YÂRENLİK ettiğini sanıyorduk. Meğer iş öyle değilmiş, sözleri esaslı bir uyarıymış aslında. Ama bizler gençliğin verdiği heyecan ve biraz da uçarılıkla hayatı hiç ciddiye almıyorduk.
YÂRENLİK ettiğini sanıyorduk.
Meğer iş öyle değilmiş, sözleri esaslı bir uyarıymış aslında.
Ama bizler gençliğin verdiği heyecan ve biraz da uçarılıkla hayatı hiç ciddiye almıyorduk.
Hesapsız ve kitapsız yaşıyorduk.
Aklımıza ne gelirse onu hemen olduğu gibi hiçbir tartıya vurmadan söylemeyi cesaretin ve özgüvenin önemli bir belirtisi sayıyorduk.
Yaman yanılıyorduk oysa.
İşte bu yanlış hesap bizi bilgiye taşımıyordu.
İlim öğrenme ihtiyacı duymamıza engel teşkil ediyordu.
Anadolu irfanını yudumlamamıza mani oluyordu.
Edebin sınırlarını zorladığımız halde buna ilişkin bir uyarıya muhatap olduğumuzda bunu duymamıza set oluşturuyordu.
Kendimizi arayıp bulmamız için önümüze çıkan fırsatları kaçırmamıza sebep oluyordu.
Kısacası durup nefeslenmeye, düşünmeye imkan verilmiyordu.
İşte böylesi bir hengamede bizi uyaran o güzel gönüllü aydınlanmış kişiyi de ciddiye almıyorduk.
…
SÖZ TERZİSİYDİ kendisi.
Kemlik görülmezdi halinde.
Pişmemiş ve ham lakırdılar işitilmezdi ondan.
Kendi içinde devinime girmeyen, çok yönlü müşahede edilmeyen ve dahası iç ve dış dünyada teste tabi tutularak onay almayan hiçbir düşünce söz kalıbına dökülerek cümleye dönüşmezdi.
Bu sebeple sözleri hep ölçülü, biçiliydi.
Nereye gideceği düşünülürdü.
Meydana getireceği etki hesap edilir, olumsuz bir duygu oluşturmamasına özen gösterilirdi.
…
BİZ ise hamdık.
Pişmeye ise pek niyetli de değildik.
Çocukların bellerinde çevirdiği halka gibi hayatı çevirebileceğimize inandığımızdan durmaksızın hareket eder ve susmamacasına konuşurduk.
Harman savurur gibi sözleri umarsızca savururduk.
Buna bağlı olarak elbette nice yürekleri de incitir kavururduk.
Mantık ve akıl bizden hicret ettiğinden konuşmalarımız tutarsızlığın zirvelerinde dolaşırdı.
İşte böyle vakitlerde şefkatinin tümünü sesinin tonuna yükleyerek 'Neyi ne ile tartıyorsun imanım?' derdi.
Duymazdık tabi.
Sesinin tonunu biraz daha ağırlaştırarak ama asla merhametinden bir eksiltme yapmadan sadece son hitap şeklini değiştirerek uyarını tekrarlardı:
'Neyi ne ile tartıyorsun nazarım?'
…
TARTIMIZ bir felaketti.
Bozuktu.
Mantık ve kıyastan yoksun olduğumuz için hep çuvallıyorduk.
Ayrıca bunu özgürlük sanıyorduk ne yazık ki…
O nedenle de kalın ve fosforlu kalemlerle kırmızı çizgimizi anında çekmeyi ihmal etmiyorduk.
Aşanlara da haddini bildirmekten büyük bir zevk alıyorduk.
Ama gelin görün ki, biz haddimizi bilmiyordu.
Ve…
Hep aşıyorduk.
…
HER şeyin ölçeği bize sürekli hatırlattığı gibi ölçeğine göreydi oysa.
Demirin ölçeği TON ile olurdu.
Meyveyi, sebzeyi KİLO ile ölçerdik.
Buğdayı ŞİNİK veya ÇİNİK ile…
Altın elbette GRAM ile ölçülüp tartılmalı.
Elmasın hakkı ise KRAT...
Peki, ilmi ve irfanı ne ile ölçüp tartacağız? Edebi mesela.
Muhabbetin tartısı nedir örneğin…
Âhiret amelinin ZERRE ile olacağı ve asla haksızlığa uğramayacağımızı öğreten yüce kitabın öğrencisi olduğumuza göre neyi ne ile tartacağımızı düşünmek kaçınılmaz oluyor.
Tartıyı sadece ticarete mahsus sanmak yanıltır bizi.
Ve artık yanıldığımız yeter diyerek 'Neyi ne ile tartıyorsun?' uyarısını dikkate alalım.
Ya Selam!