GÖRÜNMEZ bir baltayla dolaşıyordu sanki. Devirmediği bir ağaç, balta saplamadığı bir kütük kalmamacasına insanları kırıp döküyordu. Meselenin en kötü yanı bundan hastalıklı bir zevk alıyordu.

GÖRÜNMEZ bir baltayla dolaşıyordu sanki.

Devirmediği bir ağaç, balta saplamadığı bir kütük kalmamacasına insanları kırıp döküyordu.

Meselenin en kötü yanı bundan hastalıklı bir zevk alıyordu.

'İşim bugün yaver gitmedi' cümlesini ondan duyduğunuzda anlayın ki, o gün kimsenin canını acıtamamıştı.

Bundan ıstırap duyardı.

Kendine kızar, azarlardı.

Tersineydi onda her şey.

BABASI bu durumdan hiç hoşnut değildi.

Kendisi de gençlik zamanlarında cehaletin rüzgarına kapılmıştı.

Benzer çamları o da devirmişti.

Çevresinde bir gücenikler ordusu oluşmuştu.

Zamanla onu yolda görenlerin yan sokaklara sapması, girdiği bir toplumdaki insanların birer ikişer mazeret beyan ederek kalkması gibi hususlar kendisine dokunur olmuştu.

İlk başlarda zorlansa bile en azından bir nebze bile olsa sonradan onlara hak verebilecek bir noktaya gelebilmişti.

Bu istenen ve beklenen seviye miydi? Hayır.

Daha öteye gitmesi, ciddi yüzleşmelere girişmesi ve bir hayat muhasebesi yapması gerekirdi.

Buna muvaffak olabilse bir helalleşme devresi başlatabilirdi.

Teşebbüs etti ama ilerleyip tamamlayamadı.

Nefsine ağır geldi.

Sadece zarar vermemek için mücadele etti kendisiyle ve kısmen de başardı.

OĞLANIN o gün kalp kırma, gönül burkma hasılatı yüksekti.

Birer ikişer kapıya şikayet için gelenlerden anladı bunu.

İşin doğrusu onları teskin edecek esaslı cümleler kuramıyor, insanların acılarını dindirecek bir dirayet gösteremiyordu.

En son yıllarca komşuluk ettiği ve dededen ahbap olan bir akranı gelip oturmuştu yanına.

Öfkeyle değil merhametle bakıyordu.

'Neden böyle oluyor, hiç üzerinde düşünmedin mi birader' diye sordu.

İçi cız etti.

Başı öne düştü.

Sesi titremeye başladı.

'Düşünmez olur muyum hiç, düşündüm elbet komşum' dedi.

Merhametli cümleler kurmaya azami özen göstererek 'Peki, halen neden durum böyle?' diye sordu.

Verdiği cevap ağırdı.

'Ben pişman olmayı öğrenemedim ki! Kendi bilmediğimi evladıma nasıl öğreteyim?'

DÜŞÜNELİM üzerinde…

Kaçımız pişman olmayı bihakkın öğrenebildik.

Yaptığımız kötülüklerden dolayı kaçımız 'Nedamet Kazanında' piştik.

Yandık.

Uykularımız kaçtı.

Gecelerimiz katran karasına döndü.

Sabahlara kadar ne vakit yaptıklarımız için ağlayıp, gözyaşı döktük.

Telafi etmek için nasıl bir gayrete girdik.

Helallik almak için ne gibi yol ve yöntemler geliştirdik.

PİŞMAN olmayı tam olarak öğrenemediğimiz müddetçe ruhumuz acımasız mengenelerde sıkılmaya devam edecek.

Hafakanlar oda arkadaşımız olmayı zevkle sürdürecek.

Depresyonlardan depresyon beğenmekten uzak kalamayacağız.

Stres yoğunluğu yüzdemiz hep tavan yapacak.

Mutlu olamayacağız.

Saadet bize kapısını asla aralamayacak.

Demem o ki, esaslı pişmanlıklar içine girmeli, sahih tövbeler etmeli ve bunu samimiyetle sürdürmeliyiz.

Ya Selam!