NE kadar da tersine davrandığımız bir husus bu. Neredeyse hepimiz belli konularda ve belirlediğimiz alanlarda “Hesap sorucu” konumuna giriyoruz. Şüphesiz bundan tamamen azâde olamayız.

NE kadar da tersine davrandığımız bir husus bu.

Neredeyse hepimiz belli konularda ve belirlediğimiz alanlarda 'Hesap sorucu' konumuna giriyoruz.

Şüphesiz bundan tamamen azade olamayız.

Yönetiminde bulunduğumuz ve sorumluluk aldığımız noktalarda bunu belirli ölçülerde yapmak durumundayız.

Kast ettiğimiz bu değil.

KİŞİNİN kendisinin hesap verici olduğunu unutup pozisyon değiştirerek hesap sorucu postuna oturması üzerinde düşünmemiz gerekiyor.

Çoğu defa sınırlarını aştığımız bir mevzu zira.

NEREDEN çıktı bu konu şimdi diye soruyorsanız sebebi malûm.

Yine karadeliklerimizden biri olduğunu davranışlarımızdan görüp tespit eden usta, konuyu bir vesileyle buraya getirmiş ve bir ödev daha yüklemişti sırtımıza.

Biraz da nükteli bir eda ile takılmış ve 'Hesap sormayı seviyoruz değil mi?' demişti.

Hayır, diyemezdik.

Çünkü gerçek bu değildi.

Konu üzerinde biraz düşününce aslında bunu ne kadar sevdiğimizi yakından gördük.

Evet, seviyorduk.

Ve bilerek ya da bilmeyerek yani alışkanlık haline getirilen bir otomatikleşmiş davranış ile hesap soruyorduk.

'Neredeydin?'

'Niye aramadın, neden telefonumu cevaplamadın, neden geri dönmedin?'

'Ne sebeple geç kaldın?'

'Niçin bana sormadan böyle bir karar verdin?'

'Beni böyle anladın, şöyle değerlendirdin?' vs vs…

'Gündelik yaşamımızın bir gerçeği olarak mesele önümüzde duruyor, alın çözün' diyordu adeta.

DOĞALLIĞINDAN çıkan her davranış rahatsız edici esasen.

Bu sebeple kendi alanında sınırlı tutmaya mecburuz. Burayı aştığı zaman yaptığı davranış kişinin kendisine dönüyor ve ilişki ve iletişim trafiği karışıyor.

Yine kontrol edilemediğinde algılar büyüyor, yanlış anlamalar dağlar kadar yükseliyor ve muhataplar birbirini duymaz hale gelebiliyorlar.

Ne oluyor sonuçta?

Sorgulanan kişi de sorgulamaya başlıyor, kendi akışında sarf edilen bir kelime cımbızlanabiliyor ve yargılar bunlara bina ediliyor.

Yargılayayım diyen yargılanmaya başlıyor. Belli prensipler aşıldığındaysa seviye haddini aşıyor ve iş suçlamalara varabiliyor.

Bu ise zamanla bir orman halini aldığından çıkıp gidilebilecek bir patika yol bile bulunamayabiliyor.

AÇIKLAMA beklemek demek biraz da hesap sormak.

Sorumlu tutmak…

Savunma istemek…

MESELE günlük hayatla sınırlı değil.

Ustanın kastı da bu değildi zaten.

Onu aşan bir durum var ki, aslında yoğunlaşmamız gereken yer burası.

Örneğin her birimiz kendimizi inandığımız dinin sahibi gibi görüyoruz.

Burada olması gereken hududu tam tayin edemediğimiz vakit bir süre sonra bakıyoruz ki; kendimizi birilerine parmak sallarken buluyoruz.

Ya da birileri bize aynı şeyi yapıyor.

Ya ayar veriyor veya ayar yiyoruz.

Oysa bizler yolunu yürüdüğümüz dinin sahibi değil müntesibiyiz.

Talibiyiz.

Ona uymakla mükellef olanlarız.

Emirlerine uymakla, yasaklarından kaçınmakla vazifeliyiz.

Bunu tam olarak idrak edemediğimizden bir nevi kendimize bekçilik vazifesi çıkarıyoruz.

Korunmasını istediğimiz konuları öncelikle şahsi hayatımızda göstermek durumunda değil miyiz?

İnanç ilkelerini öğrenip anlayarak şuur haline çıkarmak mecburiyetinde değil miyiz?

Hakikatli bir Kur'an talebesi, sahici bir peygamber bağlısı olmak zorunda değil miyiz?

Bu noktaya odaklananlar başkalarına parmak sallayacak bir anlayışa kapılabilir mi?

Buna zaman bulabilir mi?

HESAP sorucu değil, hesap verici olanlarız.

Kuluz bizler.

Durduğumuz yer kulluk çizgisidir.

Burası olmalıdır.

Ümit ve korku arasında yaşanacak bir hayatın sorumlularıyız.

Peygamberimiz tebliğ ettiği vahyi öncelikle yaşamakla yükümlü olduğunu anlatmadı mı bizlere?

Bu konuda ayetler okumadık mı yüce kitabımızda?

Bizler dinimizi sorumlu olduğumuz bu kitaptan öğrenmiyor muyuz?

Eğer öyleyse bu tavırlarımız neyin nesi?

EL HASİP Allah'tır.

Hesabı soracak olan O'dur.

Bizler hesap vericileriz.

Üstelik Rabbimiz 'Serî'ul-Hisab'tır.

Çabuk hesap görendir.

Kendisi bunu bizlere Nisa Sûresinin 6cı ayetinde 'Hesap görücü olarak Allah yeter' şeklinde bildirmektedir. Yine aynı sûrenin 86 cı ayetinde 'Şüphesiz; Allah her şeyin hesabını tam olarak yapandır' buyuruyor. Bakara 202, En'am 62 ci ayetlere de bakılabilir.

DEMEM O Kİ; bu konuyu gündemimize alalım.

Bizi Kur'an-ı Kerim üzerinde düşünmekten alıkoyacak meselelere gereğinden fazla zaman ayırmayalım.

Fahr-i Kainat Efendimizin muhteşem örnekliğinden yaşama pratikleri derleyelim.

Ve haddi aşmamaya çalışalım.

Bunu başaramadığımız vakit ise süratle geri dönmenin bir yolunu bulalım.

Hesap verici olan bizlerin sorumluluk gereği olsa bile hesap sorarken ince eleyip sık dokuması gerekir.

Sınırı muhafaza etmesi icap eder.

Merhametli, anlayışlı olmayı benimsemeliyiz.

Mazeretleri, kişilik yapılanmalarını dikkate alarak bunu yapmalıyız.

Yaptığımız her fiilin hemen işlerlik kazandığını ve sistem gereği yine hemen karşıtlığının işlerlik kazandığını unutmayalım.

Hele de din ve iman konularında parmak sallayan bir konuma asla kendimizi konumlandırmamalıyız.

Merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbi Rahimimiz hepimize kolay hesap vermeyi nasip eylesin inşallah.

Ya Selam!