başını alıp da gittin.
…
İÇİMİ darlayan kirlenmiş havayı temizleyen bir oksijen gibiydin.
Bir selamın yeterdi başımdaki dumanı dağıtmaya.
Dağlarımdan çekilip giderlerdi o kör dumanlar.
Yerini engin ve gönül alıcı bulutlara bırakırdı.
Rahmetin damlaları yağardı yüreğime.
Bir bir…
Damla damla.
Sulardı toprağımı bereketiyle.
Ve yeniden kalkardım ayağa en güçlü halimle.
Sağlam basardım toprağa.
Ne vakit ünlesem yanı başımda buluverirdim seni.
Zamansızlık diye bir şey yoktu.
Her zaman ağabeyinin yanındaydın.
Hem de herkesin…
Dimdik.
Ulu serviler misali…
Yaprak dökmeyen ağaçların gölgesi gibi gölgeler sunardın bize.
Tüm dostların o gölgelikte gölgelenirdi.
Keyfince kurulurlardı muhabbet sofrasına.
Diz çökerlerdi.
Şükürler vesilesiydin her zaman.
Ve şimdi…
Sende başını alıp da gittin.
…
BİRBAŞINA kaldık.
Çöktük şimdi çömelmek yerine.
Şaştık bu işe.
Oysa sen hepimizi gömecektin. Buydu görevin.
Tersi oldu ve bizim tersimiz döndü.
Şaşaladık bu yüzden.
Kalakaldık.
Tutuldu dilimiz.
Lal olduk.
Neden diye sorma sakın.
Sende başını alıp da gittin ya, ondan işte.
…
DOSTLARIN senin türkülerini çağırıyor şimdi dilleri çözüldükçe.
Muhabbetinle hatıralarını kanatlandırıyorlar gökyüzüne uçurmak için.
Bir güvercin misali…
Ya da çok sevdiğin kedileri sever gibi her gerdan okşayışlarında ferahlayan ve sevilmenin tadını çıkaran o kediler misali senin bıraktığın anılarla sana muhabbetlerini gönderiyorlar.
Hatıralar harmanında geçmiş günlerin bereketli topraklarını kazıyorlar.
Hayatim diyorlar.
Sende başını alıp da gittin ya bunlarla teselli buluyorlar şimdi.
Bunlarla ferahlatıyorlar bir kazan gibi kaynayan gönüllerini.
Ne çok şey miras bırakmışsın meğer.
Muhtemelen 'Olacak o kadar' diyorsun.
'Hayati olan hayat sunar etrafına' diyerek tebessümünü salıyorsun asumana.
…
SENDE başını alıp da gittin.
Beklemediğimiz bir anda…
Bize göre çok tez bir vakitte hem de.
Ümitlere gark olmuş iken…
Muştulu haberlere gönlümüzü ve gözümüzü bu kadar ayarlamışken.
Yeni planlar arifesinde.
Hayatımıza daha çok hayat olmanı beklerken üstelik…
Sende başını alıp da gittin.
…
CAMIN arkasından el sallamıştın hani ağabeyine.
Tereddütlere gark etmiştin yüreğimi.
Bu bir 'Ben buradayım abi' mi demekti yoksa 'Benden bu kadar fani dünyaya' vedası mıydı diye çok düşündüm.
Karıştım, çalkalandım.
Bu bir helalleşmedir diyememiştim kendime.
Çocukluk devresi beraberliğimiz haricinde on üç yaşından sonraki İstanbul maceramızda kimi zaman ağabey kardeş kimi vakit ise baba evlat olduk birbirimize.
Canda can idik.
Ve sen bir Cuma günü aldın başını gittin.
Bu, kısa bir süredir, muvakkat bir dünya aralığıdır biliyorsun.
Yine bulaşacağız.
Kavuşacağız.
Ya Selam!